Evdeki hesaplar Çarşı'ya uymadı! - Ayşenur Arslan

Gençliğimde Beşiktaş taraftarıydım. İstanbul’da yaşamayan, (o sıralarda) futboldan anlamayan biri olarak, sanıyorum siyah-beyaz renkleri çekmişti beni. Daha sonra, rahmetli eşim ve (onun etkisiyle) oğlum Galatasaraylı olunca ben de “taraf” değiştirdim. Yıllar sonra, şimdi, artık ve nihayet… Köklerime geri dönüyorum. Galatasaraylı gençlerin “biz artık Gezi’de yokuz” açıklamasından başlayıp onlarca neden sıralayabilirim. Ama şimdilik bir tanesi yeter: ÇARŞI.

Çarşı derken, pek çok özellikten bahsedebiliriz. Gerek yok. Cesaret, vicdan ve her koşulda ahlak, Çarşı’yı anlatmak için yeterli. Elbette Gezi eylemini de..

Görmek için özel bir çabaya gerek yoktu. Ana akım / merkez / yaltakçı medyanın bile göstermek zorunda kaldıkları yeterliydi. Gezi’de alkol yasağından tutun da, el ele çevre temizliğine kadar ortak yaşamın inanılmaz bir örneği verildi. Gönüllü doktorlar.. Gönüllü yemek tedarikçileri.. Gönüllü temizlikçiler.. En iyi yaptıkları şeyi en şahane biçimde yapmak için gelen sanatçılar..

Oysa bu ülkenin başbakanı göre göre ne görmüş:

“Bakın Gezi Parkı’ndan aldığım haberler ne biliyor musunuz? Gezi Parkı pis kokudan geçilmiyor. Bunlar çevrecilik adına yapılıyor değil mi? Dolmabahçe Camii, ayakkabılarla caminin içine gireceksiniz, orada içeceksiniz ve bu ülkenin dini mabetlerine karşı bu saygısızlığı yapacaksınız, ne adına çevre adına!”

SORUN TEKER TEKER GELMİYOR Kİ!

Gezi’yi anlayamayan, bugünkü Türkiye’yi anlayamaz. Nitekim Erdoğan ve etrafındakiler de anlamıyor. Şaşkına dönmüş durumdalar. Bu patlamayı neyin tetiklediğini göremiyorlar. Gezi Parkı’ndaki o muazzam enerjiyi analiz edemiyorlar.

Ayrıca, (bakınız başlığa) evdeki hiçbir hesap çarşıya / Çarşı’ya uymadı. Uymuyor. Sıralayalım:

EKONOMİ TIKIRINDA.. MI? Konuştuğunuz her bankacı, her işadamı aynı şeyi söyleyecektir. Ekonomi çeklerle dönüyor. Evlerse kredi kartlarıyla. Uzmanlar, kredi kartları ödemesinde de çok kaygılı. “Her an patlayabilir” diyorlar. Başbakan’ın her konuşmasıyla doların fırlaması da, başlı başına bir kâbus. Türkiye’nin Cumhuriyet tarihinde görülmemiş boyutlara ulaşan cari açığını biraz daha kabartıyor. İthalata dayalı “kolay kazanç” yüzünden tarım, hayvancılık, seracılık can çekişiyor. Gezi olaylarına yönelik şiddetli saldırı ve alkol yasası yüzünden, en önemli girdimiz, turizm ağır yara aldı. En keyifli ve hareketli günlerini yaşaması gereken sektör, imdat sinyali veriyor.

SURİYE MURİYE..
Erdoğan, neredeyse kariyerini teminat altına aldığı Suriye meselesinde de tam bir çıkmazda. ABD ve Batılı ülkeler Suriye’ye müdahale konusunda istediğini vermedi. Vermeyecek. Onun yerine, muhaliflere (belki) silah yardımı yapacaklar. Böyle bir yardım, Suriye’deki gelişmeleri nasıl etkiler, kim bilir. Ancak her durumda bizi kötü etkileyeceği açık. Sınırlarımızdan elini kolunu sallayarak gelip gidenler artık ağır silahlarla donatılmış olacak. Alevler bizi giderek daha fazla etkileyecek. Bu arada, belki gözden kaçırmışsınızdır diye ekleyeyim: Esad güçleri, savaşın gidişatı açısından kritik önemdeki Kusayr’ı geri aldı.

KUZEY KÜRDİSTAN KONFERANSI ve adına “barış süreci” denilen bilmece.. 5 Haziran günü, Şırnak Uludere’de PKK’lılar askere taciz ateşi açtı. Asker yanıtlamadı. 7 Haziran günü, İmralı Heyeti Öcalan’la görüşmeye gitti. Selamlarıyla geri döndü. Öcalan “Gezi Parkı’ndaki direnişi anlamlı buluyor ve selamlıyorum” demişti. Nitekim, Taksim’deki kalabalıkta birden bire BDP flamalı ve Öcalan posterli gruplar belirdi. Pazar günkü büyük mitingde de yerlerini alıp, yüz binlerce kişiyle birlikte hükümeti protesto etti. Ardından, BDP Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş, “çekilmenin tamamlanmak üzere olduğunu ve sıranın ikinci aşamaya, yani demokratikleşme paketine geldiğini” söyledi. Bir ay içinde paketi beklediklerini belirterek, bir bakıma “mühlet” verdi. “Hükümet meseleyi ciddiye almayan bir yaklaşım içinde olursa, bu yanılgı olur” dedi. Şimdiii.. Şimdi sıra, ”yine görülmeyen / gösterilmeyen” bir başlıkta. 15 – 16 Haziran günlerinde, yani tam da Erdoğan’ın misilleme mitingleri yapacağı günlerde, Diyarbakır’da bir konferans düzenlenecek. Konferansın adı çok şey anlatıyor: “Kuzey Kürdistan Birlik ve Çözüm Konferansı”.. Erdoğan, bunca gelişmenin ardından ve üç seçimin öncesinde ne yana dönse dar! BDP’ye evet deyip, istedikleri yasal düzenlemeleri Meclis’e getirse bir türlü.. Getirmese bir türlü.. Kuzey Kürdistan Konferansı’na çatsa bir türlü.. Gezi’deki çocukları teröristlikle

Fethullah Gülen ve “sinirleri törpüleme” faaliyetlerinden.. Yeni Anayasa ve başkanlık hayallerinin suya düşmesinden.. Yanındakilerin birer birer “mızırdamaya” başlamasından söz etmiyorum bile.. Durumu hiç iyi değil. Sinirlerinin ne kadar bozuk olduğunu da, canlı yayında olduğunu unutup, eşi Emine Erdoğan’ı sert bir şekilde azarlamasından anladık.

Maalesef Türkiye şu anda “sinirleri bozuk bir adama ve ona ne söyleyeceğini şaşırmış üç beş akıldane”ye emanet. Umarız kendilerini yakarken, bizleri, Türkiye’yi de yakmazlar.

YAZIKLAR OLSUN

Yeni Şafak Gazetesi’nin yöneticileri.. Birinci sayfasına o manşeti atanlar.. Atabilenler.. Yazıklar olsun. Mehmet Ali Alabora’nın oyununu “Gezi provası” diye manşete çıkartıp hedef gösterdiniz ya.. Aklınızı Ankara’nın ellerine/kumandasına bıraktınız ya… Yazıklar olsun. Halka yalan söylemek suçtur. Halka yalan söylemek ayıptır. Yazarınız, Dolmabahçe Camii’nde olup bitenleri dürüstçe yazar ve bizleri aydınlatırken, siz gazete yöneticileri halka yalan söylediniz. Mehmet Ali Alabora’yı da hedef gösterdiniz. Yeni Türkiye’den ve medyasından anlamamız gereken buymuş. Nice örnekle anlamıştık, biliyorduk. Yine de böylesini beklemiyorduk. Yazıklar olsun!

BİR KOMPLO TEORİSİ


Bugünlerde ortalık komplo teorilerinden geçilmiyor. Başını da sağ olsunlar, Başbakan ve yaltakçı gazeteciler çekiyor. Geçenlerde AKP MKYK üyesi bir beyefendi, “bunlar küresel bir oyun” dedi ve şöyle bir iddiada bulundu: “Önemli yabancı medya kuruluşları haftalarca önceden İstanbul’da, Taksim’den yayın için başvurup, canlı yayın aracı rezerve etti..”
Yanlıştan dönemezseniz, öfkeyi dindirmek yerine, üzerine gazla giderseniz böyle olur. Elinizde cafcaflı komplo teorilerinden başka bir şey kalmaz. Baksanız, bu ülkenin AB Bakanı bile Dolmabahçe Camii’ne “bizzat” gidiyor. İmam ile konuşuyor. O konuşmanın sonrasında Başbakan çıkıp “Camiye ayakkabılarla girdiler.. İçki içtiler.. “ diye esip savuruyor. İddiaları yalanlayan imam da soruşturmaya uğruyor.

Şimdi ben de sizinle bir komplo teorisi paylaşacağım. Özellikle Ankaralı meslektaşlarım ve özellikle AKP çevrelerine yakın olanlar, anlatacaklarımı iyi biliyorlar. Eksiğim yanlışım varsa düzeltsinler. Hatta rica ediyorum, artık yazmaya başlasınlar. Gerçekleri dile getirsinler.

KUMRULAR SOKAK'TA BİR OFİS

Ankara’da Kumrular Sokak’ta bir apartman. Apartmanda bir daire. Deniyor ki, o daire Amerikalı bir grup iletişim uzmanı için ofis olarak tutulmuş. ABD’nin neocon kanadına yakın bu uzmanlar, AKP için iletişim/propaganda stratejisi oluşturuyormuş. Sürekli ziyaretçileri arasında, AKP’nin iletişim konusunda etkili/yetkili isimleri varmış. İddiaya göre, onların başında da medya sorumlusu diyebileceğimiz Yalçın Akdoğan geliyormuş.
Bunun neresi komplo teorisi diyebilirsiniz. Öyle ya artık her parti böyle profesyonel bir hizmet alıyor. Doğru. Zaten teori de, buna ilişkin değil. O grubun, bir süre önce çekip gittiğine ilişkin…
Ankara’nın nabzını iyi tutan o meslektaşlarıma bakılırsa, zaten son bir yıldır her tavsiyeleri yanlış çıkmış. Bu yüzden o grupla AKP’liler arasında zaman zaman gerginlik bile yaşanmış. Birkaç ay önce de Amerikalı iletişimciler “bizden bu kadar” deyip gitmişler.
Dedim ya anlatanların yalancısıyım. Ama Dolmabahçe’de içki içildiğine dair iddialardan bin kat daha akla uygun buluyorum.

Yorum Gönder

[blogger][facebook][disqus]

Kemalın Askeri

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget