Gerçekle yüzleşmek iyidir iyi olmasına ama ovayı net görmek için tepeye iyice çıkıp baktığımızda karşı karşıya bulunduğumuz cari açık belası ister istemez, “Bildiğiniz gibi değil!” dedirtiyor insana.
IMF verilerini kullanarak en çok cari açığı olan ülkeleri sıraladığımızda, mutlak sayı olarak Türkiye’nin en iyi ihtimalle 2011 sonunda 70.7 milyar dolar olarak beklenen cari açığının ABD, İtalya ve Fransa’nınkinden sonra en büyük açık olduğu görülüyor. Ama burada esas bakılması gereken milli gelirinize göre cari açığınız. İşte orada Türkiye’nin cari açık belasıyla beraber müflis bir ülke durumuna gelen Yunanistan’ın hemen altında, bir diğer müflis Portekiz’in üstünde olduğunu görüyoruz.
En çok cari açık veren ilk 13 ülkenin 2011 milli geliri 30.5 trilyon dolar olarak tahmin edilirken bunun yarısı tek başına ABD’nin ve yine “son imparator”, 1 trilyon dolarlık cari açıkta yüzde 54.4 paya sahip. Yine de ABD’nin cari açığı vahim sayılmıyor. Çünkü milli gelire oranı yüzde 3.7 gibi “makul” sayılabilecek bir oranda. En fazla cari açığı olan ülkelerin çoğu yüzde 1 ila 4 arası cari açık/GSYİH oranına sahipler. İçlerinde en kritik orana sahip olanlar, sırasıyla Yunanistan, Türkiye, Portekiz, Polonya ve İtalya. Yunanistan ve Portekiz zaten havlu atmış ülkeler. Polonya, Türkiye’nin yüzde 60’ı kadar bir ülke ve cari açığı Türkiye’ninkinin üçte biri. İtalya’nın cari açığı ise milli gelirinin yüzde 4’ünün biraz üstünde. Ama Türkiye öyle mi? Türkiye milli gelirinin yüzde 9’u oranında cari açık veren ülke olarak diğerlerinden iyice ayrışıyor ve dudak uçuklatıcı bir görüntüye sahip. Bu görüntüyü, derecelendirme kuruluşları başta olmak üzere yabancı finansörler, yatırımcılar da görüyor ve bu kadar riske batmış ülkeye fazla yanaşmamaya, yatırım yapmış olanlar ülkeden çıkmaya başlıyorlar.
Son bir yılda 47 milyar dolarlık cari açığı 71 milyar dolara çıkarma “başarısı” gösteren AKP iktidarı, izlediği sıcak paraya dayalı büyümenin gereği “yüksek faiz-düşük kur” politikası ile ekonomiyi bu vahim duruma soktu. Şimdi ise bu durumdan çıkmak için düşük bir büyüme hedefine fit görünüyor. Ama öylesine kırılgan durumda ki bütün göstergeler, bunu nasıl yapacakları belli değil. Cari açığın bu kadar büyümesine neden olan ithalata bağımlı büyümenin kimyasını kısa zamanda değiştirmek kolay ve mümkün değil. Büyüme oranını düşürerek ithalatı azaltmaya, oradan cari açığı düşürmeye niyet etseler de bu kez dış pazarları daralan ekonominin, içeride de büzülerek önemli bir küçülmeye uğramasından endişe ediyorlar. Döviz kurunun, örneğin doların 1.70 TL’nin üstüne çıkmaması için gayret gösteriyorlar ama kur 1.80 TL çıtasını aşmanın eşiğinde. Burada direnir ve kendine yer yaparsa, borçlu firmaların TL karşılığı yükleri ciddi oranda artacak ve firmalarda önemli sıkıntılar, belki iflaslar yaşanacak. Bu da beraberinde bankacılık sistemini sıkıntıya sokacak. Bunun paralelinde yükselmiş kur, enerji, ilaç, kimya gibi zorunlu ithalatı pahalılaştırıp maliyet enflasyonunu da körükleyecek.
Özetle, sessiz sedasız, hoyratça bir batağa sürüklendi Türkiye. AKP, dramatik bir daralmayı nasıl önleyecek? Daralmanın getireceği yüksek işsizlik ve yoksullaşmanın, sanayi erozyonunun önü nasıl alınacak? Çok güvenilen bankacılık sistemi ve “mali disiplin içindeki bütçe”, yaklaşan fırtınaya ne kadar dayanabilir?
2008 sonbaharı, 2009 kışında yaşadıklarımızdan besbeteri ufukta görünüyor. Bizden söylemesi…
Mustafa Sönmez/Cumhuriyet
Yorum Gönder