Hastanelere saldırılmaz!
Çünkü oradaki insanlar saldırılara yanıt verebilecek durumda değildir. Bu nedenle hastanelere yapılan saldırılar katliam, yani insanlık suçu olarak görülür.
İnsan olmaktan kaynaklanan bu yazılı olmayan kural, dün ne yazık ki hem de İstanbul’un göbeğinde delindi...
Yüzlerini saklama gereği hissedecek kadar korkak 15 şehir eşkıyası Anadolu yakasındaki Sancaktepe Hekimpaşa Aile Sağlık Merkezi’ne molotof kokteyli ve taşlı saldırıda bulundu.
İçerideki onlarca kadın ve çocuk, çıkan yangından son anda kurtarıldı...
Ve işin en acısı...
İnsanlıktan nasibini almamış bu 15 alçak, kadınları ve çocukları ateşler içinde terk ederek, ara sokaklarda izlerini kaybettirdi.
Öfkem büyük... Çünkü kardeşin kardeşe düşmanlığının bu kadarını gerçekten aklım almıyor!
İnsan kılığındaki bazı yaratıkların, bu kadar canavarlaşmasını kabul etmek istemiyorum...
Hele hele sözüm ona “demokrasi” ve “özgürlük” adına, hasta kadın ve çocuklara saldırma kalleşliğini; bırakın insana, hayvanlara bile yakıştıramıyorum!
Bu zavallılara söylenecek sözlerin tamamı kifayetsiz kalır!
Ama...
Ben bir çift söz de polise ve MİT’e söylemek istiyorum:
Allah aşkına siz hep gazetecilerin, aydınların, subayların, siyasetçilerin mi telefonlarını dinlersiniz?
Daha bu hafta başında gördük ki; kimliğini belirleyemediğiniz bazı kişiler, bu ülkenin Genelkurmay Başkanı’nın hem de karargahta yaptığı çok gizli bir toplantıyı bile dinlemişler...
İyi de; onların yaptığını siz bu ülkenin düşmanları için neden yapmıyor ya da yapamıyorsunuz?
Dünkü kalleş saldırıyı gerçekleştiren alçaklar, bunun planını yapmak için, hiç mi bir araya gelmediler?
Hiç mi telefonla görüşüp, randevulaşmadılar?
Hiç mi dinleme ağlarına takılmadılar?
Yoksa sizin dinleme aygıtlarınız ve görevlileriniz, sadece bu ülkenin yurtseverlerini dinlemeye mi programlı?
Bu ülkeyi bölmek, parçalamak isteyen, bunun için hasta kadın ve çocukları yakmaya bile kalkışan yaratıklar neden bir kez olsun takılmıyor o dinlemelere?
Ve nasıl oluyor da hepsi, yakıp yıktıktan sonra milyonluk kentin sokaklarında ellerini kollarını sallayarak yok oluyorlar?
Yoksa attığımız her adımı izlediğiniz MOBESE kameraları, “gerçek suçluları” algılamıyor mu?
Onlar o kameralara neden bir kez olsun takılmıyorlar?
Dedim ya; resmen ilan edilmiş savaşlardaki düşmanınız bile hastanelerinize saldırmaz...
Saldırırsa savaş kurallarını ihlal etmiş olur...
İstanbul’un göbeğinde ise “kardeş” bellediğimiz, birlikte yaşadığımız bazı canavarlar; gerekçesi her ne olursa olsun, hasta kadınları ve çocukları yakmaya kalkışıyor...
Bunları yakalayıp, yargılamayan devlete, ödediğim her kuruş vergi haram olsun!
ÇOOOOOKKK!
Mazeretim tek kelime: Yoruldum!
Hem de çok...
Nazım’ın şiirinden, Cem Karaca’nın bestelediği ve söylediği şarkı son günlerde dilimden düşmüyor:
“Çok yorgunum, beni bekleme kaptan... Seyir defterini başkası yazsın... Çınarlı, kubbeli, mavi bir liman... Beni o limana çıkaramazsın!”
Seyir defterini kim yazar bilmiyorum ama 10 gün yokum!
Hepinizin Ramazan Bayramı’nı şimdiden kutluyor; size sağlık, mutluluk, başarı...
Güzel ülkeme de huzur ve adalet diliyorum.
Günün Sorusu
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, AA’ya verdiği demeçte, “Siyaseti özledim” demiş...
Acaba bu sözler, ilk kez bir Cumhurbaşkanı’nın görev süresi dolduğunda aktif siyasete döneceği ve Başbakanlığa talip olacağı anlamına geliyor mu?
Zincirleme sorular!
Bu soruya kim yanıt verecek: Deniz Feneri soruşturmasının üç savcısı neden görevden alındı?
Eğer ikna edici bir yanıt gelmezse; bundan sonra adalete nasıl güveneceğiz?
Adalete güvenemezsek; bu ülkede nasıl yaşayacağız?
Yoksa istenen bu mu?
Bu ülkede yaşamamamız!
Mustafa Mutlu/VATAN
Yorum Gönder