Bundan bir hafta öncesine kadar memleketin havası ne kadar da farklıydı değil mi?
Belki yine de belli ölçülerde konuşanı vardır ama İstanbul’da belediye
seçimlerinin nasıl alınacağı konusunda hemen herkes bir şeyler söylüyor,
bir çıkış yolu bulmaya çalışıyordu.
-Acaba nasıl yapsak da AKP’nin elinden şu seçimi alsak.
Öyle ya, İstanbul’u almak aşağı yukarı iktidarı almak kadar önemliydi.
Bir kere siyasi iktidarın beslenme kaynakları kurutulacaktı, moraller
yükselecekti ve ülkenin beşte birinin yaşadığı kentteki başarı işin geri
kalanını da kolaylaştıracaktı.
Haydi, şimdi tek tek saymayalım
ama ya “falan adamın ne kadar da siyaset canbazı olduğu”ndan,
seçimlerde ne kadar para harcayabileceğinden, kumanya
dağıtabileceğinden; ya da filan memleketlilerden olsa, fişmekanlılardan
olmasa daha iyi olur”una kadar pek çok “siyasi görüş” dolaşıyordu
ortalarda.
Ve anlaşılan bu konuda çok net bir görüş de yoktu
ki; her an, birbirini nakseden yani bir öncekini reddeden haberler
çıkıyor ya da çıkarılıyordu.
-“Tamamdır, bu iş bitmiş.”
-“Hayır, anlaşamamışlar.
-“Öyle olmazsa kabul etmem demiş”
-Bilmem kim de bilmem kimi destekliyormuş, zaten onlar eski ortaktı”
………
benzeri binlerce ağızdan neredeyse on binlerce kulağa fısıldanan “tüyo”lar.
*
Bu işlere kulak kabartmış olanlar çok iyi bileceklerdir; dikkat
edilirse bu söylenti ya da arayışların içinde, hemen hemen hiçbir “tüyo”
ya da siyasal tahminde bu ülke ve dolayısıyla İstanbul kentinin
29,7’lik ortalama yaşına yani genç nüfusuna şirin görünecek bir arayış
yoktu.
Hani belki onlara şarkıcı türkücü dinletip meydanlarda
toplayanlar ve o konser kalabalığını siyasi gösteri haline getirmeler
düşünülüyordu, otobüsler kiralayıp şu kadar ilçenin partilileri ve bu
arada gençlerini iyi kötü bir araya getirmek hayal ediliyordu, o
topluluğu o meydanlarda birkaç saatliğine muhafaza edebilmek başarı
sayılabilecekti ama galiba hepsi hepsi o kadarla sınırlıydı.
Sonra ne oldu? Ne kimse doğru dürüst meydanlara çağırıldı, ne falan kişi
kürsülere çıktı, ne otobüslerle “taşıma” yapıldı… Hiç biri. Tam aksine;
yollar kesildi, gazlar basıldı, sopalar sallandı ama koca bir İstanbul,
özellikle de o siyasette bir kenarda duran gençlik, yanı sıra “böyle
siyaset olacaksa ben yokum” diyen insanlar akın akın meydanları
doldurmadı mı?
Üstelik başka zaman “Gelin millet kente sahip çıkın
bakın belediye başkanınızı seçiyorsunuz” denmesine rağmen kılı
kıpırdamayan çok geniş bir kitle bir anda ve daha önce fark edilemeyen,
çoğu siyasetçinin aklına bile gelmeyen sihirli bir olayla tam da yerel –
genel siyasetin içine dalmadı mı? Hatta dalmak ne kelime, “demir”
atmadı mı?
*
Şimdi muhalif siyaset ve siyasetçilerin üzerine bir güneş doğmuştur.
Yaşanan baharlardan biri de, eğer akıllıca kullanılırsa siyasetçinin baharı olacaktır.
Kara bulutlar, o ağır hava hiç beklenmedik bir biçimde dağılmıştır.
Havanın “mütehavvil” yani değişken olduğunu daha önce biz de çok yazıp
söylemiştik ama doğrusu bu kadar kuvvetli bir rüzgarı, hatta rüzgar ne
kelime kasırgayı tahmin edememiştik. Hava gerçekten beklenmeyen biçimde
değişmiş, ülkenin her yanında olduğu gibi İstanbul’da da halkın gönlünün
nasıl bir yönetimde olduğu, bu yönde bir gayret görürse, bırakın alt
tarafı sandığa gidip oy vermeyi, canını dişine takıp bu işe nasıl da
sahip çıkacağı görülmüştür.
İstanbullu sınavını vermiştir.
Şimdi sıra İstanbul adaylarını belirleyecek ve dolayısıyla halkın beklentilerini karşılayacak olan siyasilerimizdedir.
Siyaset baharı, şimdi bu siyasetin yeni siyasetçilerinin de filizlenmesini beklemektedir.
Umarız bu ülkenin kaderini belirlemede sorumluluğu olanlar, bu ülkenin
kötü gidişini biz değiştireceğiz diyenler işte bu gerçeği göz önünde
bulundurarak esen rüzgarı çok kısa zamanda arkalarına alırlar.
Bakalım…
Bunu biz de göreceğiz, tarih de mutlaka yazacak.
Bülent SOYLAN
Yorum Gönder