“Saygıdeğer konuklar,
Hukukun, demokrasinin ve insan haklarının ayaklar altına alındığı Türkiye’den gelerek sizlere selam ve saygılarımı sunuyorum.
Sizlere,
dört yıldır zorbalık ve acı kuyusu bir hücrede hukuk, yaşam ve
demokrasi mücadelesi veren bir gazetecinin eşi olarak seslenmek
istiyorum.
Aile olarak yaşadıklarımızı sizlerle
paylaşarak eşim ve ülkemle ilgili kaygılarımı dile getirmek amacındayım.
Umarım sizlere Türkiye’nin 2013’te nasıl bir noktada olduğuna dair bir
eskiz çizmeyi başarabilirim.
Ben Türkiye’nin ciddi, ağırbaşlı ve bağımsız gazetesi olan Cumhuriyet gazetesinde köşe yazarlığı yapan Mustafa Balbay’ın eşiyim.
Eşim
2008 yılında gazetemizin Ankara Temsilciliği’ni yürütmekteydi. Görevi
gereği günleri Meclis, Cumhurbaşkanlığı ve Genelkurmay Başkanlığı
üçgeninde mekik dokuyarak geçerdi. Dönemin iktidarı şu anda da başta
olan AKP idi. Basın özgürlüğünün giderek daraldığı bir ortamda eşim
kimseye boyun eğmeden, özgürce gazeteciliğini yapmaya çalışıyordu.
‘Dört yıldır kâbusu yaşıyoruz’
Temmuz 2008’de eşim sanal bir örgütün üyesi olması nedeniyle
gözaltına alındı. Evimizde yapılan beş saatlik aramalarda her yer
tarumar edildi. Duvarlarımızdaki tablolara kadar her şey açıldı,
savruldu. O zaman 8 yaşında olan kızım ve henüz 30 günlük oğlumla,
emniyete götürülen eşimin arkasından bakakalırken ünlü ressam Edward Munch’un tablosundaki figürü aratmayacak bir haldeydim.
Balbay, tam beş gün 4 metrekare bir odada, ışıkta bekletilerek sorgulandı. Beşinci günün sonunda serbest bırakıldı.
Sonrasında Balbay, mesleğini yapmaya devam etti. Korkusuzca, çizgisinden sapmadan ve kaleminden ödün vermeden...
5
Mart 2009’da Ergenekon kâbusu bir kez daha kapımızı çaldı. Bu defa daha
kararlıydı. Eşim Nazi toplama kamplarını aratmayan Silivri Cezaevi’ne
konuldu. Aradan tam dört yıl geçti. Henüz evine, okurlarına,
arkadaşlarına kavuşamadı.
Son iki yıldır
sadece salgın hastalığı olan veya bir disiplin suçu işlemiş olanların
sadece 10, en fazla 15 gün tutulduğu bir hücrede yaşıyor. Hücre sekiz
metrekare. Tuvaleti ve banyosu içinde. Aynı muslukta çamaşır ve
bulaşıklarını yıkıyor, diğer ihtiyaçlarını gideriyor. Haftada en az 1
saat olan diğer tutuklular ile buluşturulma hakkından
faydalandırılmıyor. Koridorda yürürken sağa sola bakması, biriyle göz
göze gelmesi dahi yasak.
‘Yaşadığımız hukuksuzluk’
Şimdi ‘Peki eşiniz ne suç işledi de bunları yaşıyor’ dediğinizi
duyar gibiyim. Yanıtı çok basit ve utanç verici. Maalesef Türkiye’de
muhalifsen, geniş kitleleri etkileyen bir entelektüel gücün varsa,
demokrasiden, aydınlıktan yanaysan içeridesin.
Şu
anda eşim için 2’şer ağır müebbet hapis cezası hükümeti cebir ve şiddet
uygulayarak yıkmaya kalktığı için, 20 yıl halkı isyana teşvik ettiği
için ve 10 yıl da varlığı hâlâ ispatlanamamış Ergenekon terör örgütüne
üye olduğu için isteniyor.
Mahkemenin delil
olarak önümüze koydukları ise nasıl bir hukuksuzluk yaşadığımızı açıkça
ortaya koyuyor. Bilgisayarında bulunan notlar bize delil olarak
dayatılıyor. Eşimin bilgisayarında bulunan notların emniyette alıkonduğu
sırada silinip tahrif edilerek yeniden bilgisayarına yüklendiği bizim
resmi bilim kurumumuzca tespit edildi, raporlandığı halde mahkeme delil
olarak göstermekte kararlı. Diğer delil olarak sunulanlar ise
gazetemizin santralından kaydedilen konuşmalar ve Balbay’ın yazdığı
kitaplarındaki belgeler...”
(Konuşmanın devamı Zeynep Oral’ın köşesinde...)
Yorum Gönder