Suç ortakları - Selcan Taşçı

Yasa dışı dinlemeyi yapan ile yayanın, yayan ile onu meşrulaştıranın ne farkı var.
Bir ses kaydı... Bir adam bir takım şeyler söylüyor... Kim çekmiş belli değil.... Neden çekmiş, neden servis etmiş, neden servis etmek için bugünü beklemiş belli değil...
Rivayet muhtelif de, henüz yasal olarak “budur” denmemiş....
Aaaaa... Bir de bakıyoruz ki medya hükmünü vermiş: Konuşan kişi Genelkurmay eski Başkanı Işık Koşaner... Konuşmasında bahsi geçen karakol şu, asker bu, ordu komutanı o... Çarşaf çarşaf resimler, dokuz sütuna manşetler... Delil?
 “Eeee kasedi var ya işte!”
Kaset dediği “yasa dışı ortam dinlemesi kaydı!”
Yani mahkemeye sunulsa “yok hükmünde”, hakim alır kafana fırlatır valla “Sen hukukla kafa mı buluyorsun” diye!

***

Seçimden önce kimi siyasileri “saha dışına” atmak için kullanılan taktiğin benzeri. Bağımlıya dönüştürdükleri toplumu ekran başına mıhlayan “dizi”lerdeki gibi, “devamı sonraki bölümde”, “bizi izlemeye devam edin”, “az sonra” diye yapılıyor yayımı! Servisten hemen önce verilen bu “hizmet” laf aramızda pek “iştah açıcı”!
Öyle ki “yiyen” bir daha durduramıyor boğazını; önüne ne konulursa konulsun yalayıp yutuyor... Sorgu yok, sual yok, hani “önce bir tadına bakayım, damak zevkime uyar mı, dilimi yakar mı, mideme oturur mu, tansiyonumu zıplatır mı” kuşkusu bile yok. Obezliğin mazereti hazır... Ağızlarını şapırdata şapırdata: “Ne malzeme ama...”
 “Malzeme” çalmaymış, çırpmaymış, “haram lokma”ymış hiiiçç, kimin umurunda!
Kaç gündür midemi bulandırıyordu bu manzara...  Eskiden tek yandaşlar yapardı, şimdi yandaşı yoldaşı birarada olunca huylandım da; bir tek biz mi bilmiyoruz “ağzımızın tadını” bu medyada?

***

Şifa niyetine Ankara Baro Başkanı Metin Feyzioğlu’nu aradım. Çok netti:  “Kimin tarafından kayda alındığı, hatta kayda alınıp alınmadığı belli olmayan hiçbir ses kaseti veya görüntünün, konusu ne olursa olsun, ilgili kişi kim olursa olsun, tartışılmaması gerektiğini, sadece yasa dışı olduğunun tespiti ile yetinilip kim bunu servis ediyorsa yasal işlem yapılması gerektiğini düşünüyorum.”
Yaftalamak için hazırda bekleyenlere özel not:
Feyzioğlu’nun yorumu “kişiye özel” değildi. Özellikle altını çizdi: “İster siyasi iktidardan birisi konuşsun, ister muhalefetten, İster genelkurmay başkanı, hepsi için geçerli!”
Cahil cühela yapsa iyi; biz, medyayı oluşturan unsurlar, gazetesi, televizyonu, internet sitesi, radyosu, muhabiri, yorumcusu, sözde bu ülkenin en okurları- en yazarları tutup, yasadışı bir kaydın kitlelere ulaşmasına aracılık ediyoruz. Üstelik bunu “yasa dışı” olarak ortaya atılmış iddiaların “doğru olduğu” peşin hükmüyle yapıyoruz... Anlayacağınız, alenen yasadışılığı meşrulaştırıyoruz, aklıyoruz, normalleştiriyoruz...
Hem de neye rağmen biliyor musunuz? Feyzioğlu’nun da dediği gibi, “Yasal mahkeme kararıyla yapılan dinlemelerin bile içeriğinin güvenilirliğinin tartışıldığı, “üretildi”, “montaj yapıldı” denildiği bir ülkede yaşamamıza rağmen...”

Seviye yerlerde
Biri, son dönemde “gazete” demeye bin şahit gerekse de hatrı sayılır tiraja sahip bir yayın organında “yazar”. Hem de öyle eften püften değil ha, yetim hakkından yüz binlerce lira transfer ücretiyle kondurdular onu oraya...
Öteki “milletin vekili”!
Aşağıdakiler de ikisi arasında cereyan eden tartışmanın incileri:
Engin Ardıç’tan S.Süreyya Önder’e:
“... çok bıyıklı sosyalist bozuntusu...”
S.Süreyya Önder’den Engin Ardıç’a:
“Sabahın müptezeli, erkeklik sensörü, zat-ı naşerif...”
Ardıç’tan Önder’e:
“İşinden adam kovdurmak için patrona mektup yazmak erkeklik değil oğlum...”
Önder’den Ardıç’a:
“Müptezel ibiş okuduğunu tamponundan anlamış...”
 “Sabahın müptezeli için bir Veysel türküsü armağan ederek gidiyorum:
İrençberler hoşca tutun öküzü!..”
Biri sizin paranızla, öteki oyunuzla orada!
Peki müstahak mısınız siz buna?..

Biz nasıl atladık
Ey ahali duydunuz mu?
 “İzmir’de kızının garson sevgilisi tarafından öldürülen Kuzey İrlandalı kadının eski eşi “Önümüzdeki yaz kızım Shannon ile yine Türkiye’ye tatile geleceğiz” dedi...”
Efendim? “Bize ne” mi?
Hiç size ne olur mu? Dönün bir daha okuyun, anlamamışsınızdır, illa vardır sizin de dikkatinizi çekecek bir yeri... Olmasa, “Türkiye’nin en büyük gazetesi!” ahaliyi ilgilendirmeyen bir haberi manşet eder mi?
Libyaydı, Balyozdu, yasa dışı dinlemelerdi derken hepimiz atladık; bu İrlandalıymış meğer Türkiye’nin dünkü gündemi... Bir de gazeteciyiz diye dolaşıyoruz ortalıkta, başımızı nerelere vursak şimdi!



BASINDAN SEÇMELER



DİYORLAR Kİ
Plan tatbikatı, sanal savaş oyunudur.
O tatbikatla ilgili belgeleri çaldıran bir karargâh mazallah bir savaş olsa sırlarını planlarını düşmandan koruyabilir mi?
Güngör Mengi / Vatan

Avukatlar, “Adalet dağıtmakla görevli adliyelerde yaşanan adaletsizliklere” isyan ediyor; adaletin diğer sac ayakları olan hâkim ve savcılardan ses soluk çıkmıyor!
Neden? Yoksa onlar parçası oldukları bu sistemden çok mu memnun?
Mustafa Mutlu / Vatan



“Sivil mi bu hıyarlar manav kardeş?”
Son zamanlarda sivil lafını dilden düşürmez olduk. Her şeyin  “sivil”i aranıyor.
Geçenlerde hıyar alıyordum, manava sordum:
- Sivil mi bu?
- Ne sivili abi! Düpedüz hıyar işte bu, dedi.

***

12 Eylül’ü hiç anlayamamış olanlar, Türkiye’nin yaşadıklarını sadece üniforma ile sivil giysiye bağlayarak yorumlamaya kalkıp hiçbir şeyi kavramamışlardır ve bugün içinde yaşadığımız kavram kargaşası da aynı nedenden kaynaklanmaktadır.
12 Eylül darbesinin asıl nedeni Türkiye’yi küreselleşmeye eklemleyecek olan değişiklikleri topluma kabul ettirme isteğiydi.
12 Eylül’ün temelinde 24 Ocak 1980 ekonomik kararları yatmaktadır. Bu kararların mimarı Turgut Özal’ın 12 Eylül’ün ertesinde ekonomiden sorumlu bakanlık koltuğuna oturtulması rastlantı değildi.
Tek kendi başına özgür olan makam oydu kabine içinde, diğerlerinin işini sıkıyönetim yapıyordu zaten.
Rejimin 1983 yılında üniforma görüntüsü olmadan devam ettiği aşamada ise emekli amiral olan Bülent Ulusu’nun gitmesi, yerine artık Bijan’dan giyinmeye başlayan Özal’ın gelmesini değişim olarak kabul etmek için gerçekten saf olmak gerekirdi. Sivilleşmek, buyurgan, tepeden inme, keyfi rejim ve onun çözümleri yerine tartışmacı, katılımcı, demokratik sivil çözümler üretmek demekti. Yoksa üniformalıların koyduğu yasakları sivil elbiselilerin sürdürdüğü rejimler sivil rejimler değillerdi. Yasakları savunarak “Anayasa bir kez delinmekle bir şey olmaz”  diyerek sivil rejim olmazdı. Daha doğrusu olurdu da dikta olurdu.

***

12 Eylül 1980’den 30 yıl sonra 12 Eylül 2010’da 12 Eylül Anayasası ile ilgili bir referanduma gidildi.
Amaç  “askeri vesayet anayasasından kurtulmak”  olarak ilan edildi.
...bu değişikliğin bir anlamı ifade edebilmesi, ancak askeri mahkemelerin sakıncalarından arındırılmış mahkemelerin onların yerine gelmesiyle mümkün olabilirdi.
Oysa yapılan değişiklikle siyasi iktidarın güdümüne sokulan HSYK aracılığıyla, sivil yargı, yürütmenin denetimi altına sokuldu ve böylelikle sivil görünümlü ama sivil olmayan ya da başka deyişle bağımsız olmayıp bağımlı olan bir yargı yaratıldı. Yargı bağımlı olduktan sonra ha sivil olmuş, ha askeri, ne fark eder ki?!
O sivil yargıda son olarak, Deniz Feneri davasında Zahid Akman’ın şikâyetçi olduğu savcı HSYK tarafından değiştiriliyor ve yerine yenisi getiriliyordu.
Bu 12 Eylül 2010 referandumu sayesinde elde edilmiş bir sonuçtu. Şimdi bu sonuçta askeri vesayet kırıldı, sivil yargı egemen oldu demek mümkün mü? Yargı bağımlı olduktan sonra ha askeri olmuş, ha sivil ne fark eder ki?
Şimdi ikide bir sivil lafını duymuyor muyum, öylesine ifrit oluyorum ki! Manava  “hıyarın sivil olup olmadığını” sormam işte bu sivil saplantılı hıyarlardandır.
Ali Sirmen / Cumhuriyet



Onun için mi gittiler eyalet stajına ABD’ye
Ankara’nın, “Kürt realitesini tanıyoruz”dan başlayıp “AB’nin yolu Diyarbakır’dan geçer”den geçip, “Kürt sorunu vardır ve daha fazla demokrasiyle çözülecektir” noktasına varan çizgisi; sonuçta Güneydoğu’da ayrı devlet benzeri örgütlenmelerle karşılaştı.
(...) Ankara’nın öngördüğü çözüm ile PKK cephesinin Güneydoğu’da öngördüğü  “devlet ve sosyo-ekonomik düzen”in bağdaşması çok zor, hatta olanaksız görülüyor. Ankara’nın tezi sorunun, (...)  ancak üniter yapıyı, ulusal ve siyasal birliği bozacak şekilde siyasal alana taşınmamasıdır. Bu yaklaşımın bir başka ifadesi ise Ankara’nın özerklik veya federasyon biçiminde egemenliği paylaşmayı kabul etmeyeceğidir.
Fikret Bila / Milliyet



Ya yazma becerisini kaybettiyse...
Cengiz Çandar için tam da  “Kayıp Aranıyor” ilanı vermeye hazırlanıyorduk ki, Radikal gazetesinden açıklama geldi:
“Cengiz Çandar kitabını tamamlamak için iznini uzattı, Bizim bildiğimiz vaziyet budur. Yani bizim yolları ayırma gibi bir kararımız yok...”
Çandar’ın 2 Ağustos’ta “yarın devam edeceğiz” diye bitirdiği yazının devamı niye gelmedi peki?
Yoksa Çandar  “yazma kabiliyeti”ni mi yitirdi?
Öyleyse, ne olur gizlemeyin bu gerçeği!..
Sayın Radikal gazetesi yetkileri, kulağımız sizden gelecek yeni açıklamada, elimizde konfetiler, sevindirmeniz için bekliyor olacağız milleti!



Günün sözü
Boğaz köprüsü ve otoyollar özelleştirme kapsamında satılıyormuş! Vay be demek ki Sülün Osman’ın yapamadığını da yapıyorlar!
Engin Balım

Yorum Gönder

[blogger][facebook][disqus]

Kemalın Askeri

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget