26 Ağustos 1922 günü Afyon’da başlayan, 30 Ağustos’ta ivme kazanan ve 9 Eylül 1922 sabahı İzmir’in alınmasıyla sonuçlanan “Büyük Taarruz” görkemli ve destanımsı bir utkudur.
Atatürk’ün; “Biz; bizi yutmak isteyen kapitalizme ve bizi mahvetmek isteyen emperyalizme karşı bir meslek izleyenleriz” şeklinde ortaya koyduğu “Milli Mücadele” amacı, “mazlum ulusların” esinlendiği evrensel etkiler yaratmıştır. “İzmir’e boynumuzda Halife’nin idam fermanıyla girdik” diyen İnönü de sömürgecilere teslim olmuş bir siyaseti dünyaya teşhir etmiştir.
Şanlı Anadolu İhtilali; üç askeri iki de siyasal başarı üzerine kuruludur. İnönü, Sakarya ve Dumlupınar savaşlarıyla Mudanya ateşkes ve Lozan barış antlaşmaları, yaşanılan sürecin aşamalarıdır. “Sevr’in” alçaltıcı hükümlerini yadsıyan bir halkın canını dişine takarak ulaştığı safhaları iyi değerlendirmelidir. Bu süreç ve sonrasına ilişkin; noksan, kasıtlı ve gerçek dışı bakışların yanıtlanması zorunlu duruma gelmiştir. Ele alınması gereken konu bizce budur.
İrdeleme: 1945 yılında “Toprak Reformu” için “Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu” çıkartılması sırasında iktidara, kendi partisinden sert eleştiriler belirir. Büyük toprak sahiplerine sözcülük edenlerin partisel bağlarına ya son verilir veya ayrılmaları sağlanır. Onlar da “Demokrat Parti” adıyla siyasal parti kurarak, az topraklı ya da yüzde yirmisi topraksız köylü seçmenin, “yaman çelişkisiyle” 14 Mayıs 1950’de iktidar olurlar.
Yine 1945’lerde; “SSCB’nin,Türkiye’nin bazı illerinden toprak, boğazlardan üs istediği” savı ortaya atılır. Karşıdevrimcileri Batı’ya yanaşma açısından sevindiren önesürüm, Moskova Büyükelçiliği’ndeki “Sarper” ve Dışişleri Bakanlığı bürokratı “Erkin” eliyle İnönü’yü ve halkı aldatan “yalan rüzgârına” dönüşür. Oysaki 1945’teki ABD Moskova Büyükelçisi Harriman bile; “Sovyet üs ve toprak istemleri” savını doğrulamaz (*). 1963 tarihli “Ankara” antlaşmasıyla “AET”nin emperyalist özünü kamuoyundan saklayıp, Türkiye’ye imza yolunu da açtıran Erkin’in politik yaşamında tutucu cenaha uzanan karmaşık bir öykü vardır. Sarper de “ABD’nin has dostu” unvanıyla anılacaktır.
Olay, emperyalist mimar Churchill’in, ABD deniz kuvvetlerine Karadeniz’de görev icat etmesi üzerine doğar. Sovyet Dışişleri Bakanı Molotof’un, bir görüşmede Sarper’e: “Boğazlar ve Karadeniz’de ABD’nin işi olamaz” şeklindeki yaklaşımının saptırılmasıyla gelişir (**). Resmi belgeleri olmayan ama çarpıtmaların etkili becerileriyle, sonuçta; Büyük Taarruz’un “tam bağımsızlıkçı” ruhu yerine, ABD yandaşlığı ikame edilir.
1950 yılı sonrasında; “Halka mal olmuş veya olamamış devrimler vardır” sloganı, siyasal iktidarın başlıca tutumudur. Atatürk’ün utku ve yapıtlarına doğrudan saldırıya henüz cesaret yoktur. “Ulusun tersine giden alınyazısının yenildiği” İnönü meydan savaşları, okul kitaplarından ayıklanır. Nâzım Hikmet’in; “Muharebe beş gün beş gece sürdü / Kan gövdeyi götürdü / Sonra kaçarlarken yavrum, köyleri köprüleri yaktılar / İnönü meydanı sesler ve kıvılcımlarla doluydu!..” dizelerinde var olan ve dış basının; “Anadolu’da yeni bir devlet doğuyor” kanısına ulaştığı bu savaşları, DP iktidarı yok sayar.
Sıra Lozan’a gelir. Atatürk’ün; “Tarihte misli görülmemiş bir hesaplaşmanın sonundaki antlaşma” olarak tanımladığı ve dünya siyasal sahnesinde “Kadeş” antlaşmasından sonraki en uzun ömürlü bir sözleşme; “Zafer mi, hezimet mi?” tartışmalarına açılır.
Ardından Atatürk hedef alınır. Önce “Sakarya” savaşının 22 gün ve gece süren var oluş çatışmasındaki olağanüstü parıltısı daraltılır. Sonra da; “Büyük Taarruz” kıyasıya örselenir. “Yedi düvele” direnç gösterenler, Hasan İzzettin Dinamo’nun deyişiyle; “Kutsal isyanı” halk belleğinde küçültülmeye çalışılır. İstanbul hükümeti yanlısı “Alemdar” gazetesinin; “Bağımsızlık isteyenler kötü niyetlidir” veya; İzmir’e geri çekilirlerken: “Yunanlılar yenilmedi, manevradalar” diyebilen “mütareke” zihniyetine kimileri günümüzde de alkış tutarlar(***). Cumhuriyet ve Kemalist devrim; “Halkoylaması yapılsaydı, tüm bunlar olabilir miydi, demokrasi var mıydı?” demagojisine tutsak edilmek istenir. “Devrimin, halk için ama halkı yanıltan olumsuz telkin ve yönlendirmelere karşı toplumcu tavır olduğu” göz ardı edilir.
“Askeri ve siyasal başarılar, ekonomik utkularla taçlandırılamazsa kalıcı değerler taşımazlar” inancına sarılan rejim, halkçı-devletçi projeler uygular. Kalkınma Planlarına bağlanan ve kamu yararını önemseyen ekonomik anlayış, ciddi bir büyüme hızı yakalar. Ama böyle sürmez, şimdilerde olduğu gibi kamu malları haraç-mezat tasfiye edilir. Yurt topraklarının emperyalistlerden kurtarıldığı bu ülkede, yabancılara, “karşılıklılık” ilkesine dayanılmadan topraklar satılır. Ormanlar, “2 B” statüsüyle harman edilir.
Büyük Taarruz başlamadan önce Anadolu ihtilalcileri, halkın aydınlanmasını amaçlamışlardı. Kurtuluştan sonra kamusal bilinç için çağcıl öğrenime oturan eğitim seferberliği özenle sürdürüldü. Ama zaman akışında safsatalar, siyaseten ağır bastı. Aydınlıkları yadsıyan eğilimler, ülke iktidarları olarak boy gösterdiler. karşıdevrimci kaos ülkeyi kavradı.
Yitirilen önderlik: 1919’larda Asya-Afrika halklarının çoğu, Amerika kıtasının bir bölümü, Okyanusya ve kutuplar koloniydiler. Anadolu’daki antiemperyalist kalkışma örnek alındı. Ama 1955’te Endonezya’nın “Bandung” kentindeki uluslararası konferansta Türkiye hükümeti, kendi ulusal varlığına ihanet etti. “Mazlum” halkların önderliğinden emperyalist yandaşlığa geçerek, bağımsızlık savaşlarını “asilik” saydı.
Kore’ye asker göndererek, NATO’nun saldırgan şemsiyesine giren Türkiye ortaya çıktı. Ülkelerin sınırlarını ABD-AB lehine değiştirme planlarına gönüllü katılımcılık ilan edildi.
Sonuç: Devrimci kararlılıkta, yılgınlık yoktur. Halkçı-devletçi bir dünya görüşünün; ulusalcı, laik ve Cumhuriyetçi özgüveni yakalayacağı mutlaktır. Toplumcu düşünyapı, halkın demokratik “Kemalist” ilkeleri özümsemesiyle güç kazanır. İş ki; antiemperyalist yurtseverliğin, onurlu bir tavır olduğu bilinsin.
(*) Açıklanan ABD arşivleri (Washington)
(**) SSCB arşivleri (Moskova)
(***) Alemdar arşivi (1919-1922 İstanbul)
Ertuğrul KAZANCI Eğitimci - Hukukçu
Yorum Gönder