Beyaz Köpüklü Gülüş... - Hikmet Çetinkaya

Rafael Alberti’nin ak yelkenli parmağını düşündün dün sabah, mavi göğün altında yürürken...
Çağın elindeki o hafif dünyayı, savaşları, katliamları...
Kıyıda denizin beyaz köpüklü gülüşünü, ağaçları, kuşları, güzün el sallayıp gözlerini açıp beni seyredişini.
“Düşlerimde köpükler
yüreğimi kancalar
demir alırcasına.”
Sonra sordum Alberti gibi kendi kendime:
“Şafak kitapları açsın diye ikindi pergelleri kapatırdı neden?”
***
Gözlerimi yumdum... Çocukluğumu ve gençlik yıllarımı anımsadım...
O yağmurlu sabahları...
Bir kasabanın uyanışını... Çocukların okula gidişini...
Bir ses işittim sahilde dolaşırken, tek başıma...
“Ne gül yanar gövdende ne ölü
karanfiller;
çağdaş bir menekşedir içindeki,
birinin cebinde
yolculuk eden kitaptan
çıkagelmiştir.”
Raymond’un kardan top namluları sanki uğursuz vadileri bombalıyordu... Okyanusların kırmızı çamuru, madensel göller, kör balıklar, beyazımsı deniz yosunları, gizleri derinliğin, çözülmez yansımaları oluyordu gökyüzünün...
İşte meşeden, zeytin ağacından daha yaşlı, yitip giden kuyrukluyıldızın izleri...
***
Tanrılar, tanrıçalar, aşklar, savaşlar, kin, nefret...
Bir yol kavşağında ağıtlar, dağlardan ve bulutlardan arınmış sözler, öyküler, şiirler...
Nerede kaldı güneşli dostluk köşeleri? Nerede duruyor o eski anı defterleri?
Bir başına tuhaf bir dünyada, açlığın ve sefaletin gölgesinde yaşar olmuştuk, bunca acıları, kıyımları yüreğimizin en derin köşesinde saklayarak.
Aşklarımızı öteleyerek...
Bir kıyı kasabasında sessiz soluk alıp verişim... Kapanan gözlere bakışım... Ayın doğuşunu seyredişim...
Bir dağın yamacında ağıtların, kuşların, cansız türkülerin, masalsı hayatların öyküsünü yazmaya koyuldum işte.
Joseph Conrad’ın “Karanlığın Yüreği” (Can Yayınları), Lawrence’ın “Oğullar ve Sevgililer”i (İmge Kiitabevi) o tahta masamın üzerinde duruyor...
***
İnsanoğlunun ruhundaki karanlığın derinliğine bir yolculuk yapacağım... Sonra kalkıp anneyle oğulun yaşamını anlatacağım...
Bilmem nasıl anlatabilirim hem aşkta hem de hayatın içindeki acıları!
Nasıl yazarım?
Neruda’nın “Sandalcı Türküsü Sona Eriyor” şiirinden yola çıkıp, kara Asya ormanlarına mı gitsem, masalsı kentlerde mi dolaşsam, yoksa Karadeniz’e mi uzansam bir Akdeniz sabahında?...
Tahta iskelede üç sandalcı da el sallıyor bana...
Hafiften poyraz esiyor...
Bir şarkı geliyor aklıma, bir şiir...
“bana göre değil bu rezillikler.
bana göre değil ot olmak,
ıssız bir tünel olmak, bir cesetler
mahzeni,
acı içinde ölmek, kaskatı
kesilmek soğuktan.
............
bu yüzden ışıldıyor pazartesi
günleri
o zindansı yüzümle beni
görünce,
kırık bir tekerlek gibi geçip
giderken
ılık kan yolları uzatıyor geceye.”
***
Al bir şafaktan geçtiğim yılları düşünüyorum...
Hayatın sayfalarında kalan anıları...
Işıl ışıl titreşen damlaları...
Karanlıkların kimi zaman sevinç kimi zaman hüzünle kaplandığı günler, ışıltılı yaz akşamları ve sonbahar...
Çocuklar koşturuyor eski limana doğru... Adamlar okey oynuyor çay bahçelerinde...
Dünya umrunda değil kimsenin... Ne açlıktan ölen çocuklar, ne savaş uçaklarının masum insanları vurması...
Yürüyorum deniz kıyısında...
Göklerin yığını üstüme yağsın istiyorum.
Umudun resmi nasıl yapılır dostlar bilir misiniz?
Aşk ve sevgi nasıl yaşanır, çocuklarla nasıl konuşulur?
Tüm acılar insanlık için biter mi bir gün dünyada?
***
Joseph’in “Karanlığın Yüreği”ni okuyup bitiriyorum bu arada... Şimdi sırada Lawrence’ın “Oğullar ve Sevgililer”i var.
Başımı sola çevirdiğimde iki kumrunun evin çatısında öpüştüğünü görüyorum...

Hikmet Çetinkaya/Cumhuriyet

Yorum Gönder

[blogger][facebook][disqus]

Kemalın Askeri

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget