Gelin, her şeyi evet, ama cuma namazı saatini kimsenin unutturamayacağı sözünün, kürsüden, canlı yayında duyurulmasını, çok alışılmış “din üzerinden siyaset sanatının” sıradan bir aracı olarak sayalım. On yıllık iktidarlarının cuma namazını siyasette kullanma biçimleri, gücü karşısında haksızlıklar, torpillerde çok geçerli bir ayraç işlevi kazanmış olmasına karşı insan hakları, demokrasiden yana nasıl önlem alabileceğiz? Yaşamsal sorun iş bulmada, atama, terfilerde en geçerli araçlardan biri, sorumlu yöneticilerle aynı camilerde cuma namazında karşılaşmak çok geçerli bir yol olmuşsa...
İster inanın ister inanmayın, bilimin en yüksek kurumları üniversiteler, YÖK, rektörler toplantılarının sonunda sıkıysa iktidarlarının özel tercihleri ile seçim sonuçları tersyüz edilerek seçilmiş rektörler toplu cuma namazlarına gitmemeye kalkışsınlar. Sıradan seminerler, jüri üyelikleri buluşmalarında da herkes, herkesi cuma namazına katılmaya çağırma gereğini, katılma zorunluluğu, baskısını yaşıyor. Önümde bir fotoğraf karesi sıradan bir yemekli toplantıda harem selamlık sayılırcasına bir araya toplanmış türbanlı eşler. Hani türbanlı eş durumunda mağdur olmanın edebiyatını hâlâ yapıyorlar ya... Şimdilerde eşi türbansız olanlar rektör atanamıyor. Onların insan hakları ne olacak?
TBMM’den, yerel yönetimlere dek kamu kadrolaşmalarının her alanında eş durumlarına bir göz atın. Sıkıyorsa bilimsel araştırmalarla sonuç tabloyu ortaya çıkarın. Eş durumuyla inanç sınavından geçirilme hangi boyutlara varmış bir görün...
Ülkemizin geleceği, insan hakları, demokrasimiz için daha güncel, daha yaşamsal gündeme, tehditlere dönersek... İktidarları yeni anayasa dayatmaları üzerinden fena halde atakta... Ele geçirilmiş tek sesli büyük medya gücü ile “çürümüş parlamenter düzen, tarihe gömülmüş ulus devlet...” sloganları sakız, hukuksuz, dayatma yeni anayasa, başkanlık sistemi kotarılması için seferberlik ilanı Başbakan Erdoğan’dan... Anketleri yetersiz bulup tüm parti kadrolarına kamuoyu oluşturulması için görev, talimat verince, onun evine çekildiği bugünlerde ülkenin her yerinde, medyada bu konuda bir seferberlik hali gündemde... Seçmen vatandaş, dönemin iktidar erkinin ne yapmak istediğini sorgulamayı aklının ucundan geçiremeden, güce, baskıya boyun eğmeye yatkın, kendi büyük çoğunluk oyu ile başına bela ettiği 12 Eylül’ün yasaklı darbe anayasasından kurtulma adına, bu yasaklı anayasanın üstüne, iktidarlarının eklediği sayısız ek anayasal, yasal yasaklar da yetmemiş gibi...
Sivil diktatoryal parlamenter düzenin üstüne oturtulmuş diktatoryal başkanlık sistemini de eklemleyecek mi? İktidarlarının sözcüleri dayanak yaptıkları ABD başkanlık sisteminde bile Başkan Obama’nın yetkilerinin çok sınırlı kaldığını, Başbakan Erdoğan’ın iktidar yetki ve gücü karşısında “zavallı” kaldığını söylemekten sakınmıyorlar. Yine kendi itirafları ile demokrasinin d’si kalmamış, yasama-yürütme-yargı bağımsızlık ilkeleri katledilmiş, iktidar icraatlarıyla sivil diktatoryal niteliğe bürünmüş Türkiye’deki geçerli ucube parlamenter düzenin üstüne özel yetkilerle donatılmış başkanlığı oturtmaya kalkışıyorlar. Türkiye, klasik demokrasi ilkeleri ile eksikli başkanlık sistemlerinin de dışında, demokrasinin ruhuna Fatiha okunmuş düzenlerdeki, Ortadoğu, İslam ülkeleri özentili sivil diktatoryal düzenlerle uyumlu bir başkanlık sistemine uyarlanmak isteniyor.
Açık açık ABD başkanlık sisteminin olmazsa olmazı, icracı başkanlık karşısında çok güçlü yasama, yürütme, yargı bağımsızlığının Türkiye’nin sivil daha diktatoryal yönetimine elverişli olamayacağı söylenmiyorsa da, Türkiye koşullarında ABD ölçeklerinde demokratikliğin gerçekçi olamayacağı savunulabiliyor. Komisyon Başkanı Kuzu’nun sevimli soyadının anlamı üzerinden “Kuzu sistemi, Türkiye tipi” denilerek, bağımsız olmayan bir yasama, yargı düzeninin üstüne, her şeye yetkili bir başkanlık sivil diktatörlüğü sistemini oturtmak planlanıyor...
Yorum Gönder