Türkiye’de terörle mücadele iki ana koldan devam ediyor.
Bir yanda PKK terör örgütüne karşı sürekli şekil değiştiren, açılıp kapanan
bir mücadele var...
Öte yanda başta Ergenekon iddiası olmak üzere hükümete muhalefet eden, hükümetin kapsama alanı dışında olan her kesimi terörist ilan edip onlardan “terör örgütü çıkarma” mücadelesi var...
Daha düne kadar PKK bir eylem yaptığında terör örgütünden önce güvenlik güçleri hükümetin ve medyasının hedefi olurdu. Neredeyse, “terör örgütü ile mücadele etme, şehit olma, yaralanma ve çatışmaya girme suçu” oluşturulacaktı. Hatta fiilen oluşturuldu bile.
Terörün boyutlarındaki artış ister istemez hükümetin de sorumluluğunu öne çıkarınca iş, sık sık olduğu gibi, “sözün bittiği yere” geldi!
Tüm sağduyulu kesimlerin üzerinde birleştiği saptamalardan biri şu:
“Terörle mücadelenin topyekün yapılması gerekir.”
Oysa hükümete bakıyoruz; kararlılıkmış gibi gözüken ama sonuçlarına bakıldığında “amaç ne” sorusunu sorduran bir dizi açıklama!
İşte birkaçı:
“Askerle olmuyor, polisle mücadele edelim.”
“Araya bir süper yetkili vali koyalım.”
“Ramazan bitsin dümdüz edelim.”
“Yok ramazanı beklemeyelim, hemen adım atalım.”
“Herkesten yer tayini isteyelim; kişiler, partiler teröre karşı saflarını netleştirsin...”
Bütün bunlar ne yazık ki, terörle mücadelenin inşasında bile politik hesap yapmanın kaçınılmaz sonuçları.
***
Yeni terör örgütleri yaratma girişimlerine gelince...
Hükümetin medyası bu işi zaten bitirdi, infaza geçti. Yargı ise kendi ifadesiyle “gerçeği arama” arayışını sürdürüyor. Gazeteciler, akademisyenler, yaşamlarını terörle mücadeleye adamış askerler, polisler henüz saptanamamış, bilinen terör örgütlerinin de üstünde bir terör örgütünün üyesi oldukları gerekçesiyle tutuklu olarak yargılanıyorlar.
12 Ağustos günü İkinci Ergenekon davasının 130. duruşmasında, gelinen noktada siyasi sorumluluğumun da olduğunu anımsatarak mahkeme heyetine şunu önerdim:
“Ben Türkiye haritasına, güzel bir tablo gibi aşkla bakan bir kişiyim. Bizi bu ülkede terörist olduğumuz iddiasıyla yargılıyorsunuz. 4 yıldır iddia ettiğiniz örgütün varlığına ilişkin kesin bir bulgu da ortaya çıkmadı, çıkarılamadı. Ben partimin değerlendirmesine de sunmak üzere Meclis’te böyle bir terör örgütünün varlığının araştırılmasına ilişkin komisyon kurulmasını öneriyorum. Eğer böyle bir örgütün varlığı kanıtlanırsa; yazmazsam, söylemezsem namerdim.”
Mahkeme Savcısı Mehmet Ali Pekgüzel, Ergenekon’un 1996 yılında Meclis’te gündeme geldiğini, bu yönde bir ihbar olduğunu söyledi.
1996’da dönemin TBMM Susurluk Komisyonu’nda “yazar Ümit Oğuztan’ın iddiaları” başlığı altında bir değerlendirme yer almıştı. Buna göre, CIA, mafya bağlantılı, Gladyo, Ergenekon adı altında devletin içine yerleşmiş bir yapı var.
Bu iddiayı ortaya atan Oğuztan, bugünkü Ergenekon davasıyla o gün söylediklerinin farklı şeyler olduğunu söyledi. Bu ifade dava dosyasına da girdi.
İşte ben de yineliyorum ki; Pekgüzel’in de kıymet verdiği o iddialar daha ciddi araştırılsın, gerçek ortaya çıksın. Gerçek anlamda terör faaliyeti nedir, bizlerden terörist olur mu olmaz mı araştırılsın! Bunu mahkemenin yapabileceğine dair umutlar tükenirken belki sanıklara gerçeğe ulaşma yolu açılır...
***
Kaderin cilvesine bakın ki, Hakkâri’de 10 askerimizi teröre kurban verdiğimiz saatlerde İstanbul Beşiktaş’ta bir o kadar asker “terör örgütü üyesi” olduğu gerekçesiyle tutuklanıyordu.
Hep vurguluyoruz; yargıdan kaçan yok, yargılama yapılmasın diyen yok, dokunulmazlık isteyen yok...
Ama bu yaşadıklarımız, hukuk diliyle söylemek gerekirse, “hayatın olağan akışı” değil...
Tek kişilik hücreden şehit cenazelerini hüzünle, öfkeyle, kahırla izliyorum...
Mustafa Balbay/Cumhuriyet
Yorum Gönder