Gençliğimde Beşiktaş taraftarıydım. İstanbul’da yaşamayan, (o sıralarda)
futboldan anlamayan biri olarak, sanıyorum siyah-beyaz renkleri çekmişti beni.
Daha sonra, rahmetli eşim ve (onun etkisiyle) oğlum Galatasaraylı olunca ben de
“taraf” değiştirdim. Yıllar sonra, şimdi, artık ve nihayet… Köklerime geri
dönüyorum. Galatasaraylı gençlerin “biz artık Gezi’de yokuz” açıklamasından
başlayıp onlarca neden sıralayabilirim. Ama şimdilik bir tanesi yeter: ÇARŞI.
Çarşı derken, pek çok özellikten bahsedebiliriz. Gerek
yok. Cesaret, vicdan ve her koşulda ahlak, Çarşı’yı anlatmak için yeterli.
Elbette Gezi eylemini de..
Görmek için özel bir
çabaya gerek yoktu. Ana akım / merkez / yaltakçı medyanın bile göstermek zorunda
kaldıkları yeterliydi. Gezi’de alkol yasağından tutun da, el ele çevre
temizliğine kadar ortak yaşamın inanılmaz bir örneği verildi. Gönüllü
doktorlar.. Gönüllü yemek tedarikçileri.. Gönüllü temizlikçiler.. En iyi
yaptıkları şeyi en şahane biçimde yapmak için gelen sanatçılar..
Oysa bu ülkenin başbakanı göre göre ne görmüş:
“Bakın Gezi Parkı’ndan aldığım haberler ne biliyor
musunuz? Gezi Parkı pis kokudan geçilmiyor. Bunlar çevrecilik adına yapılıyor
değil mi? Dolmabahçe Camii, ayakkabılarla caminin içine gireceksiniz, orada
içeceksiniz ve bu ülkenin dini mabetlerine karşı bu saygısızlığı yapacaksınız,
ne adına çevre adına!”
SORUN TEKER
TEKER GELMİYOR Kİ!
Gezi’yi anlayamayan,
bugünkü Türkiye’yi anlayamaz. Nitekim Erdoğan ve etrafındakiler de anlamıyor.
Şaşkına dönmüş durumdalar. Bu patlamayı neyin tetiklediğini göremiyorlar. Gezi
Parkı’ndaki o muazzam enerjiyi analiz edemiyorlar.
Ayrıca, (bakınız başlığa) evdeki hiçbir hesap çarşıya / Çarşı’ya
uymadı. Uymuyor. Sıralayalım:
EKONOMİ TIKIRINDA.. MI? Konuştuğunuz her bankacı, her işadamı
aynı şeyi söyleyecektir. Ekonomi çeklerle dönüyor. Evlerse kredi kartlarıyla.
Uzmanlar, kredi kartları ödemesinde de çok kaygılı. “Her an patlayabilir”
diyorlar. Başbakan’ın her konuşmasıyla doların fırlaması da, başlı başına bir
kâbus. Türkiye’nin Cumhuriyet tarihinde görülmemiş boyutlara ulaşan cari açığını
biraz daha kabartıyor. İthalata dayalı “kolay kazanç” yüzünden tarım,
hayvancılık, seracılık can çekişiyor. Gezi olaylarına yönelik şiddetli saldırı
ve alkol yasası yüzünden, en önemli girdimiz, turizm ağır yara aldı. En keyifli
ve hareketli günlerini yaşaması gereken sektör, imdat sinyali veriyor.
SURİYE MURİYE.. Erdoğan,
neredeyse kariyerini teminat altına aldığı Suriye meselesinde de tam bir
çıkmazda. ABD ve Batılı ülkeler Suriye’ye müdahale konusunda istediğini vermedi.
Vermeyecek. Onun yerine, muhaliflere (belki) silah yardımı yapacaklar. Böyle bir
yardım, Suriye’deki gelişmeleri nasıl etkiler, kim bilir. Ancak her durumda bizi
kötü etkileyeceği açık. Sınırlarımızdan elini kolunu sallayarak gelip gidenler
artık ağır silahlarla donatılmış olacak. Alevler bizi giderek daha fazla
etkileyecek. Bu arada, belki gözden kaçırmışsınızdır diye ekleyeyim: Esad
güçleri, savaşın gidişatı açısından kritik önemdeki Kusayr’ı geri aldı.
KUZEY KÜRDİSTAN KONFERANSI ve
adına “barış süreci” denilen bilmece.. 5 Haziran günü, Şırnak Uludere’de
PKK’lılar askere taciz ateşi açtı. Asker yanıtlamadı. 7 Haziran günü, İmralı
Heyeti Öcalan’la görüşmeye gitti. Selamlarıyla geri döndü. Öcalan “Gezi
Parkı’ndaki direnişi anlamlı buluyor ve selamlıyorum” demişti. Nitekim,
Taksim’deki kalabalıkta birden bire BDP flamalı ve Öcalan posterli gruplar
belirdi. Pazar günkü büyük mitingde de yerlerini alıp, yüz binlerce kişiyle
birlikte hükümeti protesto etti. Ardından, BDP Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş,
“çekilmenin tamamlanmak üzere olduğunu ve sıranın ikinci aşamaya, yani
demokratikleşme paketine geldiğini” söyledi. Bir ay içinde paketi beklediklerini
belirterek, bir bakıma “mühlet” verdi. “Hükümet meseleyi ciddiye almayan bir
yaklaşım içinde olursa, bu yanılgı olur” dedi. Şimdiii.. Şimdi sıra, ”yine
görülmeyen / gösterilmeyen” bir başlıkta. 15 – 16 Haziran günlerinde, yani tam
da Erdoğan’ın misilleme mitingleri yapacağı günlerde, Diyarbakır’da bir
konferans düzenlenecek. Konferansın adı çok şey anlatıyor: “Kuzey Kürdistan
Birlik ve Çözüm Konferansı”.. Erdoğan, bunca gelişmenin ardından ve üç seçimin
öncesinde ne yana dönse dar! BDP’ye evet deyip, istedikleri yasal düzenlemeleri
Meclis’e getirse bir türlü.. Getirmese bir türlü.. Kuzey Kürdistan Konferansı’na
çatsa bir türlü.. Gezi’deki çocukları teröristlikle
Fethullah Gülen ve “sinirleri törpüleme” faaliyetlerinden.. Yeni
Anayasa ve başkanlık hayallerinin suya düşmesinden.. Yanındakilerin birer birer
“mızırdamaya” başlamasından söz etmiyorum bile.. Durumu hiç iyi değil.
