Maymuncuk - Işık Kansu

Adnan Menderes Üniversitesi Tıp Fakültesi’nden Dr. Osman Elbek, sağlık alanına “performans” adıyla uydurulan şeyi “maymuncuk” olarak değerlendiriyor:“Artık ‘performans’ maymuncuğu tüm sağlığın, sağlık çalışanlarının, hastaların, eczacıların ve sağlık hizmeti ile ilişkili olan tüm tarafların algısını kökten değiştirecektir. Bu maymuncuk sayesinde eskinin ‘verimsiz’ ve ‘hantal’ sağlık kurumlarında yaşanan motivasyon kaybı, o güne kadar tahayyül edilmeyen bir para miktarını kazanabilme olasılığı ile kışkırtılacak, hastalar bu kışkırtılmış ‘sağlık’ ortamında hekime, sağlık çalışanına para kazandıracak bir meta haline getirilecek ve en önemlisi sağlık hizmet alanında bilgi asimetrisini yetkisinde tutarak iktidar kuran hekimlik ve tıp kurumu, gerek yaşamı medikalize ederek, gerekse meslek değerlerinden kopmuş bir teknisist bakışla para getiren işlemleri arttırarak, sağlık hizmet alanını cirosu yüksek ‘verimli’ bir sağlık piyasasına dönüştürecektir.”
Sağlık piyasası sayesinde evrim tersine işleyecek. Maymundan gelen insanlar maymuna dönecek.
Gecekondu Öğretmenliği
Gül Coşkun, yıllardır hem öğretmen hem de öğretmen örgütçüsü olarak eğitim ateşini yüreği, bilinci ve emeğiyle yakanlardandır. Epeydir, Ankara’da, Hüseyin Gazi’ye yakın bir gecekondu semtinde bir okulda. İzlenimlerini aktardı bize:
“Hüseyin Gazi, Karapürçek-Eski Yol denen bu yere, üç-beş yıl öncesine kadar Ulus’tan otobüse bindiğimizde boş yer bulup oturuyor, gazetemizi ve kitabımızı okuyarak geliyorduk. Ayakta kaldığımız nadir zamanlarda ise öğretmen olduğumuz her halinden belli olan bizlere daha bir saygı vardı, oturmamız için yer veriliyordu. Şimdi ise küçücük çocuğunu oturtmuş kişiler, bizlerin yerine giyim kuşamıyla kendine benzeyenlere yer vermeyi ilke edinmiş durumda. Birileri, bizi bize mi düşürdü, birbirimize bakışlarımız mı değişti, başardılar mı bunu? Umarım yanılıyorumdur!”
Gül öğretmene göre, gecekonduda öğretmen olmak; “Bana gereksinimleri var, ellerindeki tek kaynak benim, burada çalışmalıyım” kararlılığının yanında çaresizliği de getiriyor:
“5. sınıftan itibaren öğrencilerindeki kopuşları görüyorsun. Semtin erkekleri, çevresindeki modellere ayak uydurmaya başlayıp sokağa salınıyorlar, tam bir kabadayı olup ders filan da çalışmıyorlar. Daha ilkokul ikinci sınıftayken onlarla baş edemediğini mızmızlanarak söyleyen güçsüz aileler, onları hepten salıveriyorlar. Kızlarsa hep daha olgun, mücadeleci ve akıllı, ama onlar da birer küçük hanımefendi giysisine büründürülüp ev işleri yükleniyor. İlköğretimi bile zar zor bitiren kıt akıllı, yobaz ağabeylerinin, liseye gitmemeleri yönündeki baskısıyla karşı karşıya bırakılıyorlar. Baskı, baskı üzerine ve çözüm ev baskısı yerine koca baskısını yeğ tutmaya kadar gidiyor. Liseyi okuyanların birçoğu, dershaneye gönderilemediği için lise mezunu olarak kalıyor.”
Velilere gelince:
“Sevildik mi baştacı yapıyorlar ve de bizi terapistleri yerine koyuyorlar. Dürüst, çalışkan ve onlara önem veren öğretmeni biliyorlar ve o öğretmen onlarla bir sorun yaşamıyor. Sorun, onların bilinçsizliğinde gizli. Her sabah çocuğunun çantasını taşıyarak onu okula getirmek, iyi annelikle eşdeğer tutuluyor; bu arada biz öğretmenleri görmeleri, incelemeleri, bizlerle giriş-çıkışlarda iki laf etmeleri en büyük mutlulukları, terapileri sayılıyor. Eğitime gerekli önemi ve katkıyı ne sağlayabiliyor ne de çocuklarının ödevlerinde yardımcı olabiliyorlar. Bizleri en çok üzen ve de yoran da velilerin hâlâ kendilerini yetiştirememiş olmaları. Nasıl yetiştirsinler ki! Gelmiş köyden; ardından kardeşini, komşusunu getirmiş ve günü yine o insanlarla geçiyor. Köyde olsa en azından sağlıklı beslenecek, o da yok. Bu yüzden şehirde, köy hayatı yaşadıkları da söylenemez. Yoksa daha düne kadar buz gibi soğuk, penceresi-kapısı kırık sınıflarda ders yapmak umurumuzda bile değil.”
21. yüzyıldayız. Gül öğretmen, başkentin hemen ucunda yurttaş yetiştirmeye çabalıyor…
Coşku ve Gerçek
Ahmet Köklügiller’in emekle yoğrulmuş “Nasıl Yazıyorlar?” adlı kitabında birçok şair-yazar, ürün verme sürecini anlatıyor. Çoğu aramızdan ayrılmış ustaların yer aldığı kitapta Salâh Birsel “Benim şiir yazmam uzun beklemelerin sonucudur” demiş:
“Odamda, yatakta, sokakta, kahvede boyuna beklerim. Bir şeylerin geleceğini, bir şeylerin boğazıma sarılarak dışlamak isteyeceğini bilerek beklerim. Bu, kimi zaman, şipşak boy gösteriverir. Kimi zaman da beni haftalarca, aylarca bekletir. Ama kısa zamanda yüzünü açan şiire de hemen yaklaşmam. Onu bir kâğıda saptadıktan sonra yine beklerim. Böylece, o yerden bitme coşkuların beni yanıltmasından -bunlar yüzde yüz insanı yanıltır- kendimi korumuş olurum.”
Coşkulara kapılma… Geri dönüp bir baksak, ne çok coşku görürüz ardımızda. İnsanı yanıltan coşkular…
Kendimizi koruyamadık, geldik in kadar boğucu ve göz gözü görmez günlere…

Işık Kansu/Cumhuriyet

Yorum Gönder

[blogger][facebook][disqus]

Kemalın Askeri

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget