Silivri duruşmalarında pek çok kilometretaşı oldu, dönüm
noktası yaşandı. 11 Mart Pazartesi günkü 277. oturumun bunların arasında
ayrı
bir yeri olacak.
Duruşma salonuna gelişten başlayalım... Mahkemeden umudu
kesince adaleti halkla birlikte arama çağrısına yanıt verenlerin
artmasıyla birlikte güvenlik önlemleri de artırıldı.
13 Aralık 2012’deki büyük buluşmanın ardından 10 Ocak ve 18 Şubat’ta
da binlerce kişi Silivri kırsal alanındaki cezaevinin içinde bulunan
duruşma salonuna gelmek istedi. Her buluşmada zaman zaman güvenlik
güçleriyle halk karşı karşıya geldi.
11 Mart’ta ise bu mümkün değildi!
Zira cezaevinin en dış kapısına art arda sıralı barikatlar kurulmuştu.
Önlemler bir hafta önceden alınmaya başlanmıştı. Duruşmayı izlemek için
gelenler labirent gibi sabitlenmiş çelik barikatlardan geçecekler, içeri
tek tek alınacaklar, birkaç kez kimlik kontrolü ve üst araması
yapılacak, ondan sonra 15-20 dakika yürüyerek duruşma salonuna
gelecekler.
Sonra da duruşma şu sözlerle başlayacak:
“Açık yargılamaya devam olundu...”
***
Silivri yargılamaları her şeyden önce hukuksuzluğa açık.
11 Mart günü daha duruşma başlarken hukuksuzluk da başlamış
oldu. Davanın geldiği aşama itibarıyla atılan her adımın büyük önemi
var. Bu adımların her biriminin hukuka uygun olmasını istemek sanıkların
başlıca hakkı. Sanıklar bu haklarını öncelikle avukatları aracılığıyla
kullanabilecekler. Tabii mahkeme heyeti izin verirse.
11 Mart duruşmasının başlıca önemi şuydu:
Mahkeme sanıklara ve avukatlara son gelen ve dosyaya giren bilgi, belge ve tanık beyanlarıyla ilgili 15’er
dakikalık söz hakkı veriyordu. Avukatlar, bu söz hakkının sadece 18
Şubat günü verilen yeni ek klasörlere ilişkin olabileceğini, davanın tüm
aşamalarıyla ilgili olamayacağını ısrarla
vurguladılar. Mahkeme başkanı çok önemli olan bu ayrımı net olarak
çizmedi. Zira sadece 18 Şubat günü avukatlara verilen 28 yeni ek klasör
90 bin sayfadan fazlaydı.
15 dakika 90 bin sayfa için bile yetersizken daha önceki tüm klasörlerin de bu kapsamda “savunulması” söz konusuydu.
23 iddianameden oluşan davanın tümü yaklaşık 120 milyon sayfayı buluyor.
Mahkeme heyeti neden böyle bir oldubitti peşindeydi?
Sanıkların ve avukatların tahmini şuydu:
15 dakikalık “tümü içeren” konuşmalarla
birlikte delillerin değerlendirilmesi aşaması geçilmiş olacak, böylece
daha önceden hazırlanmış olan karar istenildiği an açıklanabilecek.
Sanıklar ve avukatlar bu oldubittiye karşı çıktılar.
Ellerindeki tek güç de yasa maddeleriydi. Ceza Muhakemesi Kanunu’nun
(CMK) 215. ve 216. maddelerini anımsatıp olması gerekeni dile
getirdiler. Bunda da ısrar ettiler; bu onların hem hakları hem
görevleriydi. Bütün enerjilerini, mahkeme heyetini hukuk zeminine çekmek
için kullandılar.
***
Mahkeme başkanının buna yanıtı şu sözlerle oldu:
“Size söz hakkı vermiyorum...”
“Konuşamazsınız...”
“Oturun yerinize...”
“İtirazınızı kabul etmiyorum...”
Devamında yanıt sertleşti, salondaki jandarmalara ek olarak
robokoplar devreye girdi. Mahkeme başkanı yargılama için gereksinimi
olan her türlü güvenlik unsurunu önceden hazır ettirmişti. Daha çok
geniş meydanlardaki, açık alanlardaki insanlara müdahale etmekte olan
baştan ayağa sert plastik görünümlü robokoplar vahşi bir uzay filminin
örnek parçaları gibi duruyordu. Copları, gaz kutuları, köşeli kalkanları
herkese istediği kadar adalet dağıtabilecek güçteydi.
Mahkeme başkanı bir ara salondaki birlikleri yönetti! Bu yönetim sırasında avukat Hüseyin Ersöz sert bir yumrukla adil yargılama ortamından payını aldı. Avukatlar Celal Ülgen ve Murat Ergün fiziki ve hukuki ağırlıklarının da etkisiyle bir süre ambulansa alındılar.
11 Mart duruşmasına ilişkin yazıyı, hiç davanın içeriğinden söz etmeksizin noktaladık.
Silivri’de hukuk yok sözü artık çok hafif kalıyor.
Yargının bütün unsurlarının işkence aleti olarak kullanıldığı
bu ortamın ne kadar süreceği, sessiz insanların vereceği izne bağlı!
Yorum Gönder