Rize'deki derin devlet - Rıza Zelyut

Dün, İzmir polisi içindeki Ergenekoncu diye gösterilebilecek unsura dikkat çekmiştim. Sivil elbise giydirilen bazı polislerin eline sopalar verilmiş; hükümeti protesto eden kitleye saldırtılmıştı. Bunun anlamı nedir? Kitleleri birbirlerine karşı kışkırtmak; çatışma çıkartarak ülkeyi yangın yerine çevirmek değil mi?
Peki sivil çatışma çıkan bir ülkede hükümetin işbaşında kalması mümkün müdür?
Hayır.
Öyleyse; polis içinde AKP iktidarını devirmeye çalışan bir odak vardır. Bunlar göstericileri; sanki hükümet yanlısı siviller gibi tahrik etmektedirler.
Ya sonra?
Türkiye'yi karıştıracak projeyi yürüten derin polis değil, twitterden mesajlaşan protestocular gözaltına alınıyor.

MADIMAKÇILAR

Geçen gece bu oyunun bir başka ayağını Rize'de gördük.
Rize merkezde Birleşik Kamu İş Konfederasyonu'na bağlı temsilciler ile Atatürkçü Düşünce Derneği (ADD)  ve Türkiye Gençlik Birliği üyesi  gençler "Gezi Parkı" olaylarını bir basın açıklaması ile protesto etmek istiyorlar. Bu esnada güya iktidar yanlısı bir grup, bunlara laf atmaya başlıyor. Basın açıklaması yapan Rizeliler; daha fazla gerginlik yaşanmaması için programlarını yarıda keserek dağılmaya başlıyor. Ama polisin etkisiz  tavrını gören öbür grup açıklama yapanlara saldırıyorlar. Saldırıya uğrayanlar sendika binasıyla ADD bürosuna sığınarak canlarını zor kurtarıyor. Polis neden saatlerce bu saldırganlara karşı etkin önlem almadı?
Bu olayda asıl dikkat çeken olgu ise Rize Belediye Başkanı Halil Bakırcı'nın tavrı. Saldırganlara gülücükler dağıtan Belediye Başkanı; aklıma Sivas Madımak Oteli'nde yaşananları getirdi.
O katliam; siyasete yön vermeye çalışan derin devlet tarafından planlanmış; dinsel hassasiyeti yüksek kitleler kullanılarak uygulanmıştı. Hatırlayın; orada da Belediye Başkanı göstericilere gülümsemiş; polis göstericilere hiç dokunmamış; jandarma da seyretmişti... Madımak örneğinde görüldüğü üzere; "Bizim çocuklar!" anlayışı; faciaya davete çıkarmaktır. Geçen gece o derin devletin hayaleti Rize'deydi...
Tekrar ediyorum: Eğer Türkiye'de halk birbirine girerse; bundan en büyük zararı iktidardaki parti görür. Hiçbir iktidar, böyle bir çatışmadan sonra başta kalmamıştır.
Öyleyse; iktidar yanlılarının daha soğukkanlı davranması şarttır. Bu konuda sorumluluk öncelikle AKP'li yöneticilere; belediye başkanlarına düşmektedir.

YÜZDE 50

Gösterilerde ortaya çıkan temel gerçek; Başbakan Erdoğan'ın üslubundaki sertlik ve aşağılamaya duyulan tepkidir.  Sayın Erdoğan; "Arkamda ne dersem yapacak yüzde 50 var!" anlayışının yanlışlığını artık görmeli ve bundan vazgeçmelidir.
Eskiden beri bütün başbakanları eleştiren bir yazarım. Nasıl olsa öven çok ya... Sayın Erdoğan'ı da eleştirmek temel görevim. Eleştiririm ama onu kendimin de başbakanı olarak kabul ederim. Sadece ben değil; kendisinin dışladığı yüzde 50'nin büyük bölümü de onu "başbakan" olarak görüyor; kabulleniyor.
Sorun; Başbakan'ın o yüzde 50'yi kendi vatandaşı olarak görüp görmemesinden çıkıyor.
Bu sorunun cevabı artık Balkon Konuşması ile verilemez. Böyle bir konuşma artık ikna edici de olamaz.
Peki ne yapılmalı?
Üslup genel anlamda yumuşatılmalı; bir...
Uygulamalar, muhalif yüzde 50'yi de kapsamalı; iki...
Şimdi, söz değil uygulama zamanı...
O da yüzde 50'nin değil yüzde 100'ün başbakanı olmakla mümkündür.

Yorum Gönder

[blogger][facebook][disqus]

Kemalın Askeri

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget