Tayyip Erdoğan, Suriye’de yaşananları insan vicdanının almasının mümkün olmadığını belirterek, “Zorla, zorbalıkla, sokakları dolduran silahsız insanları ağır silahlarla vurup öldürerek bir rejim ayakta kalamaz, silahları bir an evvel susturmak ve halkın taleplerine kulak vermek yegane çıkar yoldur, bu yolu seçmeyenlerin akıbetini şu son birkaç ay içinde Tunus’ta, Mısır’da gördük, şu anda da Libya’da yaşananları ibretle, hüzünle müşahede ediyoruz” dedi.
Bir defa Suriye’de sokakları silahsız insanların doldurduğu iddiası doğru değildir. Suriye Dışişleri Bakan Yardımcısı Dr. Faysal Miktat, “El Kaide örgütü, liderleri El Zevahiri’nin ağzından Suriye’de bulunduklarını ve eylemleri desteklediklerini açıklamıştır. Yine Müslüman Kardeşler Örgütü eylemlerin içindedir. Bunlar uyuşturucu ve mafya örgütleriyle de işbirliği içindedir. Eylemci olarak, genel afta çıkmış, eski mahkûmları kullanıyorlar. Kendilerini dindar olarak tanıtan ama gerçekte dini dar olan kimselerden para yardımı alıyorlar. Ağırlıklı olarak silahlar Irak’tan, Lübnan’dan, Ürdün’den ve kısmen de Türkiye’den geliyor. Bunların resmi kurumlarla ilişkisi yok elbette ama teröristlerin ellerinde gelişmiş teknolojik araçlar, uydu telefonları ve bilgisayarlar var” demişti.
Ve bu terörist gruplar vur-kaç taktiği kullanarak karakollara saldırıp polis öldürmeye devam ediyor. Hama’da basıp yaktıkları karakol, subay gazinosu ve hastaneyi gördüm..
Erdoğan, El Cezire televizyonunun ürettiği yalanlara itibar etmek yerine, Suriye’deki Türk kaynaklardan istihbarat edinse veya o istihbaratı kullansa böyle yanlış kabullerden hareket etmezdi.
***
Erdoğan yine “Bugünün dünyasında artık tek adam yönetimlerine, dikta rejimlerine, kapalı toplumlara yer kalmamıştır. Bu gerçeği daha önce Mısır yönetimine, Tunus yönetimine, Libya yönetimine nasıl hatırlattıysak, bugün de Suriye yönetimine, Yemen yönetimine hatırlatıyoruz” dedi.
Yani Erdoğan “Arap baharı” denilen girişimin arkasında Türkiye’nin bulunduğunu resmen ilân etti. Aslında ilan etmesine gerek de yoktu. Zaten, biz bu durumu 29 Nisan 2005 tarihinde “İstanbul’da Kadife Devrim toplantısı!” başlığı altında Türk halkına duyurmuştuk.
30 Nisan-1 Mayıs 2005 günlerinde, Topkapı’daki Eresin Otel’de “Uluslararası İslam Dünyası Sivil Toplum Örgütleri Toplantısı” düzenlenmişti.
Arap Basını, bu toplantıyı, “Türk Dışişleri Bakanlığı Büyük Orta Doğu Projesi Genel Koordinatörü” Ömür Orhun’un düzenlediğini belirtiyor ve bu konudaki bilgileri Amerikan basınına dayandırıyordu.
Arap basını, toplantıya, ABD’nin Büyük Orta Doğu projesini destekleyen İslam ülkelerinde ABD ve AB tarafından fonlanan sivil toplum kuruluşlarının davet edildiğini yazıyordu.
El Küdüs El Erabi adlı gazete ise Mısır ve Suriye’deki İhvanı Müslimin (Müslüman Kardeşler) örgütü ve sivil toplum kuruluşları için ABD’nin 1.1 milyar dolar kaynak ayırdığını ve bu örgütleri kullanarak, Arap ülkelerinde darbeler hazırladığını, para ile ilgili haberlerin USA News gazetesinden alındığını da yazıyordu.
***
Aradan geçen zaman içinde Orta Doğu ve Kuzey Afrika ülkelerinde örümcek ağlarını kurdular. Tunus ve Mısır’da silah kullanmalarına gerek kalmadı ama Libya’yı kana buladılar. Suriye’de de silah kullanıyorlar. Çünkü Suriye’de kışkırtacak iki üç bin fanatikten başka kimse bulamadılar.
Fakat, Türkiye’yi buldular işte. Nitekim Newsweek’in yazarı Owen Matthews, Suriyeli siyasi muhaliflerin şimdiye kadar sağlanan “en geniş koalisyonu” nun, Esad rejimine “ölümcül bir darbe” vurmak üzere İstanbul’da toplandığına dikkat çekiyor.
Demek ki, Esat rejimini bu hazırlıklarla düşürmeye çalışan bizzat Tayyip Erdoğan’dır. Bu, bir darbe girişimi değil midir? Darbenin mimarı ABD yönetimi, uygulayıcısı Tayyip Erdoğan değil midir?
Erdoğan, daha düne kadar “kardeşim” dediği adamın kuyusunu kazmış olmuyor mu!
Bunu yaparken de kendi ülkesini tek adam yönetimine, hatta dikta rejimine doğru sürüklemiyor mu?
Arslan BULUT/YENİÇAĞ
Yorum Gönder