Silivri Gerçeği - Nilgün Cerrahoğlu

“Artık hukuk beklentim veya arayışım yok!”
Gazeteci Gözüyle Silivri Gerçeği’nde kâğıda dökülen böyle çok sayıda ilik dondurucu saptama var. En korkunç olanı da bu: Hukuka inancın tümüyle tükenmesi…
Beş yıldır tutuklu bulunan Tuncay Özkan bu cümleyi, Basın Konseyi’nden kendisini ziyarete gelen meslektaşlara söylüyor!
Basın Konseyi üyelerinden Pınar Türenç, görüşmelerin ardından Gazeteci Gözüyle Silivri Gerçeği adlı bir kitapta toplamış…
Gazeteci ve öğretim görevlisi Türenç’in yayına hazırladığı kitap, “Silivri mütalaasının” açıklandığı gün elime geçti.
Tuncay Özkan ve yıllarca demir parmaklıklar ardında tutulan meslektaşlarımızın anlattıkları “Silivri gerçekleri”, “mütalaa”nın ışığında büsbütün yüreğimi deldi.
122 sayfalık kitaptan alıntıladığım ve sizlerin de yüreğine işleyeceğini düşündüğüm tespitlerin bir kısmı şöyle:
‘Sansürlük basın bile kalmadı!’
“Sansür yapılacak ortam bile bırakılmadı. Bir sansürlük basın bile kalmadı...” (Mustafa Balbay)“Dışarısı çok VAHŞİ. Ben de çok KORUNAKSIZMIŞIM. Onu anladım” (Soner Yalçın)“Burada HAYAT çok acımasız. Birbirimizin sesini duyabilmek için içerden geçen kanalizasyon deliğine eğilip birbirimize sesleniyoruz. Dışkı kokusu içinde birbirimizle konuşmaya çalışıyoruz. Bunu duyan gardiyanlar geliyorlar, susun diye ikaz ediyorlar.” (Barış Terkoğlu) Dostoyevski, Suç ve Ceza’da, cezanın suçlu açısından kanun koyucunun zannettiğinden daha az korkutucu olduğu temasını işler; çünkü suçlu, işlemiş olduğu suçun vicdan azabıyla cezayı psikolojik olarak talep eder. Adli suçlu pişmanlıkla ruhunu arındırma yolunu kabullenir. Siyasi tutuklular içinse pişmanlık öğesi yoktur. Siyasi tutsaklar için ceza, inançlarının ve mücadelelerinin zorunlu bir diyeti olarak görünür.
Cezayı ne suçluluğunun kefareti, ne ideallerinin bedeli olarak görenler içinse sonuç cezaevinde ölmeye kadar giden bir ruhsal bunalımdır. Ergenekon tutuklularından sağlam girip kanserden veya kalp krizinden cenazesi çıkanların durumunu bu şekilde değerlendirmek gerektiğine inanıyorum.” (Sait Çakır)
Nane ve yeşil hasreti
“Tuncay Özkan ile kantinden nane alıyoruz. Salata yapıp yiyoruz. Yeşile hasretiz. Nane saplarını saatlerce seyrediyoruz. Nane saplarını su şişesine koyup büyütüyoruz. Nane sapları bizim en büyük yeşilliğimiz oluyor.” (Barış Terkoğlu) “Buraya giren çıkamıyor… Mücadele olmadan da çıkılacağını düşünmüyorum.” (Mehmet Perinçek)“Bunların siyasi dava olduğunu herkes biliyor. Suç yok, dava var. Davalar da devam ediyor.” (Yalçın Küçük)“Cezaevinde en kötü durum zamanın geçmek bilmemesi. Günleri sayıyor olsanız da zamanın adeta durmuşçasına ağır yol aldığına hayret ediyorsunuz sürekli. Hele bir de kriminalize edilmiş bir geçmişle, ne zaman biteceğini bilmediğiniz bir geleceğin içinde şimdiki zamanı yaşıyorsanız, bilmediğiniz bir sürecin bitmesini bekliyorsanız ne yapsanız nafile.” (Ahmet Şık)
Silivri’de kadın olmak
“Burada her şey sadece tecridi çağrıştırıyor, hayatı değil. İnsanların kendilerine şunun ya da bunun niçin yapıldığını anlayamama durumunda bırakılmasıdır (ve) bir derin devlet politikasıdır tecrit. Araştırılsa.. geçmişte olanlar biraz hatırlansa görülecek… Adalet duygusu bellek ve hatırlama ile, adaletsizlik ise unutma ile nasıl da yakından ilgili.” (Ahmet Şık)
“10 bin kişilik Silivri bir erkek cezaevi, benimle beraber toplam üç kadındık. Tüm düzen erkeklere göre kurulmuş…TBMM İnsan Hakları İnceleme Komisyonu’na bağlı.. rapora göre ‘(cezaevinde) sadece su ve akustik sorunu var’. Ankara’da ciddi bir ‘akustik sorunu’ olduğu ortada. Gerçekler duyulmuyor, görülmüyor.” (Müyesser Yıldız)“İnsanlar hukuksuz bir şekilde hapse atılıyor, yıllarca içerde kalıyorlar. Savunma hakları yok. Bundan büyük işkence olur mu? Ardından koşullar geliyor. Tecrit en büyük sorun.” (Barış Terkoğlu)
Göçmen kuşlara özenmek
“Çok kez söylenir ‘tecrit uygulanıyor’ diye, ama yatmayan tam anlamaz ne demektir o… Tecrit nedir biliyor musunuz, avluya çıktığınızda gördüğünüz bir avuç gökyüzündeki göçmen kuşlara özenmektir…” (Barış Pehlivan)“Sizin üzerinize hiç kilit vuruldu mu? Silivri, en başta, demir kapı demektir. Hapisteki ilk gün, demir kapı üzerinize kapanıp kilitler şangur şungur kilitlendiğinde, bir kıstırılmışlık duygusuna kapılırsınız.” (Coşkun Musluk)
Yemekler, çamaşırlar, hijyenden falan artık hiç söz etmiyorum.
Bugün Dünya Şiir Günü. “Silivri Gerçeği”nin ayrılmaz parçasına dönüşen Nâzım’ın muhteşem dizeleriyle bitirelim yazıyı: “Bugün pazar. / Bugün beni ilk defa güneşe çıkardılar. / Ve ben ömrümde ilk defa / gökyüzünün bu kadar benden uzak / bu kadar mavi / bu kadar geniş olduğuna şaşarak / kımıldamadan durdum. / Sonra saygıyla toprağa oturdum, / dayadım sırtımı duvara. / Bu anda ne düşmek dalgalara / bu anda ne kavga, ne hürriyet, ne karım. / Toprak, güneş ve ben... / Bahtiyarım.”

Yorum Gönder

[blogger][facebook][disqus]

Kemalın Askeri

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget