Sayın Başbakan’ın son günlerde söylediği sözlerden yanlış olmayanı ayıklamaya çabalıyoruz; Başbakan, “Bizi millet getirdi, millet götürür” dedi; ara sıra da olsa “biz” dedi. “Eyvallah!” Doğru
söze ne denir? Peki, sokaklara akın edenler kim; uzaylı mı? Gençler,
kadınlar, sanatçılar, bilim insanları, işçiler; HALK… Binlerce insan
günlerdir sokakta yatıp kalkıyor. Binlerce değil de Sayın Başbakan’ın
dediği gibi, “üç beş çapulcu” bile olsa, onlar kim? Onları yok saymak, “Yüzde elliyi içerde zor tutuyoruz” demek doğru mu; ussal olmadığı belli de siyasal, bilimsel, insancıl bir yaklaşım mı?
İnsanlar,
yılların birikimiyle sokağa fırladı. Sokaktaki gençlerle kadınların
belirlediği resim çok ilginç. İlkin gençlere bakalım… Hiçbir zaman
gençlerden umudu kesmemiş biriyim; bu nedenle gençleri apolitik,
duyarsız, dünyadan habersiz, bencil, cep telefonu ve bilgisayar
“manyağı” diye adlandıranlarla tartıştığım çok olmuştur. Gençler, bu
kemikleşmiş görünen yargıyı tuzla buz ettiler. Adı üstünde onlar genç;
ne verdiysek onu alıyorduk; çarpık eğitim sistemi, derinleşen sınıf
farkı, her eve giren yoksulluk; üstüne üstlük inanç ve köken farkı
baskısı karşısında nasıl biçimlenecek, özgürce düşünmeyi, düşüncesini
özgürce dillendirmeyi nasıl başaracaktı bu çocuklar?
“Hamaset ve din”
Gençlerin son günlerdeki şahlanışına şaşıranlara, ders kitabı diye “bedava” sunulan
akıl, bilim, sanat dışı savlarla, yalanlarla dolu basılı kâğıtlara göz
atmalarını öneririz. Binlerce çocuğun ve gencin bulunduğu okullara on-on
beş bilgisayar koymak, bir bölüğünün eline içi ders kitaplarından
beter, “hamaset ve din” baskılı aydınlığı değil, öte dünyaya ve geçmişe özlemi körükleyen “tablet”ler tutuşturmak mı çağdaş eğitim? Çocuk ve gençlere yapılan en büyük kötülük “4+4+4”lük
dayatma değil mi? O güzelim kızlar, oğlanlar şimdi ceplerini,
bilgisayarlarını, tabletlerini direniş için kullanıyor ve teker teker
avlanıyorlar. Sayın Başbakan’a soruyoruz; siz değil misiniz “eli bilgisayarlı genç”
isteyen; işte gençler bilgisayarlı tüm olanakları özgürlük ve barış
için, hak aramak için kullanıyorlar. Aralarında yanlış yapanlar olsa
bile, onlara “çapulcu, vandal, marjinal… vb.” demek yerine, “aferin!”
gerekmez mi? Çünkü uygulayımbilimin anlam ve olanaklarını, kendini
halktan üstün görenlere öğretmek için kullanıyorlar. Gençler ve ana
babaları, siyasetçiyi “getirip götüren”ler; yani “millet”in ta kendisi değil mi?
Kadınlar
da Cumhuriyet tarihinin en büyük eylemi içindeler; çünkü kaç çocuk
doğuracaklarına, daha evliliğin ilk saatinde başkası karar verir oldu.
Varsıl düğünlerinde “En az üç çocuk yapın” dendikçe
(paşa konaklarını kapatanlar isterse 13 çocuk yapabilir), bizim basın,
TV’lerle gazetelere dana dişi gibi başlık atma yarışına girdi; genç
işsizin, asgari ücretlinin, ezilen sınıfların bir çocuğa bile sıcak aşla
yatak veremediği görmezden geldi. Doğurmak isteyip istemediğine,
kürtaja, sezaryene başbakanların karıştığı bir ülkede kadınlar bir öğün
sofra kuramaz, et kaynatamaz olmadı mı?
Yükseköğrenimlisinden okumaz yazmaz olanına dek kadınlar sokakta; belki bazısı kendini bekleyen tehlikenin ayrımında. Oysa “4+4+4”lük ucubenin ilk hedefi onlar; doğum izninin uzatılması bir oyun; evde okumayı, çalışmayı dayatan sözde “toplumsal projeler”le
toplumsal yaşamdan uzaklaştırılıyorlar. Ancak iktidar olmak isteyen her
parti, kadınların “oy”una da gereksiniyor. Kadınlara bu hakkı veren
kim; on yıldır kötülenen Atatürk! Hak arayan kadın kimin kızı, kimin
eşi, onlar “millet” değil mi?
Atatürk,
Cumhuriyeti gençlere “emanet” ederken, kadınlara seçme ve seçilme hakkı
verirken, geleceği düşünmüş; çevresindeki devrimleri kabullenmiş gibi
görünen döneklerin ve ardıllarının neler yapabileceğini öngörmüştü.
Tarih “millet”ini yani ulusunu, doğru tanıyan Atatürk’ü
bir kez daha doğruladı. Sayın Başbakan’ın ve yakın çevresinin de
dersini alacağı tek kaynak devrim tarihimizdir; çok gecikmiş olsa da
yanlıştan dönmek için örnek alacağı tek kişi de Atatürk’tür!
“Siyaset okulu”
Sokaklar, gençler ve kadınlar için hiçbir partinin örgütleyemeyeceği kadar gerçek ve dürüst “siyaset okulu” oldu; 90 yıllık birikim, itildiği bilinçaltından çıktı. Gençler, kadınlar ve erkekler; yani “millet”in özü, verdiği izni almak istiyor. Sayın Başbakan’ın “Benim bakanım, benim valim…” tekelciliğinin “benim ulusum” olarak çoğullaşmasını bekliyor! Sokak okulları, “ben”i, “biz”e dönüştürme dersi veriyor! Selam olsun hepsine!
Yorum Gönder