Suriye - Şam - Humus - Hama
Aslında gitmek konusunda kararsızdım...
Türkiye-Suriye Dostluk Grubu’nun iki günlük Suriye daveti gerçekten çok ilgi çekiciydi. Düşünüp taşınırken önce Milliyet gazetesinin manşetini gördüm.
- Diktatörün son oyunu!
Haber şöyleydi: Halkını katlederek iyice zor duruma düşen Beşşar Esad imajını düzeltmek için Türkiye’den gazeteci, siyasetçi ve akademisyenlerden oluşan bir grubu Suriye’ye davet ediyor, tüm masraflarını karşılıyordu!.. Okuyunca utandım!.. Sonra yanaşma takımının gidecek olan gazetecilere “Esadcı” şeklindeki saldırılarını izledim... Daha düne kadar “Suriye sansür uyguluyor”, “Gazeteciler ülkeye alınmıyor” diye yırtınan necip Türk medyası, şimdi ilginç biçimde gidecek olanları engellemek için çırpınıyordu!.. Elhak, başarılı da oldular; aslan yürekli ve de pek ünlü birçok kalem erbabı, televizyoncu son anda gitmekten vazgeçti!.
Ben, tam tersine,“böyle saldırıyorlarsa vardır bir hikmeti” dedim ve gitmeye karar verdim.
- İyi ki de gittim!..
***
Peki, ben Suriye’de ne gördüm?
Hem çok şey, hem hiçbir şey!.. Beni çok şaşırtan, “burnumuzun dibindeki ülkeyi hiç tanımıyormuşuz” dedirten çok şey, Türk ve dünya medyasında neredeyse dizi halini alan “katliamlar, korku içindeki halk, patlamaya hazır ülke” konusunda ise neredeyse hiçbir şey!..
Önce kısaca Suriye’den söz etmem gerek. Bir cümlede nasıl anlatırsın diye sorsanız şöyle bir şey derdim sanırım:
- Eskimiş, köhne ve fakir bir ülke!
Ama bu çok yanıltıcı olurdu!.. İçine girmeye, birazcık olsun tanımaya başladığınızda, görüntüde eskimiş ama aslında çok çok eski ve etkin bir kültürün tadını almaya başladığınızı itiraf ediyorsunuz... Evet köhne, binalar eski ve bakımsız, caddeler deseniz aynı ama bunun sanki bilerek yapıldığı hissine kapılıyorsunuz... İnsanlar genelde yoksul ama hiç de mutsuz göründüklerini söyleyemem... Beni asıl etkileyen; Sünnisi, Alevisi, Hıristiyanı, Yezidisi, Ermenisi insanların bir arada hiç sorunsuz yaşamalarıydı!.. Şam’ın “eski şehir” bölümünde, hem de ramazan ayında binlerce, on binlerce insan yan yana, iç içe kendi hayatını yaşıyordu. Bir yanda ibadetini yapanlar, diğer yanda yemeğini yiyen, birasını, nargilesini içenler... Kısacası rengârenk, tebessüm donanmış insanlar!.. Hele kadınlar; türbanlısıyla, eteklisiyle üzerlerinde bir tek kötü göz bulunmayan Suriyeli kadınlar, onları görünce bizim kadınlarımızı düşündüm...
- İçim yandı!..
***
Gelelim, Batı ve Türk medyasında anlatılan Suriye’ye...
Evet bir diktatörün ülkesi... Her tarafta baba-oğul Esad’ın fotoğrafları... El Muhaberat’ın insanlar üzerindeki hissedilir etkisi; bunlar tamam... Bunlar bir diktatörlüğün olmazsa olmaz figürleri zaten!.. Pekii, gerginlik, korku, katliam, başkaldırı onlar nerede?.. Anlatayım:
Şam’ın merkezinde gün boyunca trafik polisi dışında silahlı asker ya da polis görmedim... Humus ve Hama yolculuğu sırasında yollarda asker taşıyan kamyonlar, şehir girişlerinde ve kritik noktalarda kum torbalarıyla tahkim edilmiş mevziler gördüm... Hama’da, en büyük katliamın yapıldığı söylenen bu kentte, hayatın normal seyrinde aktığını da, validen brifing aldığımız vilayet binasının önünde toplanmış 100 kadar muhalifi de gördüm ve konuştum... Örneğin siyah çarşaflı kadınların gayet anlaşılır bir İngilizceyle “Esad gitsin, bu rejim bitsin” sloganları attıklarına, bunu duyan erkeklerin Arapça destek verdiğine de tanık oldum... Yanmış, yıkılmış binalar da gördüm, ya polis merkezi ya da orduya ait binalardı...
Suriye’de katliam yapıldığını sürekli olarak anlatan AP, AFP, Reuters ve El Cezire televizyonlarının, bu haberleri ya Ürdün ya da Beyrut’taki bürolarından geçtiğini, Suriye’de hiç muhabirleri olmadığını da öğrendim!.. Sokaktaki insandan, en üst yetkilisine Suriyelilerin, Türkiye’nin ülkelerine saldıracağına inandığını da gördüm, ne yazık ki... Ama patlamaya hazır, korku içinde bir ülke göremedim!..
Kısacası, anladım ki; kurt kuzuyu yiyecek!.. Suriyeli bir kadının şu sözleri her şeyi anlatıyordu.
- Emperyalist kalemi kırmış... Son kurban Suriye... Peki, kiralık cellat kim olacak?!..
Ümit Zileli/Cumhuriyet
Yorum Gönder