Rastlantıya bakın ki bugün iki bayramı birden kutluyoruz.
Bundan 89 yıl önce Başkomutan Mustafa Kemal komutasındaki Türk Ordusu emperyalist güçlerin Anadolu’ya soktuğu tetikçisi Yunan ordusunu bugün bozguna uğratmıştı.
Yeni devletin habercisi 23 Nisan 1920’de kurulan Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin iradesiyle başlatılan Kurtuluş Savaşı zaferle bitmiş ve Türk ulusu “makûs talihini” yenmişti.
Ardından kurulan Cumhuriyet’le ve devrimleriyle Yeni Türkiye dünyadaki yerini almayı başarmıştı. Tıpkı Avrupa’daki hanedanlar gibi Osmanlı hanedanı da çökmüş ve Çağdaş Türkiye ortaya çıkmıştı.
Aradan 89 yıl geçti. Bugünkü halimize bir bakalım.
Demokrasinin, çağdaşlığın simgesi laiklik ilkesi ayaklar altında, gücünü Cumhuriyet ilkelerinden ve devrimlerinden alarak bugün iktidara gelen siyasi kadro bunu inkâr halinde.
Yeni yetme sözde demokratlar Atatürk devrimlerini ve Cumhuriyet’in kuruluş felsefesini alaylı biçimde ağızlarında sakız etmiş, genç neslin beynine kötülük aşılama yarışında.
Çağdaşlık, demokrasi, hukukun üstünlüğü, ayrımcılığa karşı olma kavramları ayaklar altında, sunulan yeni proje ise daha büyük binalar, teknolojinin gelişmesi sayesinde kolay elde edilebilir oyuncaklar, köşeyi dönme edebiyatı, duyarsızlık, ilgisizlik, kendi postunu kurtarma çabası ve hiç düşünmeden, sadece biat ederek Atatürk ve Cumhuriyet devrimlerine küfür etme.
Çok da başarılı oldular bunda. Aymazlar “Atatürk cumhuriyeti kurarken halka mı sordu?” diyecek kadar kendinden geçmiş şekilde Türkiye’ye saldırırken, halkın önemli bölümü de “bana ne” tavrında. Daha büyük başarı olur mu?
Türkiye dönüşüyor, değişmiyor, gelişmiyor.
Evet binalar yükseliyor, çok güzel yollar yapılıyor, hızlı trenle 5 saatlik yolu 1 saatte alıyoruz, her şeyimiz otomatik oldu. Ama ya zihinler, yaşam biçimleri, demokrasi ve hukuk konusundaki asla kaybetmememiz gereken değerler?
İşte bunlar yok ediliyor, beyinler yıkanarak, zihinler kirletilerek imha ediliyor. Bir de “Yeni Osmanlı” modası çıkardılar.
Neymiş, Türkiye bölgesindeki en önemli stratejik güç oluyormuş. Suriye’ye, Mısır’a, Libya’ya, Irak’a biz önderlik ediyormuşuz. Taa Somali’ye kadar gidiyor, yardımda bulunuyormuşuz.
Bu “Yeni Osmanlı Ruhu”ymuş.
Söylemlerinden demokrasi ve hukuku, insan haklarını düşürmeyenlerin öykündüğü şey aslında “hanedan kalıntısı”ndan başka bir şey değil. Demokrasinin olmadığı, hukukun padişahın iki dudağının arasında olduğu, ayrımcılığın şiddetle uygulandığı bir sistem şimdinin “yükselen trendi” olarak sunuluyor.
Demokrat olduğunu, askeri vesayete karşı çıktığını söyleyenler halkı “imparatorluğun askeri zaferleriyle” uyutmaya çalışıyor.
Ama asıl arkadaki düşünce Osmanlı’nın bir “din devleti” olmasıdır ki, işte “Yeni Osmanlı Ruhu” diye dayatılmaya çalışılan budur. Türkiye’nin demokrasiye ve hukuka bağlı, Atatürk ilke ve devrimlerine gönülden inanmış, çağdaş Türkiye için her şeyini vermeye hazır olan milyonlarca insanının bu gerçeği iyi bilmesi gerekir.
Ben yazınca kızıyorlar, kendileri yapınca iyi oluyor
Somali şovunun başladığı günlerdi. Bir okurumun uyarısıyla “Somali’ye yardım eli uzatmamız çok iyi. Ama diğer İslam ülkeleri neden hiç kıpırdamıyor. 7 yıldızlı oteller yapmak, dünyanın en yüksek binalarını dikmek olsun da, biraz da buraya bakın” diye yazmıştım.
Belli bir zihniyetin hedefi olmuştum. Mesaj yağmuruna tutmuşlardı. “Müslüman bir ülkeye yardım eli uzatmamızı neden hazmedemiyorsun, iktidarın her yaptığına neden karşı çıkıyorsun” türü “düzgün” mesajların yanı sıra çok sayıda küfür ve hakaret dolu mesaj da almıştım.
Aldırmadım tabii, bu zihniyeti iyi tanıyorum.
Ama şimdi bakıyorum da Somali şovu öncesi yazdığım bu küçük yazı yandaş medyanın manşetlerini süslemeye başladı. Birkaç gündür eski adı İslam Konferansı Örgütü (İKÖ) yeni adı İslam İşbirliği Teşkilatı (İİT) olan örgütün Somali konusunda neden kılını bile kıpırdatmadığı sorgulanıyor bu medyada. “Burası yan gelip yatma yeri değil, İİT’nin yeniden yapılanması gerekir” diyorlar.
Tabii anladığım kadarıyla Türkiye “Yeni Osmanlı Ruhu”yla bu örgüte de ayar vermek istiyor. Merakım şu ki, acaba bu yazıyı yazdığımda bana küfredenler şimdi biat medyasına da aynı küfrü ediyorlar mı?
Lütfi Arıboğan’ın rolü
Fenerbahçe ile ilgili kararlar artık taraftarlık, takım tutma, fanatiklik ya da spor olayı olma niteliğini aşmış durumda. İlk günlerin telaş ve heyecanı giderek azalıyor, ama bu kez ortaya oynanan büyük bir oyunun sahneleri çıkmaya başlıyor.
Önümüzdeki günlerde Fenerbahçe olayını çeşitli açılardan değerlendirmeye çalışacağım. Önyargıları, taraftar olma boyutunu, kimi dedikodu ve spekülasyonları arındırıp gerçeği ortaya çıkarmak zorundayız çünkü.
Bugün kafama çok takılan bir noktayı yazmak istiyorum. Federasyon neden paniğe kapıldı, kendini de yok etme pahasına UEFA’ya boyun eğdi?
Diyelim ki UEFA Fenerbahçe yüzünden Türkiye’ye 8 yıl ceza verileceğini söyledi, o halde neden hâlâ Fenerbahçe’nin ligde kalıp kalmayacağı konusunda bir karar alınamıyor?
Bu noktada gözler başkandan sonra Futbol Federasyonu’nun en önemli ismi Lütfi Arıboğan’a çevriliyor. Arıboğan neden UEFA’ya gitti, ne konuştu? Arıboğan İstanbul’a gelen UEFA yetkilisi Pierre Cornu ile gün boyu neden hep baş başa kaldı, neleri görüştü? Fenerbahçe ile ilgili UEFA tarafından alınan kararda Arıboğan’ın söyledikleri etkili oldu mu? Arıboğan Fenerbahçe yerine Trabzon’un Şampiyonlar Ligi’ne alınacak olması üzerine “O takım hakkında da soruşturma var, başkanı sanık durumunda, peki mahkûm olurlarsa Fenerbahçe yüzünden başımıza gelecek olan bu kez gelmeyecek mi?” diye sordu mu?
Kafalar karışık tabii, umarım Arıboğan gibi bir isim kötü bir oyunun aktörlüğüne soyunmamıştır.
Dinleme çeteleri PKK’yı da dinliyor mu?
Dün yazdığım “Türkiye artık dinleme çetelerinin kontrolünde” yazım hayli ilgi toplamış. Yazıyla ilgili pek çok mesaj ve yorum aldım. Bazı TV’ler ve internet siteleri de yazıya geniş yer verdi. Tabii biatçı kafaların “içerik de içerik” diye tutturup “Kepazelik ortaya çıkıyorsa bırakın herkes dinlensin” gibi son derece demokratik (!) tepkilerini de ihmal etmemek gerek.
Ancak Genelkurmay bile dinlenirken son iki ayda 50’ye yakın askerimizi şehit eden PKK ile ilgili tek bir dinleme, teknik takip, izleme deşifresinin medyada yer almaması da çok dikkat çekiyor.
Acaba herkesi dinleme yeteneği olan bu çeteler PKK’yı dinleyemiyor mu?
Buna teknolojileri mi yetmiyor yoksa kasıtlı olarak mı izlenmiyor ve eylem yapmasına izin veriliyor?
Pek çok kişinin ortak merakı bu..
Cumhurbaşkanı nihayet Başkomutan olduğunu hatırladı. Bütün üniformalılar terörist diye hapse atılınca sivil cumhurbaşkanı üniforma giymek zorunda kaldı tabii. (C. A.)
Can Ataklı/VATAN
Yorum Gönder