Falih Rıfkı Atay, “Zeytindağı” adlı kitabının ilk bölümünde İttihat ve Terakki’yi, iktidarda olup da hükümeti eski devrin adamlarına bırakan tarihteki tek parti olmakla eleştiriyor ve şöyle diyor: “İttihat ve Terakki’de görüştüğüm siviller Cemal Bey’in yanında sekiz kat sarıklı hocalardı. Tevkifler, sürgünler, ip ve zindan çerçevesi içinde bana korkunç bir yeniçeri gibi görünen Cemal Bey’i biraz bu türlü ve karışık fakat genç hareketlerle az çok ilgili görmek büyük bir şeydi. Çünkü o zamanki devrimci, kırmızı Mısır fesini başına yakıştıracak (…) ve en eski Osmanlı kafalarının kalıbına dökecek kadar, şuursuzdu. 1913’te bir Mustafa Kemal, yüz yıl sonrası için bile hayaldi, fantezi romanlarında bile yeri yoktu.”
Dünya savaşı kapıdadır. Birlik ve dayanışmaya ihtiyaç vardır. Oysa İttihat ve Terakki bilinçsiz yaklaşımlar, kişisel hesaplaşma ve hırslarla bölünmüş, kendisiyle uğraşır haldedir. Savaşa Osmanlı topraklarına “Enver’land” adını takan ve müttefikine, “Sarısı kırmızıya çalan Berlin altınları” döken Almanlarla birlikte girilir. Sadaret kalemi kâtibi olan, Tanin’de yazan genç gazeteci Falif Rıfkı da yedek subay olarak Cemal Paşa komutasındaki Dördüncü Ordu karargâhına atanır.
***
Genç zabitin Zeytindağı’nın tepesinden gördüğü manzara şudur: Lut Denizi, Gerek Dağları, Kızıl Deniz’in sol kıyısı, Hicaz ve Yemen. Ne var ki Osmanlı, fethettiği bu topraklardaki halkların kültürlerine, dillerine, ticaret ve ekonomilerine egemen olamamıştır. “Buraları ne sömürgeleştirebilmiş ne de vatanlaştırmıştık. Ücretsiz tarla ve sokak bekçisi idik.” Bürokrasi bile Arap’tır. Halep’ten öteye ne Türk kâğıdı, ne Türkçe ne de Türk geçebilir! Zaten Rumeli kaybedildikten sonra Suriye ve Filistin de bizim değildir. Çünkü, “çölde menfaat ve kuvvetten başka bir şeyin hüküm sürmesi mümkün değil”dir. Din sömürüsü de had safhadadır. “Mukaddes cihad, Osmanlı, Allah ve peygamberler hepsi birbirine karışmış”tır. “Medine dini mallaştırmış ve maddeleştirmiş bir Asya pazarı, Kudüs dini oyunlaştırmış Garp tiyatrosudur.”
Hengâme çok geçmeden kızışacak, emperyalistler paylaşım kavgasına tutuşunca Arap çeteleri ve “Peygamber torunları Ravza’nın yeşil kubbesine kurşun atacak” İstanbul, telaş içinde yoksul Anadolu gençlerini çöle sürecektir. “Arap kesesine Alman altını, kursağına Anadolu rızkı akıtılacak, yoksul bedevi ateş çemberi içinde bir hurma kurusu bile bulamayıp derisi iskeletine yapışmış ölürken, Türk askerleri, iskorpitten çürüyüp düşen dişleri ve ağız yaraları içinde, kavrulmuş çekirge çiğnemeye çalışarak, Ebubekir’in, Ömer’in ve Muhammed’in sandukalarını savunacaklar”dır!
***
Sekiz cephede destanlar yazmış bu asker, mütarekeye kadar, “Kalbini dökmeye dili olmayan bütün kahramanlar gibi kanını döktü”, cesur adamlar gibi vuruştu. Ama Almanların durduramadığı İngilizler Kudüs’ü aldılar ve Gazze savunma hattının çökmesi ile art arda düşen Şam, Halep, Hatay boyunca Osmanlı ordusunu kovalayarak Anadolu’ya saldırdılar. Cemal Paşa, “Kumar oynadık ve kaybettik” diyordu. “Hazine tamtakırdı. Para bulabilmek için ya bir tarafa boyun eğmeli, ya öbür tarafla birleşmeliydik!”
***
Mustafa Kemal’e de “Savaşmak için paramız yok” denmişti. Cevabı, “Bu millet istiklalini ödeyemez” oldu. “Nesi var nesi yoksa verecektir!” Sakarya, Dumlupınar, İzmir ve Lozan… Hepsini böyle ödedik…
Falih Rıfkı’nın bugüne de ışık tutan, ibretle okunacak anılarını okumadınızsa, hemen okuyun ve üç ayrı sesten, Şebnem Ferah, Safiye Ayla ve Şivan Perwer’den Yemen türküsünü dinleyin…
Zafer bayramınızı candan kutlarım!
İnci Aral/Cumhuriyet
Yorum Gönder