Eski TÜBİTAK ve YÖK başkanlarından, kanımca Türkiye’nin en önemli yüksek öğretim uzmanı, dostum Prof. Dr. Kemâl Gürüz 25 Haziran’da 28 Şubat soruşturma süreci içerisinde ifadesine başvurulmak istendiğini duyar duymaz kendi rızasıyla yurtdışından geldi ve tutuklandı.
Geçen gün sorumluların nazik izniyle ziyaretine gittim. Konuştuklarımız arasında kendisine isnad edilen “suçlar” da vardı. Kemâl bunları şöyle sıraladı : 1 . Üniversitede türbanı yasaklamış olmak, 2 . Yurt dışına muhtelif düzeylerde yüksek tahsil yapmak üzere gönderilmiş olan bazı öğrencileri geri çağırmak, 3 . Mısır’da bulunan El Ezher Üniversitesinin denkliğini iptal etmek.
Yukarıdaki üç madde hakkında hukuken bildiğim tek şey, türban yasağının anayasada bulunduğu ve zaten Avrupa Birliğince de desteklenmiş olduğu, yani burada hukuken bir hak ihlâlinin olmadığı idi. Bunu Kemâl’e teyid ettirdim: “Evet” dedi, “durum aynen dediğin gibidir.” Kemâl de benim bildiğimi teyid edince, ortaya garip bir durumun çıktığını gördüm: Anayasa’da belirlenmiş bir yasak var ve herhangi bir sorumlu (bu durumda YÖK yönetimi) bu yasağı, her vatandaştan beklendiği gibi, uygulayınca veya buna uyunca, bir Cumhuriyet Savcısı ve Yargıç kendisini suçlu bulmuştur. Yani Savcı ve Yargıç, anayasaya karşı gelmişlerdir.
Türban yasağı hakkında ne düşünürseniz düşününüz, eğer bu ülkede yaşıyor ve yasa içinde kalmak istiyorsanız, anayasanın maddelerine uymak zorundasınız. Keyfinize göre anayasa ile çelişen yasa veya yönetmelik çıkartamazsınız. Dolayısıyla yukarıda Kemâl’e atfedilen birinci “suç” açısından, asıl suçluların onu suçlayan ve hapseden savcı ve yargıç olduğu sonucu çıkıyor! Tabiî, bu kabul edilebilir bir durum değil, hukuk varsa. Hukukçular bu durumu lûtfen açığa çıkartıp benim gibi hukuk cahillerini aydınlatırlarsa, bizler de süregelen 28 Şubat sürecini daha iyi anlayarak izleyebileceğiz. Bu durumda suçlayanla suçlananın birbirine karıştığı görülüyor.
Kemâl’e atfedilen diğer iki suç, doğrudan bilgi alanıma giriyor: Bir öğrencinin öğrenime devam edip edemeyeceğini, mahkemeler değil, o öğrencinin hocaları kararlaştırır ve bunu hiçbir mahkeme değiştiremez. Benim verdiğim not ve kanaati ne bir yargıcın, ne bir meclisin değiştirmeğe hakkı ve ehliyeti vardır. Bir ülkede böyle bir müdahale yapılırsa, orada üniversite ve bilim yok demektir. YÖK Başkanı Kemâl Gürüz, ve YÖK Genel Kurulu, öğrenciler hakkında üniversite öğretim üyeleri olarak karar vermişlerdir. Böyle bir karar , en çok, uluslararası inanılırlığı ve güvenilirliği olan bir akademik kurula baştan inceletilebilir. Verilen karar ancak bilimsel nedenlerle değiştirilebilir. Bunu ne bir savcı, ne bir hâkim ne de bir mahkeme çerçevesinde bir hâkimler heyeti yapabilir. Kararlarıma bir mahkeme tarafından müdahale edildiği gün üniversiteyi bırakır giderim, zira orası bağımsız bir eğitim kurumu olma özelliğini kaybetmiştir.
El Ezher ’in durumu ise tamamen o kuruluşun akademik değerlendirilmesiyle ilgilidir ki, bu da üniversitenin kendi işidir , dışarıdan müdahale edilemez. Kemâl bana El Ezher’in denkliğinin kendi YÖK başkanlığından önce kaldırılmış, ama bu kararın uygulanmamış olduğunu söyledi. “Hiç fark etmez” dedim. “Velev ki bu kararı YÖK senin döneminde almış olsa? Bu akademik bir karardır ve ancak akademik olarak sorgulanabilir.”
İstanbul’a dönünce MIT ve Harvard’daki arkadaşlarımı arayarak orada El Ezher ve benzeri okullar hakkında kararı kimin verdiğini sordum. Öğrendim ki bu karar, her üniversite bölümünün kendisine ait ve hocaların iki dudaklarının arasında. Ben de bir süre önce bana Mısır’dan yanımda doktora yapmak için müracaat eden bir El Ezher öğrencisinden, önce ders listesini ve aldığı notları istemiştim. Ders listesini görmek, öğrenciyi reddetmeme yetti. İTÜ’ye kabul edilen bir El Ezher öğrencisi de benden ders alınca, bilim temeli ve dil zayıflığı El Ezher’in en azından jeoloji eğitimi hakkında verdiğim kararın ne kadar doğru olduğunu gösterdi. Yıllar önce Hasan-Âli Yücel, El Ezher’i bir ziyaretinden sonra “Gidip görüp de El Ezher’e üniversite demek mümkün değildir” demişti. Kemâl Gürüz başkanlığındaki YÖK, kendilerinden önce akademik kıstaslara dayanılarak alınan bir kararı uyguladı. Bu karar mahkemece sorgulanamaz, ancak ehliyetli akademik bir heyetçe sorgulanır. Bütün bunları göz önüne alınca Kemâl Gürüz hâlinde 28 Şubat sürecinin hukuk ve bilim dışına sürüklendiği sonucu kaçınılmaz olmaktadır. Ama amaç hukuk ve akıl çerçevesinde davranış değilse, o zaman ne yapsan gider ki Türkiye pek çok alanda bu sonu belirsiz yamaca doğru yuvarlanmaktadır.
Yorum Gönder