Pkk, Generallerin içinde olduğu helikoptere niye ateş açtı?
Birkaç günlüğüne gündem değiştirmek için kullanılacak gelişmelerden biri olarak düşünülen Gezi Parkı olayının, tüm Türkiye'ye yayılan protesto eylemlerine dönüşeceğini ve Avrupa Birliği'nin büyük tepkisine yol açacağını öngöremeyen iktidar, şimdi çıkış yolu arıyor. Başbakan Erdoğan her konuşmasında, beyin yıkama yöntemini kullanarak sürekli aynı konuları dile getiriyor. “Camiye ayakkabıyla girdiler, içki içtiler. Türbanlıları yerlerde sürüklediler” diyor. “Biz Müslüman'ız karşımızdakiler ise değil” anlamına gelecek cümleler kuruyor. Bizzat Caminin İmamı, “Ben Müslüman'ım yalan söylemem” diyerek yalanlamasına ve diğer iddialar da kanıtlanmamasına rağmen, Başbakan bunları AKP tabanının kafasına kafasına çakıyor. Erdoğan'ı destekleyen televizyon kanallarından başkasını izlemeyen, sorgulamayan kitleler ise dinlediklerini, hadis, kelam sayarak inanıyor. Başbakan'ın, halkın duyarlı kesimlerinin sokağa döküleceğini, kutuplaşmanın tehlikeli noktalara gideceğini bile bile öfke dolu konuşmalarını sürdürmesinin 2 nedeni var. Birincisi, terör örgütü PKK'nın başı Abdullah Öcalan'a verilen sözleri tutma zamanının gelmesiyle ilgilidir. Bu sözleri tutmanın bedelinin ağır olduğunu gördüler. Ama mecburlar, çünkü cini şişeden çıkardılar. Eski İngiltere Başbakanı Tony Blair'e bir röportajda sordular; “Her şey yolunda giderse ve barış sağlanırsa Öcalan'ın geleceği ne olur? Özgür kalır mı?” Elin Tony'si bizimkilerin saklamak için bin takla attığı gerçeği suratlara çarpıyor; “Hayatının geri kalanını hapiste geçirecek insanlarla barış anlaşması imzalayamazsınız, çünkü bunu bilen insan imzalamaz..” Geçtiğimiz hafta, Diyarbakır'da yapılan konferansta, Doğu ve Güneydoğu, “Kuzey Kürdistan” olarak ilan edildi. PKK'nın görevlendirdiği sivil milisler, kamuoyu sadece Cizre ve Nusaybin'i duymuşken, bölgenin birçok ilçesinde Kürdistan Güvenlik Gücü adıyla göreve başladı. Bunlar, üzerinde Öcalan fotoğrafı bulunan tişörtler giyerek, ellerinde telsiz, kimlik kontrolü yapıyorlar. Adam kaçırmalar, yol kesmeler, gerillaya (!) diploma törenleri de başladı. Daha da önemli olanı, Öcalan'a verilen sözlerde gecikme yaşanması üzerine, içinde Güneydoğu Asayiş Bölge Komutanı ve üst düzey komutanların bulunduğu helikoptere, Hakkâri'de ateş açıp vurulmasıydı. Bunlardan daha açık mesajlar olabilir mi? İkinci neden ise Suriye'dir. Reyhanlı'da 53 vatandaşımızın katledilmesi, bizimkilere “Suriye'ye müdahale sözünüzü yerine getirin” mesajıydı. Hizbullah da Esad'ın yanında savaşa katılmışken, İran, 4 bin kişilik komando birliği göndermişken, Rusya, “Dış müdahaleye karşıyım” diye uyarmışken, ne yapsın şimdi bizimkiler? Halka biber gazı, kurşun, basınçlı su sıkıp, üstüne toma sürüp öldürmek, gözleri kör etmek, vahşice dövmek kolay. Ama iş Esad'a gelince, feci dayak yiyeceklerini gördüler. Kısacası, Suriye krizi gündem değiştirmek için kullandıkları olay olmaktan çıkınca, nasıl çark ederiz arayışına girdiler. Ama eli beysbol sopalı ABD Başkanı Obama, Suriyeli muhaliflere verdikleri ağır silahları Türkiye üzerinden gönderdiklerini resmen açıkladı. Bizimkileri de sürekli arayıp, “Sizi siyasi ve ekonomik olarak 11 yıldır destekleyip, ülke içindeki muhaliflerinizi komplo kurarak içeri tıkıp, elinizi rahatlattıysak bunun borcunu ödemenin, yani Suriye'ye girmenin zamanı geldi” diye sıkıştırmaya başladı. Suriye krizi de, Barış süreci dedikleri konu da, 2 ucu pislikli değnek. Verdikleri sözleri tutmasalar, başlarına geleceği biliyorlar. İşte bu yüzden, gerginlik politikası ve yüksek tansiyon sayesinde mağduru oynayarak, dini değerleri kullanarak, gerçek dışı olayları sürekli tekrarlayarak, beyin yıkayarak kendi tabanlarını bir arada tutmanın derdine düştüler. Daha açık bir ifadeyle söylemek gerekirse, sayısal azınlıkta olan duyarlı kesimleri kandıramayacaklarını bildiklerinden, seçimlerde sayısal çoğunluğu sağlayan tabanlarını, kin ve öfke ile doldurup, arkalarında tutmaya çalışıyorlar. Başbakan'ın, konuşmalarında sürekli açık vermesi de, içine düşülen zor durumun göstergesidir. Samsun'daki konuşmasında, “Türkiye'de oynanan oyunların aynısı Brezilya'da oynanıyor” dedi. Oysa Brezilya Devlet Başkanı, Dilma Rousseff göstericilere şöyle sesleniyordu; "Barışçıl gösteriler, demokrasimizi güçlendirir. Biz liderler sokakların sesini duymak ve saygı göstermek zorundayız. Sesinizi duydum ve gerekli reformları yapacağımızın sözünü veriyorum" Erdoğan'a, Brezilya Devlet Başkanı, “sokakların sesini duymak ve saygı göstermek zorundayız” derken, siz herhangi bir ses duymuyor musunuz diye sormaya cesaret edeceklerin alacağı yanıt ne olur? Başbakan yine Samsun'da, “CHP hiçbir zaman milletle yürümedi, hep terörle yürüdü” diye konuştu. CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu kalkıp da Erdoğan'a, “Terör örgütü PKK ve lideri Öcalan ile yürüyen kim” diye sorarsa ne yanıt verecek. Erdoğan, Kılıçdaroğlu'na, “Sen CHP'ye Genel Başkan olamadın. Olsa olsa CHP Genel Müdürü olursun” diye seslenmişti. Kılıçdaroğlu da, “Sen de Türkiye'ye Başbakan olamadın. Ola ola içinde Türkiye'nin de bulunduğu 23 ülkeyi bölecek, Büyük Ortadoğu Projesi'nin Eşbaşkanı oldun” diye seslenirse. O zaman ne yanıt verecek? Başbakan ve çevresi, yaşadıkları öfkenin etkisiyle yaptıkları yanlışları görmüyor. Öfkeyle kalkanın zararsız oturduğunu gören oldu mu şimdiye kadar?
Yorum Gönder