Sinirlerinin ne kadar bozuk olduğunu da, canlı yayında olduğunu unutup, eşi
Emine Erdoğan’ı sert bir şekilde azarlamasından anladık.
Maalesef Türkiye şu anda “sinirleri bozuk bir adama ve ona ne
söyleyeceğini şaşırmış üç beş akıldane”ye emanet. Umarız kendilerini yakarken,
bizleri, Türkiye’yi de yakmazlar.
YAZIKLAR
OLSUN
Yeni Şafak Gazetesi’nin
yöneticileri.. Birinci sayfasına o manşeti atanlar.. Atabilenler.. Yazıklar
olsun. Mehmet Ali Alabora’nın oyununu “Gezi provası” diye manşete çıkartıp hedef
gösterdiniz ya.. Aklınızı Ankara’nın ellerine/kumandasına bıraktınız ya…
Yazıklar olsun. Halka yalan söylemek suçtur. Halka yalan söylemek ayıptır.
Yazarınız, Dolmabahçe Camii’nde olup bitenleri dürüstçe yazar ve bizleri
aydınlatırken, siz gazete yöneticileri halka yalan söylediniz. Mehmet Ali
Alabora’yı da hedef gösterdiniz. Yeni Türkiye’den ve medyasından anlamamız
gereken buymuş. Nice örnekle anlamıştık, biliyorduk. Yine de böylesini
beklemiyorduk. Yazıklar olsun!
BİR KOMPLO
TEORİSİ
Bugünlerde ortalık komplo
teorilerinden geçilmiyor. Başını da sağ olsunlar, Başbakan ve yaltakçı
gazeteciler çekiyor. Geçenlerde AKP MKYK üyesi bir beyefendi, “bunlar küresel
bir oyun” dedi ve şöyle bir iddiada bulundu: “Önemli yabancı medya kuruluşları
haftalarca önceden İstanbul’da, Taksim’den yayın için başvurup, canlı yayın
aracı rezerve etti..”
Yanlıştan dönemezseniz, öfkeyi
dindirmek yerine, üzerine gazla giderseniz böyle olur. Elinizde cafcaflı komplo
teorilerinden başka bir şey kalmaz. Baksanız, bu ülkenin AB Bakanı bile
Dolmabahçe Camii’ne “bizzat” gidiyor. İmam ile konuşuyor. O konuşmanın
sonrasında Başbakan çıkıp “Camiye ayakkabılarla girdiler.. İçki içtiler.. “ diye
esip savuruyor. İddiaları yalanlayan imam da soruşturmaya uğruyor.
Şimdi ben de sizinle bir komplo teorisi paylaşacağım.
Özellikle Ankaralı meslektaşlarım ve özellikle AKP çevrelerine yakın olanlar,
anlatacaklarımı iyi biliyorlar. Eksiğim yanlışım varsa düzeltsinler. Hatta rica
ediyorum, artık yazmaya başlasınlar. Gerçekleri dile getirsinler.
KUMRULAR SOKAK'TA BİR OFİS
Ankara’da Kumrular Sokak’ta bir apartman. Apartmanda bir
daire. Deniyor ki, o daire Amerikalı bir grup iletişim uzmanı için ofis olarak
tutulmuş. ABD’nin neocon kanadına yakın bu uzmanlar, AKP için
iletişim/propaganda stratejisi oluşturuyormuş. Sürekli ziyaretçileri arasında,
AKP’nin iletişim konusunda etkili/yetkili isimleri varmış. İddiaya göre, onların
başında da medya sorumlusu diyebileceğimiz Yalçın Akdoğan geliyormuş.
Bunun neresi komplo teorisi diyebilirsiniz. Öyle ya
artık her parti böyle profesyonel bir hizmet alıyor. Doğru. Zaten teori de, buna
ilişkin değil. O grubun, bir süre önce çekip gittiğine ilişkin…
Ankara’nın nabzını iyi tutan o meslektaşlarıma bakılırsa, zaten son
bir yıldır her tavsiyeleri yanlış çıkmış. Bu yüzden o grupla AKP’liler arasında
zaman zaman gerginlik bile yaşanmış. Birkaç ay önce de Amerikalı iletişimciler
“bizden bu kadar” deyip gitmişler.
Dedim ya
anlatanların yalancısıyım. Ama Dolmabahçe’de içki içildiğine dair iddialardan
bin kat daha akla uygun buluyorum.
Yorum Gönder