Beş gün boyunca Silivri’deki tutuklu gazetecilerle konuşmalarımızı
yazdım. Böyle olunca birçok önemli gelişmeyi atlamak zorunda kaldım.
Soracağım sorular birikti. Kısa kısa da olsa genel bir toparlama yapmakta yarar var:
AÇLIK GREVLERİ...
Cazaevlerindeki
10 bine yakın PKK ve KCK tutuklusu ile hükümlüsünün 68 gün boyunca
sürdürdüğü açlık grevi, teröristbaşı Apo‘nun İmralı‘dan verdiği bir
emirle bitiverdi! Resmi makamların açıklamalarına göre Apo‘ya bu
talimatı vermesi için devlet devreye girdi! Direniş bitince de başta
iktidar olmak üzere herkes derin bir nefes aldı...
Kimse sormadı, ben sorayım:
Binlerce
terör örgütü militanının Apo‘nun bir talimatıyla açlık grevini
bitirmesi, Apo‘nun bu örgütü yönetmeye devam ettiğini ve aslında hiçbir
zaman bu yetkisini kimseye devretmediğini göstermiyor mu?
Bu nedenle Apo‘nun; içeride olduğu yıllarda çetesinin işlediği tüm cinayetler nedeniyle de yargılanması gerekmez mi?
DENİZ FENERİ...
Deniz
Feneri soruşturmasını yürütürken haklarında “görevi kötüye kullanma ve
sahtecilik” suçlamasıyla dava açılan cumhuriyet savcıları Nadi
Türkaslan, Abdulvahap Yaren ve Mehmet Tamöz beraat etti. Sanık
savcılardan Abdulvahap Yaren, Yargıtay‘daki duruşmada, Afrika’daki aç
çocukların fotoğraflarını göstererek, “Bu derneğin topladığı paraların
bu çocuklara gitmesi gerekiyordu. Ancak dernek yöneticileri,
metreslerini ellerinde tutmak için zekât paralarını amaç dışı
kullanmışlar” diye konuştu. Sonuçta Yargıtay 11. Ceza Dairesi,
“görevlerini kötüye kullandıkları” iddia edilen savcıları oybirliğiyle
akladı. Böylece ortaya garip bir durum çıktı: Eğer Yargıtay‘ın verdiği
karar doğruysa, bu durumda savcıların Deniz Feneri sanıkları hakkındaki
iddiaları da doğru demektir. Gelin görün ki; sanıklar da serbest, onları
sahte evrakla mahkum ettirmeye çalıştıkları öne sürülen savcılar da...
Kimse sormadı, ben sorayım:
Bu
işte bir gariplik yok mu? Bu durumda Deniz Feneri davasının, bu üç
savcının hazırladığı iddianamelerle yeniden görülmesi gerekmez mi?
İSRAİL BOMBARDIMANI...
İsrail,
Gazze‘deki masum insanları yeniden bombalamaya başladı; yüzden fazla
Filistinli öldü. Yahudi lobisinden korkan ABD yönetimi,
(Filistinliler’in İsrail’e yönelik tek saldırısı bile yokken) bu
bombardımanı, “İsrail’in kendini savunma hakkı” olarak yorumladı. En
sert tepki ise Başbakan Erdoğan‘dan geldi: “İsrail terörist bir
devlettir.”
Kimse sormadı, ben sorayım:
Madem İsrail
terörist bir devlet; o zaman bu devletle yapılan tüm anlaşmaların askıya
alınması ve ilişkilerin dondurulması gerekmez mi? Bugüne kadar
İsrail‘le hangi anlaşmaları askıya aldınız? Ya da tersinden sorayım:
İsrail ile Türkiye arasında hâlen yürürlükte olan anlaşmalar,
Türkiye‘nin “terörist bir devlet”le yakın ilişki içinde olduğunu
göstermez mi? Bu, büyük bir çelişki değil mi?
KAMERAMAN SARBEST...
Yaklaşık
üç aydır Suriye‘de tutuklu bulunan kameraman Cüneyt Ünal, aralarında
gazetecilik örgütleri ile CHP‘li milletvekillerinin de bulunduğu bir
gruba Şam‘da teslim edildi. AKP Sözcüsü Hüseyin Çelik, Suriye
makamlarının Cüneyt Ünal‘ı “bir sivil toplumu örgütü yerine CHP’lilere
teslim ettiğini” belirterek, bu durumu “manidar” bulduğunu söyledi.
Kimse sormadı, ben sorayım:
Koskoca
parti sözcüsüsünüz Hüseyin Bey... Böylesine “manidar” bir demeç
vermeden önce, o heyetin en az yarısının gazetecilik meslek örgütlerinin
temsilcilerinden oluştuğunu öğrenmeniz gerekmez miydi?
ÖZEL, ARABİSTAN’DA...
Genelkurmay
Başkanı Orgeneral Necdet Özel, şehit düşen beş askerimizin yurdun
çeşitli köşelerinde toprağa verildiği saatlerde Suudi Arabistan‘daydı.
Peki; neden? “Türkiye-Suudi Arabistan ilişkilerinin geliştirilmesine
verdiği katkı”dan dolayı layık görüldüğü “Kral Abdulaziz Madalyası”nı
almak için...
Kimse sormadı, ben sorayım:
“Türkiye-Suudi
Arabistan ilişkilerinin geliştirilmesi” için ne yaptınız Sayın Özel?
Yoksa Başbakan‘ın gündeme getirdiği, “talihsiz bedevi”yi, kutup ayısının
gazabından kurtardınız da bizim mi haberimiz olmadı?
BÜYÜK KIŞKIRTMA...
Alevi
yurttaşlarımızın Muharrem Ayı Orucu nedeniyle Erzincan‘da kurdukları
iftar çadırı, önceki akşam saldırıya uğradı. On beş-yirmi kişilik bir
grup, çadırda bulunan, “Madımak, müze olsun” ve “Zorunlu din dersleri
kaldırılsın” yazılı iki pankartı ve resimleri yakarak kaçtı.
Kimse sormadı, ben sorayım:
Ergenekon
ve Balyoz davalarında “olmayan” delilleri bulan, bulamadığı zaman
üreten polis, “mezhep çatışması” yaratmak isteyen bu kışkırtıcıları,
olay yerini görüntüleyen onlarca kameraya rağmen neden bulamıyor?
*****
GÜNÜN SORUSU
Yukarıdaki ona yakın sorumdan birine bile yanıt alabileceğime ihtimal bile vermiyorum. Sorum, ortaya:
Bu soruların yanıtsız kalacak olması benim ayıbım mı?
Yorum Gönder