Liderlerin Kişiliği Ülkelerin Kaderi? - Bozkurt Güvenç
Emre Kongar, “Erdoğan’ın Öfkeli Psikolojisi Ülkenin Kaderi” midir, sorusuyla başladığı köşe yazısını, “Türkiye, tek bir kişinin bu öfke dolu çatışmacı psikolojisine mahkûm mudur” sorusuyla noktalıyordu (Cumhuriyet, 4 Haziran). Medyada, Gezi Parkı olayları tartışmalarında, Erdoğan karizmasının sonu mu? Marjinal (azınlıkta olan) kim: Yandaşlar mı, karşıtlar mı? Bu sorulara yanıt aranıyor.
Kişilik ve kader
Sorular ve yanıtlar, Başbakan’ın Taksim Gezi Parkı’ndaki çevrecileri, kışkırtılmış azınlıklar eleştirisiyle patladı, gösteriler yayıldı. Lider Erdoğan’ın partisi içinde ve medyada marjinalleşme sorununu getirdi gündeme. Liderin öfkeli, çatışmacı ve buyurgan psikolojisi, aslında, bir “temel kişilik” sorunudur. Kişilik, ana kucağındaki bebeğin hayati taleplerinin, toplumsal amaç ve hedeflerle etkileşimiyle oluşan bir iç örgütlenme; 7’den 70’e değişmeyen, canın derinlerindeki bir ruh veya davranış halidir.
Bu biyokültürel oluşumun hayat boyu süren egemenliği, geleneksel toplumlarda bir alın yazısı, insanların akıl erdiremediği, ecel gibi, Tanrı takdiri bir “kader” (yazgı, talih, şans) olarak hep tevekkülle karşılanmıştır.
Kişilik yapısıyla kader yeniden gündemdedir: Kişilik mi kaderi belirliyor yoksa kader mi kişiliği? İnsan yavrusu, doğacağı aileyi ve kültürü seçemediğine göre, sakın, değişmeyen kişilik de kader gibi bir takdiri ilahi olmasın?
Neden-sonuç tartışması
Sağduyu, iki olay/olgu arasında bir etkileşim olduğunu kabullenmiş görünse de sorgulamaktan geri kalmıyor: Değişmeyen kişiliği ile sosyal-kültürel değişime ayak uydurmaya çalışan insan, gençlik ve olgunluk çağlarında kaderini belirleyecek davranışlardan sakınabilir mi? Dinler, inançlar, töreler ve felsefi atik ve politika sanatı, işte bu sorunu çözmeye çalışıyor: N’apalım, nasıl?
Fi RAvun; Mısır’ın en güçlü RA tanrısının oğluydu. Yetkisi, emirleri tartışılamazdı. Ne ki halkın beklentilerini karşılamadığında öldürülür ve yerini yeni Fi RAvun’a bırakırdı. Hayatı bir değişim olarak gören Budha, beşeri ıstırapların çaresini, arzu ve ihtiraslardan kurtuluşu öğreten “orta yolda” arıyordu. Aristo, Polika ve Etik’te “orta yol” erdemini sürdürdü. Tanrı Apollo’nun, “Kendini bil” emri, Hıristiyan öğretisinde yer aldı; bu, İslamiyete “haddini bilmek” olarak yansıdı: “Sen seni bil sen seni, yoksa bildirirler haddini!” Bilim ve teknoloji çağında, “Medeniyeti, insanın doğaya egemenliği” gibi yorumlayan Batı, Uzakdoğulu bilgelerin izinde, yaşam küreyi kurtarmaya çalışıyor.
Bilim öncülerinin katkıları
Rousseau’dan sonra, Marx-Engels ikilisi, kapitalist düzenin, insanı kendine, topluma ve türüne yabancılaştırdığı gerçeğini gördü: Ekonomik altyapı, kültürel üstyapıyı belirliyordu. Darwin, Evrim Kuramı’yla, Tanrı’yı reddetmeden, kutsal “yaratılış” inancını sarstı. Freud, ruh (kişilik) ve cinsiyet sorunlarının kaynağını ailedeki erken eğitimde aradı ve buldu. İtaat ekenler isyan biçiyordu.
Ruth Benedict, küçük toplulukların farklarını vurgulayan eserini, “Tanrı, başlangıçta, kaderini içmesi için insana topraktan bir kap verdi” cümlesiyle açıyordu. Hıristiyanlar bu sunuştaki Tanrı ve kadere teslimiyeti çok sevdiler. Erik Erikson, dünyayı altüst eden çağdaş diktatörlerinin kişilik yapısını erken yaşlardaki eğitim süreciyle açıkladı. Nikolai Hartmann, “Canlıüstü” varlık adını verdiği medeniyeti, atalarımızın yarattığını doğruladı. İnsan, böylece kendi yarattığı medeniyetin bir çocuğu oluyordu.
Kültür kişilik alanı
Altyapı, üstyapıyı belirliyorsa, altyapıyı belirleyen neydi? Marxistler, “Uzun süremde üstyapı!” diyordu. Sosyal demokrat Erich Fromm, “Altyapı-Üstyapı ilişkisini” sorguladı. İlişki doğrudan değil, İnsan Kişiliği ile dolaylı kuruluyordu. Toplum, kendi töresine uygun kişilerle, altyapıyı kuruyor; altyapı (ekonomik ilişkileri) da aynı kişi ve kişiliklerle üstyapıyı belirliyordu. Süreç, vadeli değil, sürekliydi. Kişi ve kişilikler aynı anda iki yönlü bir köprü görevini yerine getiriyordu. Whiting’in sosyal kültürel-kişilik modeli sosyal bilimlerde benimsenmiş görünüyor. Sosyal kişilik mutlak bir çoğunluk değilse bile dağılımda güçlü olan modal (baskın) bir ortalamadır. Genetik yakınlıklar kişilik türlerini teke indirgemiyor.
Kültür varlığı, kadını erkek, erkeği kadın yapabilir, diyen Margaret Mead, insanbilimde destek bulamadı. Kalıtımcılarla ırkçılar geri döndü. Genetik bilimi, kişilik kuramını reddetmeden genlerin katkısını araştırıyor.
Liderin kişiliği mi demokrasi mi?
Söz, ister istemez, “lider kişiliği”ne geldi. Lider, toplu gösterilerle değişmeyeceğine göre n’olacak? Erdoğan, gösterilerden “marjinal” kışkırtıcıları sorumlu tutarken, muhalif Cem Ryan, “çömleğin patladığı”nı, güçlü liderin marjinalleştiği görüşünü savunuyor. Dünya liderleri ve basını, “Demokrasinin nihai kaynağı olan halkın sesine kulak verin” diyor. Başkan adayı Senatör McCain, Brookings konuşmasında, “Türkiye’deki olaylar” sorusunu, mealen ve kısaca yanıtlıyor: Modern Türkiye’nin, laik Cumhuriyet ilkelerinden adım adım uzaklaşarak şeriata yönelmesini biraz hayret ve kaygıyla izliyor, Bakan John Kerry’nin dostça uyarısını uygun buluyor.
Siyasi ve ideolojik kutuplaşmanın sürdürüldüğü ülkemizde, barışçı çözümün, seçim veya halkoylamasıyla değil, liderin kendi parti grubunda ve yakın çevresinde bulunacağını düşünüyorum. Tarih ve sağduyu, “Ülkenin kaderi liderin kişiliğine mahkûm değildir -ya da- olmamalıdır” diyor. Dinleyelim.
Yorum Gönder