Dün, İzmir polisi içindeki Ergenekoncu diye gösterilebilecek unsura 
dikkat çekmiştim. Sivil elbise giydirilen bazı polislerin eline sopalar 
verilmiş; hükümeti protesto eden kitleye saldırtılmıştı. Bunun anlamı 
nedir? Kitleleri birbirlerine karşı kışkırtmak; çatışma çıkartarak 
ülkeyi yangın yerine çevirmek değil mi?
Peki sivil çatışma çıkan bir ülkede hükümetin işbaşında kalması mümkün müdür?
Hayır.
Öyleyse;
 polis içinde AKP iktidarını devirmeye çalışan bir odak vardır. Bunlar 
göstericileri; sanki hükümet yanlısı siviller gibi tahrik etmektedirler.
Ya sonra?
Türkiye'yi karıştıracak projeyi yürüten derin polis değil, twitterden mesajlaşan protestocular gözaltına alınıyor.
MADIMAKÇILAR
Geçen gece bu oyunun bir başka ayağını Rize'de gördük.
Rize
 merkezde Birleşik Kamu İş Konfederasyonu'na bağlı temsilciler ile 
Atatürkçü Düşünce Derneği (ADD)  ve Türkiye Gençlik Birliği üyesi  
gençler "Gezi Parkı" olaylarını bir basın açıklaması ile protesto etmek 
istiyorlar. Bu esnada güya iktidar yanlısı bir grup, bunlara laf atmaya 
başlıyor. Basın açıklaması yapan Rizeliler; daha fazla gerginlik 
yaşanmaması için programlarını yarıda keserek dağılmaya başlıyor. Ama 
polisin etkisiz  tavrını gören öbür grup açıklama yapanlara 
saldırıyorlar. Saldırıya uğrayanlar sendika binasıyla ADD bürosuna 
sığınarak canlarını zor kurtarıyor. Polis neden saatlerce bu 
saldırganlara karşı etkin önlem almadı?
Bu olayda asıl dikkat 
çeken olgu ise Rize Belediye Başkanı Halil Bakırcı'nın tavrı. 
Saldırganlara gülücükler dağıtan Belediye Başkanı; aklıma Sivas Madımak 
Oteli'nde yaşananları getirdi.
O katliam; siyasete yön vermeye 
çalışan derin devlet tarafından planlanmış; dinsel hassasiyeti yüksek 
kitleler kullanılarak uygulanmıştı. Hatırlayın; orada da Belediye 
Başkanı göstericilere gülümsemiş; polis göstericilere hiç dokunmamış; 
jandarma da seyretmişti... Madımak örneğinde görüldüğü üzere; "Bizim 
çocuklar!" anlayışı; faciaya davete çıkarmaktır. Geçen gece o derin 
devletin hayaleti Rize'deydi...
Tekrar ediyorum: Eğer Türkiye'de 
halk birbirine girerse; bundan en büyük zararı iktidardaki parti görür. 
Hiçbir iktidar, böyle bir çatışmadan sonra başta kalmamıştır.
Öyleyse;
 iktidar yanlılarının daha soğukkanlı davranması şarttır. Bu konuda 
sorumluluk öncelikle AKP'li yöneticilere; belediye başkanlarına 
düşmektedir.
YÜZDE 50
Gösterilerde ortaya
 çıkan temel gerçek; Başbakan Erdoğan'ın üslubundaki sertlik ve 
aşağılamaya duyulan tepkidir.  Sayın Erdoğan; "Arkamda ne dersem yapacak
 yüzde 50 var!" anlayışının yanlışlığını artık görmeli ve bundan 
vazgeçmelidir.
Eskiden beri bütün başbakanları eleştiren bir 
yazarım. Nasıl olsa öven çok ya... Sayın Erdoğan'ı da eleştirmek temel 
görevim. Eleştiririm ama onu kendimin de başbakanı olarak kabul ederim. 
Sadece ben değil; kendisinin dışladığı yüzde 50'nin büyük bölümü de onu 
"başbakan" olarak görüyor; kabulleniyor.
Sorun; Başbakan'ın o yüzde 50'yi kendi vatandaşı olarak görüp görmemesinden çıkıyor.
Bu sorunun cevabı artık Balkon Konuşması ile verilemez. Böyle bir konuşma artık ikna edici de olamaz.
Peki ne yapılmalı?
Üslup genel anlamda yumuşatılmalı; bir...
Uygulamalar, muhalif yüzde 50'yi de kapsamalı; iki...
Şimdi, söz değil uygulama zamanı...
O da yüzde 50'nin değil yüzde 100'ün başbakanı olmakla mümkündür.  
 

Yorum Gönder