Selam arkadaşlar, hoşbulduk, hoşbulduk... Tam bir yıl beklediğim tatilin bu kadar çabuk bitmiş olduğuna inanamıyorum ama her gittiğim yerde “yazılarınıza niye ara verdiniz” soruları ve “sizi özledik” iltifatlarının ‘bu kadarı bile sana fazla’ duygusu verdiğini söylemem gerekiyor.
Gerçekten de, ekrandan uzaklaşmasının üstünden bir yıl geçmesine rağmen tv programıma da hala aynı ilginin, hatta daha fazlasının gösterildiğini ve onun yanında çok büyük bir özlemin oluştuğunu görmek beni gururlandırıyor, onurlandırıyor. Okurlarımın ve izleyicilerimin girdiğim her restoranda, mağazada, iskelede, yürüyüşte ve dahi İstanbul, Bodrum, Dalaman, Londra Heatrow havaalanlarında beni gördükleri anda yanıma gelerek gösterdikleri sevgi unutulmaz tatil anılarım arasında yerini aldı.
İtiraflar!
Şimdi bir samimi itirafta bulunacağım size. İtiraf deyince oturduğunuz yerde nasıl da dikleşip dikkat kesildiniz değil mi, bayılırız itiraflara azizim... Hele de benim gibi ketum ve kendine ait bilgi vermekten hoşlanmayan birinden gelecekse... İşte beklenen an; itiraf edeyim ki artık Türkiye’de köşe yazarlarının, gazetecilerin yaptıkları işten keyif almadıkları, yazacakları her cümleyi “acaba bundan olay çıkarılır mı, bir dert açılır mı” diye bin kez düşündükleri bir dönemdeyiz ve bu nedenle de ben bir an önce işimin (hem de aşkla bağlı olduğum işimin) başına dönme isteğini eskisini gibi duymuyorum.
İkinci itiraf; artık icraatların, gelişmelerin “en açık şekliyle eleştirilemediği” ortada olduğu için, ne gazetelerden ne tvlerden olayların “otosansür”süz halini öğrenemediğimiz için, en ciddi sorunlar bile pembe gözlükle verildiği için ülkede tartışacak hiçbir sorun da kalmamış gibi.. Herkes ya Fenerbahçe olayına sarılıyor (ki önemsiz olduğunu kastetmiyorum) veya eleştirmesi kolay ve sakıncasız ne varsa ona. Kısacası; memleketin falına bakılmışken fal açmanın anlamı kalmamış. Amma velakin varolan malzeme kadarını yazacağız tabi... Şunu da söyleyeyim, insanlar tatil yaparken bile üç kişi bir araya gelseler konu hemen siyasete dönüyor, kaçmak imkansız.
En çok duyduğum şeyler arasında Somali’ye yardım yapılması güzel ama herşeyi abartmamız şart mı? Kendi yoksul çocuklarımız, yoksul şehit ailelerimiz varken Somali’ye yol, hastane, vs. yapmak bize mi düşüyor? Bu işleri daha zengin ülkelere bıraksak olmaz mı” tepkisi vardı örneğin...
Operasyon ne işe yaradı?
Şu anda denizin ortasında, bir arkadaşımızın tatil için bize sunduğu teknesinde, ıssız bir adada çok sevdiğim cırcır böceği şarkılarını dinliyorum. Arada bir kaç gün gazeteleri bile inceleyerek okumadığım oldu (gazetecinin üçüncü itirafı) ama olayları gözden kaçırmadım elbette ve aralıksız süren şiddet haberlerini, cezaevindeki gazetecilerle ilgili suçlamaları görmek bile “güzel bir ortamın tadını yeterince almamaya” yetip artıyor maalesef.
Dün “teröristlerin patlattığı mayın sonucu” verdiğimiz son 3 şehidin ailelerinin Bayram arifesinde yaşadıkları ve bundan sonra yaşayacakları acı içime oturdu, Allah onlara sabır versin ama buna yürek dayanmaz artık.
8 şehit, 11 yaralının olduğu terör saldırısından sonra günlerce “Kandil’e görülmemiş operasyon, terörist yuvaları dağıtıldı, teröristler etkisiz hale getirildi” haberleriyle yürütülen operasyon neyi halletmiş oldu acaba? Duruma bakılırsa teröristler hala “etkisiz hale getirilememiş şekilde” hain saldırılarını sürdürüyor, Kandil dağıtıldıysa, Öcalan‘ın avukatlarına “kuryelik yapmamaları için” yasak konduysa bunlar emirleri kimden alıyor? Sınır ötesi operasyon yapılırken sınırın içinde her köşede istedikleri düşmanlığı pervasızca yapmayı nasıl sürdürebiliyorlar? Daha kaç ay, kaç yıl ve kaç şehit haberi geçecek terörü bitirmek için?
Şık ve Şener terörist mi yani?
Bir yanda gerçek teröristler özgürce cirit atarken, İmralı’daki baş terörist ile “devlet” kimliğindeki kişiler görüşme yaparken, öte yanda ülkenin Nedim Şener, Ahmet Şık, Mustafa Balbay, Soner Yalçın gibi başarılı, tanınmış gazetecilerinin aylar-yıllar boyu cezaevinde “mahkumdan farksız” yaşatılması yeterince büyük bir çelişki zaten. Şimdi Şener ile Şık hakkındaki soruşturma tamamlanmış, iddianame hazırlanmış.
Bu iddianameye göre ikisinin tutuklanma nedeninin de “gazetecilik faaliyetlerinden, yazdıkları kitaplardan” dolayı olmadığı iddia edilmiş oluyor. Zira “terör örgütüne yardım etmek” suçundan 7.5 yıldan 15 yıla kadar hapisle cezalandırılmaları isteniyormuş. Haberi okuyan ve onların çalışmalarını izlemiş olan kim inanır buna? Onlar gibi demokrat görüşlü olduğu bilinen aydın gazetecilerin “herhangi bir terör örgütüne” yardımcı olmaları, bunu herşeyden önce kendi içlerine sindirmeleri mümkün müdür?
Ortada bu kadar gözle görülür bir durum varken ve henüz böyle bir örgütün varlığı bile kanıtlanmamışken bu tür bir iddia “suçsuz olduğunu bilen” insanlar için nasıl büyük bir cezadır düşünebiliyor musunuz? Her olumsuz gelişmeyi de sineye çekmeye alışan bir toplum olduk ama nereye kadar?
Şener, Şık ve onlar gibi güvenilir gazetecilerin “bir şekilde terörle ilişkilendirilmeleri” alışılacak ve sineye çekilecek bir durum değildir. Ama referandumdan sonraki yargı operasyonları sonucunda acaba tepki gösterilecek “özgür bir yargı”, korkmadan iddianame hazırlayacak savcı, karar verecek hakim kaldı mı, şimdi düşünülecek tek soru bu artık!
Ruhat Mengi/VATAN
Yorum Gönder