Osmanlı da Türk’ü Türklüğü Dışlardı - Cevat Kulaksız

AKP-RETE İKTİDARI TÜRKLÜĞÜ ANAYASADAN NEDEN ÖTELİYOR?
AKP-RTE iktidarı, neden Türk ve Türklük kavramından hoşlanmıyor da anayasadan çıkarmaya çalışıyor? Nedeni şu: Kürtler adına APO, BDP ve Kandil hazırlanan anayasada Kürtlük kimliğinin geçmesini istemekte. İktidar da, Türkiye Devleti’nin kuruluş felsefesi Türk ve Türklük temeline dayandığı, Türk Devleti halkının çoğunluğunu Türkler oluşturmasına karşın, APO-BDP-Kandil üçlü bileşkesine, “yeni anayasaya Kürtlük kavramını koyamayız, bakın biz de Türk kelimesini anayasadan çıkarıyoruz ” diyerek, bunu kamufle (gizlemek) amacıyla Türk Milliyetçiliğine karşı durmakta ve yeni anayasaya Türklük kavramını koymak istememektedir. Onun için de, “Bu süreçte kimse bizim karşımıza Kürtlükle de Türklükle de çıkmasın. Biz her türlü milliyetçiliği, ayaklarının altına almış bir iktidarız” diyerek havalanıyor.
Söylenenlere göre Türklük Anayasa’dan çıkarılıyor… Bu konuda BDP ile AKP anlaşıyorlar, neye karşılık anlaşıyor? R.T.ERdoğan’ın padişah gibi başkanlığını içeren anayasayı kabul, BDP, bölgesel özerkliğin yani sıra Kürtçe’ nin de resmi dil kabul edilmesi gibi bölünme anayasasında anlaşarak…
Neyse ki bizim R.T.Erdoğan Türk milliyetçiliğini ayaklar altına almış, Türklüğü dışlamış görünüyor. Ama çok daha önceleri, 400-500 yıl önce devrin uleması da Türkleri, R.T. Erdoğan gibi dışlarken, daha ağırını yaparak Türkler için “hayvana benzer, aşağılık” gibi ifadeler kullandıklarını örnekleriyle vermek istiyorum.
Hamasi duygularıyla Ömer Hayyam’ın, Kanuni’nin söylem ve davranışlarını günümüzde söyleyenleri dava etmeye kalkanlar, 500 yıl önce Türkleri aşağılayan devrin uleması için ne diyecekler acaba. Bunlara, inanmayanlar için aşağıda tarihi kaynakları ile açıklıyoruz.
Durum gösteriyor ki, R.T. Erdoğan arzuladığı başkanlık ve iktidarı kaybetmeme hırsı için her türlü ödün verme konumunda görülüyor. Bu duruma tepki gösteren Türk vatandaşlarından bazıları da, yandaş yazarlara “Başbakan Türk milletine hakaret ediyor, hala mı savunacaksın?” şeklinde mail mesajları atıyorlarmış.
Öte yandan, Melih Aşık’ın Milliyet’teki köşesinden öğrendiğimize göre, Üsküp’te yaşayan soydaş Cengiz Murteza:   “Atam,  dedem 600 yıl önce bu topraklara gelmiş. Biz o zamanlardan beri burada yaşarız. Bizi burada herkes Türk olarak bilir. Hangi millettensin diye soran olursa da göğsümüzü gere gere “Türküz”, deriz. Şimdi bu Türk lafı Anayasa’dan çıkarılırsa biz kendimize ne diyeceğiz? Adımız ne olacak? Diye soruyormuş.[i]
Neyse uzatmadan, süreç böylece devam ededursun, geçmişimizde biz Türkleri dışlayan, aşağılayan başka ata Türklerin bu aşağılama eylemlerine göz atmaya devam edelim.    

OSMANLI’NIN DA TÜRK VE TÜRKLÜĞÜ NASIL DIŞLADIĞINI GÖRELİM.
  Osmanlı Padişahları, Osmanlı aydınları Türk halkını, hatta Türk dilini (Türkçe’yi de) hoşlanmazlardı. Türk halkına (Kaba Türk), Türk dili olan Türkçeye de (kobalt-kaba- dil derlerdi. O nedenle Osmanlı Padişahlarının çoğu evlenmek için yabancı kökenli Hıristiyan kadınlarını tercih ederlerdi.
Osmanlı aydınları da Türk dilini sevmedikleri için devlet yazışmalarında, yazılan kitaplarda Osmanlıca denilen Farsça, Arapça ve Türkçe karışımı bir dil kullanırlardı; böyle konuşma yazmayı da aydın ve ilericilik sayarlardı.
Bundan yaklaşık 500 yıl kadar önce, bazı padişahların hocalığını yapmış Osmanlı Tarihçilerinden Hoca Saadeddin Efendi’nin (ve öteki tarihçilerin de)  yazdığı tarih kitabında, Şah Kulu İsyanını anlatırken Teke-Toros yöresindeki Türkmen Türk halkı hakkında şöylece aşağılama ve önyargı dolu (ne ki Türkleri “hayvana ” benzeten) sözleri vardır:
“….Ama ol diyarda (Teke ili) yaşayan Türklerin varlıkları doğuştan yaramaz olup, yaradılışlarında dik başlı olduğundan başka, huysuzlukda onların aşağılık yapılarında ikinci bir huy gibiydi. Ol insanlıktan eksik kişilerin nifakla dolu yüreklerinde bin türlü fesat gömülü olup, her biri insan biçiminde laf anlamaz hayvana benzer kişilerdi. Şehzadenin ince gönlü ol çirkin suratlılardan iğrenmeğin, eskiden sancağı olan Saruhan ilini arzulayıp kapusu halkından bir kaç yiğidi hazinesini koruyup taşımak için geride bırakarak bir gece ansızın Saruhan’a doğru yola çıktı .(Hoca Sadeddin Efendi adı geçen tarihinde Şah Kulu İsyanını anlatırken, Alevilerle Türklerin birlikte hareket edip isyan ettiklerini anlatırken aynı kitapta şöyle devam ediyor: “Bu sıralarda ol edepsiz Türklerin davranışlarıve yaramazlıkları aralıklı taht kentine (İstanbul’a) duyurulmakta idi ”. [ii] “Gerçekte yaramaz Türklerden pek çok kimse bu çarpışmada tepelenmişti. Ama, baş gitse ayag artık durmaz. (Aynı kitap  c 4 sf 63)
“….. Ayaklanan Türklerin dikenli varlıklarından ülkeyi temizleyerek dileği üzere dönüp geldikte …..” (Aynı kitap  c 4 sf 68)
Yıldırım Bayazıd’la Timur arasında yapılan Ankara Savaşında Yıldırım Bayazıd’ın ordusu yenilince, Hoca Saadeddin Efendi tarihinde şöyle diyor:
“Çevreyi yokladığında gördü ki, ol kendi yolunda can ve baş oynamada birbiriyle yarışan Türkler, ölüm korkusuyla ilk ağızda pis vücutlarını eyerlerine yükleyip kaçmışlar …) (Aynı kitap  c 1 sf 271)
“…Zira Anadolu illerinde yaşayan kavrama gücünden yoksun Türkler, o karalanmışlarla bağlantılar kurarak, o karalanmışlarla bağlantılar kurarak, tanımadan bilmeden ol sapkınlık örneğine uymuşlar, çoluk çocuklarını, mal ve varlıklarını anın yoluna feda eder olmuşlardır ”. (Burada ve bazı yerlerde Hoca Saadeddin Efendi, anlattığı konularla ilgili şiirler, mısralar da eklemiş:
“Başına taç aldı çıktı ol pelid
İlti duygusuz Türkleri mürid ”
Pelid: Pis, murdar, rezil.
………………………..      (Aynı kitap  c 4 sf 171)

“….Devleti atı dizginlerini ol anlayışları kıt Türklerin baş ve buğunun tepeleme yönüne çevrildi.” Haziran 1517 de Yavuz Selim ordusu Anadolu Alevi Türk, Türkmenleri kılıçtan geçirdi”.
“Ülkeleri tutuna tabırlar bir bir düştü,
Nice Türkmen siyaset kılıcına itti”.
Yavuz ordusu önünde çil yavrusu gibi dağılan Alevi, Anadolu Türkmenleri köşe bucak yakalanıp başları kesildi, derilerin saturla yüzüb soğana çevirdiler”.
“Geldi ardınca sayı almaz nice tutsak
Padişah da didi anlara kılıca bırak
Aldı o ülkeyi baştanbaşa Rum’un Şahı
Eğdi boynun tamam padişaha ol Türk diyarı .
(Aynı kitap  c 4 sf 241)
Yine aynı kitabın c 4 231. Sayfasında şöyle denilmekte: Kurban bayramında yapılan savaşta “ nice kesilen Kızılbaş başlarından minareler yaptılar …” Türklerde Ta Hülagu Han’dan beri bir tuhaf adet var ki, düşmanı yendikten sonra binlerce insanın başını kesip kellelelerden kuleler yapıyorlarmış.
Bu eski tarihçilerin yazdıkları tarihlerin nice yerlerinde Türkleri, aşağılama yanında, kötüleyen, iğneleyen epey satırlar bulunmakta. İnsan şaşırmadan edemiyor, bir Türk kuruluşu, Türk yönetiminde olan Osmanlı Devletinde hem padişah, hem ulema ve nice aydınlar Türkleri kötülüyor. Dediğimiz gibi bu nasıl devlet ki padişahların eşlerinin çoğu yabancı, Hıristiyan kökenli; ordusu olan Yeniçeri askerleri bile yabancı kökenli.
(Bu yazılara baktığımız zaman, bir Osmanlı uleması ve Türk olan Hoca Saadeddin Efendi, sanırım kendini Türk saymamaktadır. [iii]
İsterseniz Osmanlı’nın beş yüz yıl önceki Türk halkını yadsıyan bu durumundan, daha yakına, Osmanlı’nın yıkılış yıllarına gelelim.
“Mütareke yıllarında Türklükten kaçan kaçana idi. Türkçüler ve Türkler hiç politikaya karışmasalar bile, suçlu ve sorumlular arasındadırlar. “Mütareke edebiyatında cinayet yerine geçen şeylerden biri de, Türklerde milliyet duygusunu uyandırmaktı. Sanki bütün felaketlere o yüzden uğranılmıştı.
Bir gün F.Rıfkı Atay’ın dostlarından biri nefes nefese matbaaya gelerek, “Beyoğlu Caddesi’nde Osmanlı büyüklerinden birinin oğlunu Kafkas  esvabıyla gördüğünü ” bir felaketmiş gibi haber verir. Yani halk Türk’ten, Türklükten kaçar hale gelmişti. [iv]
İstanbul Maari f Nazırı Fahrettin Rumbeyoğlu kıraat (okuma) kitaplarından “Türk” kaldırılarak yerine “Osmanlı” sözcüğü konmasını emretmişti. Üniversiteden Türkçü profesörler tasfiye edilmişti. Bu tasfiye işinden kurtulmak için bazı çömez tavırlılar Damat Ferit hükümetlerine yaranmak yolunu bulmuşlardı. Şimdi de öyle değil mi? AKP-RTE ye yaranmak isteyen yandaşlar, iktidarın yolu, söylemi yanlışta olsa yandaş ve yağdanlıklarına devam ettikleri gibi.
Ankara’da Maarif Müdürlüğü, resim dersini “çizgi” dersine çevirmiş, alabildiğine yeni medrese açmıştı. Anadolu’da Tanzimat’tan da öncesini hatırlatan bir hava vardı. .  Osmanlıca irtica dediğimiz gericilik İstanbul’da da, Anadolu’da da almış yürümüştü.[v]
Bazı aydınlar Türk olmadıklarını açıklarlar. Hürriyet ve İtilafçı filozof Rıza Tevfik Bölükbaşı, bir Fransız gazetesine şu demeci verir:” İngilizlerden çok şey öğrendim. Fransız medeniyetine hayranım. Bende duygu ve düşünce bakımından beğenilecek ne varsa, sizindir. Bende fena olan her şeyin kaynağı benim”.
“Türklerin kurduğu Osmanlı Devleti’ni yönetenler yüzyıllarca Türklüğü hakir görmüşlerdi. Mütareke ile birlikte bu tavır yeniden belirir. Şair Cenap Şahabettin bir Fransız dergisine verdiği yazıda şöyle diyebilecektir.  “Türkler ilime ve medeniyet sahasında hiçbir şey yapmamışlar, hiçbir eser vücuda getirmemişlerdir. Ne bir mezhep, ne bir felsefe, ne bir sanat yaratmamışlardır”. [vi]

TÜRKLÜKTEN ÜMİDİNİ KESEN OSMANLI AYDINLARI DA VARDI
Osmanlı’nın son aydınlarlından Abdullah Cevdet, Osmanlı Türklerinin gerileyip yıkılmakta olduğunu görünce, derin bir ümitsizliğe kapılarak şöyle diyor:
“Türk neslini islah etmek için Macaristan’dan damızlık erkek getirilmeli ”  diyordu. Tövbe tövbe sanki damızlık sığır, inek getirme gibi bir şey. Oysa Macarlar da, Batı Hunlar’dan Türk kökenli idiler. [vii]
Falih Rıfki Atay Zeytindağı romanında şunları yazıyordu:
“Osmanlı saltanatı som bürokrat iken, bürokrasi bile tam Arap yahut yarı Arap’tır. Türkleşmiş hiçbir Arap görmedikten başka Araplaşmış Türk’e az rast geliyordum”.
“….Osmanlı İmparatorluğunda itibar, azınlığın imtiyazı olduğu için ve Türk unsuru imtiyazsız olduğu için herhangi bir Müslüman azınlığın çocuğu olmak, Türk olmaktan daha faydalı idi.
“….Suriye, Filistin, Hicaz’da:
“-Türk’müsünüz?   Sorusunun birçok defalar cevabı:
“-Estağfurullah! İdi.   (Yani Türkleri o denli aşağı görüyorlardı ki, Türk olmayı büyük bir kusur olarak görüyorlardı. Osmanlı böylesine telkinlere göz yumarak gelmiş. [viii]
Nemrut Mustafa divanında Ziya Gökalp de yargılanmıştı. Suçu Türk milliyetçiliğini savunup, bölücülük yapmaktı. Mahkeme başkanı Nemrut Mustafa ile Ziya Gökalp Arasında şu konuşma geçmişti:
“Yazılarınızda savunduğunuz Türk milliyetçiliği Müslüman veya Türk olmayan Osmanlı vatandaşlarını değişik duygulara düşürmez mi?
“Hayır, efendim, her unsur …”
Mahkeme başkanı onun açıklamalarını dinlemiyordu bile. O papağan gibi kendi görüşlerini sıralamayı sürdürüyordu.
Tarih 29 Mayıs 1919’du. Ve Ziya Gökalp milliyetçilik yaparak Ermenilerin, Rumların kalplerini kırmakla suçlanıyordu. [ix]

İŞKALDE KENDİNİ TÜRK SAYMAYAN SÜLEYMAN NAZİF
1918 Aralığında bütün ekonomi, bütün iç ve dış ticaret bakkallara kadar çarşılarımız, kadrolarında bir tek Türk bulunmayan banka imtiyazlar, şirketler hepsi Hıristiyan Yahudi veya Ecnebi idi. Su, ışık, gaz her türlü ulaştırma, rıhtımlar ve limanlar, fenerler hepsi yabancıların elinde idi. Türk halk yığınları medrese eğitimi altında, vicdan ve kafa karışıklığı içinde idi. Türk devletinde sanki Türksüz bir ülke, hâsılı acı bir çöküntü içinde idi yurdumuz.
İç çöküşün başka bir örneği. Diyarbakır’lı Yazar, Şair Süleyman Nazif ki Fransız askeri İstanbul’a girdiği zaman yazdığı gazetede, “KARAGÜN” diye yazdığı bir fıkra için az daha işgalcilerce kurşuna dizilecekti. Veliaht Mecit Efendi’nin de bulunduğu bir toplantıda İstanbul’u gözyaşları içinde coşturdu idi. Rauf Orbay’ın Malta hatıralarında anlattığına göre, bir gün, Süleyman Nazif koca vatansever komutan Yakup Şevki Paşa’ya şunları söyler:
“-Vatanları nehirler sınırlamıştır. Siz de ben de Fırat’ın öbür yakasındayız. Sınırları nehirler çizer, en doğrusu da budur. Paşam ben Diyarbakır’lıyım. Siz Harput’lusunuz. Türk sayılmayız. Bu iki şehir de Fırat ve Dicle nehirleri içindeki bölgededir. Siz de ben de Irak’lı olarak Bağdat Hükümeti’ne katılmalıyız. Osmanlı İmparatorluğundan umut yoktur. İngilizlere başvurup sürgünden kurtulalım, başımızın çaresine bakalım”. [x]
İşkâl yıllarında en ileri gelen Türk aydınları, paşaları güya 1915 Ermeni soykırımı suçlaması ile (hem de çoğunluğu Sadrazam Damat Ferit’in ihbar ve istemi ile) yargılanmak için Malta’ya sürülmüşlerdi. Oysa İngilizler işkâl altındaki İstanbul’da, devletin arşivlerinde Ermeni Soykırımına ilişkin tek bir belge bile bulamamışlardı.
Daha başka kaynaklarda da, böylesine Türkleri dışlayan, kötüleyen çok örnekler var, ama yer darlığından hepsine yer veremiyoruz.

SİLİVRİ SÜRGÜNLERİ TIPKI MALTA SÜRGÜNLERİ GİBİ
Sevgili okuyucu, Malta sürgünleri günümün Silivri sürgünlerine ne kadar da benziyor, Sivri tutsakları, tıpkı Malta tutsakları gibi yargılamaya dayanak olan tek bir belge bile bulamadıkları halde, Silivri tutsakları Malta tutsaklarından daha fazla tutuklu olarak, ceza almadan cezalandırılmaktalar. Damat Ferit nasıl ki Malta Sürgünlüğündeki gibi, işkâlcı emperyalistlerin telkinleri ile o zamanki Türk aydınlarına zulmediyor idiyse, günümüzün aynı emperyalistlerin öğütlediği, BOB eşbaşkanı yardımcılığını yaptığını söyleyen Başbakana ne kadar da benziyor. O zamanın yöneticileri padişah ve sadrazam Hilafet makamını dini koz olarak gerçek vatansever Kuvayi Milliyecilere karşı nasıl kullanıyor idiyseler, günümüzün aynı yöneticileri de dini, camiyi, türbanı öteki dini sembolleri günümüzün aydınlarına karşı kullanıyorlar; onları tıpkı Malta sürgünlerine benzeyen Silivri sürgünlerini devam ettiriyorlar. Silivri Yargılamalarındaki gizli tanıklar, sahte belgelerle, yalancı tanıkların rol aldığı Mütareke yıllarındaki Kürt Mustafa-Nemrut Mustafa yargılamalarına benziyor.

DİPNOT
________________________________________
[i]  Melih Aşık’ın Milliyet’teki 14.03.2013
[ii]{(Tacu’t Tevarih (Başlara tacdır bu kitap anlamında) Hoca Saadeddin Efendi  (Osmanlı Şeyhulislamı) Kültür ve Turzim Bak Yay. 1999 lll. Murad’a sunulmuştur (H 943 M 1536/37-1599)  c 4 sf 47 de)}
[iii]{(Tacu’t Tevarih (Başlara tacdır bu kitap anlamında) Hoca Saadeddin Efendi (Osmanlı Şeyhulislamı) Kültür ve Turzim Bak Yay. 1999 lll. Murad’a sunulmuştur (H 943 M 1536/37-1599)  c 4, sf 42-43)}
[iv] Çankaya Falih Rıfkı Atay Yeni Gün Haber Ajansı 1999 Çankaya sf 148
[v] Çankaya Falih Rıfkı Atay Yeni Gün Haber Ajansı 1999 sf 148- 283
[vi] Şu Çılgın Türkler Turgut Özakman Bilgi Yayınevi 2005 Sf: 690
[vii] Milliyet Hasan Pulur  Olaylar ve İnsanlar 28.05.sf 3
[viii] Zeytındağı Falih Rıfkı Atay Can Kitabevi 1980 sf 39-40
[ix] http://www.ilk-kursun.com/haber/89415  Ali Eralp
[x] Zeytındağı Falih Rıfkı Atay Can Kitabevi 1980 sf 15

Yorum Gönder

[blogger][facebook][disqus]

Kemalın Askeri

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget