Sevgili okurlarım, yazılarımı uzun yıllardır okuyanlarınız 2002 yılı
öncesinde Türk Ceza Kanunu’nda yapılacak değişiklikler bir TCK komisyonu
tarafından hazırlanırken yaşadıklarımı hatırlayacaklardır.
Bugün
hiç değişmemiş olayları yazmaktaydık o yıllarda da.. Değişmemiş, tam
aksine kat kat hızlanarak sürmekte olan “çocuk ve kadın tecavüzleri”ni..
Aradan 10 yıl geçmiş olmasına rağmen bugün de olduğu gibi kadınlara,
küçücük çocuklara, hatta bebeklere bile tecavüz eden canavar ruhlu
yaratıklar mahkemeler tarafından ya serbest bırakılmakta veya çok hafif
cezalarla kurtulmakta idiler.
SUÇLULARI KORUYAN YASALAR!
Bunun
yapılabilmesinin nedeni ceza yasalarındaki saçma sapan maddelerle
bırakılmış boşlukların mağdurlar için değil “suçlular lehine”
kullanılmasıydı. Bu yetmiyormuş gibi yeni kanunları hazırlayan
komisyonun üyeleri, özellikle Profesör Doğan Soyaslan ve (davalar
sonrasında hayatını kaybeden) Ordinaryus Profesör Sulhi Dönmezer
kanunlara daha da kötü sonuçlar yaratacak maddeler konmasını
önermekteydiler.
Bunların en önemlileri; “çocuk tecavüzlerinde
‘çocuğun rızası var mı, yok mu ona bakılsın” maddesi ile, “kadınlara
birden fazla kişinin tecavüzü durumunda tecavüzcülerden biri evlenmeyi
kabul ederse suç ortadan kalksın ve kimseye ceza verilmesin” diyen madde
idi..
EN PAHALI (!) DAVA
Gazeteciliğe ilk
başladığım günlerden bu yana en önemli misyonum olarak saydığım “çocuk
ve kadın tecavüzleri-cinayetleri” konusunda böylesi çağ dışı önerilere
tahammül etmem söz konusu olamazdı, arka arkaya yazdığım yazılarda bu
maddelere izin verilemeyeceğini belirtirken dayanamayarak o feveran
içinde “çocuğun rızasına bakılması” ve “tecavüzcüyle evlenme”
önerilerini ancak “ruh hastalarının aklına geleceği” gibi bir yorum da
yapmıştım. O süreç içinde (bu gün hala Ankara’da ders vermekte olan)
Doğan Soyaslan TV’lerde programlara katılarak bana ve kadın örgütlerine
karşı “çekilin kadınların önünden de tecavüzcüleriyle evlensinler”
benzeri açıklamalar yapıyordu. TCK Komisyonu hakkındaki yazılarım
nedeniyle bu iki profesör bana basın tarihinin en yüksek tazminat
davalarını açarak toplam “150 milyar TL” tazminat talep ettiler.
STK’LAR SAVUNMADA!
Ben
tek başıma mücadele edeceğimi düşünürken aralarında; Kadın ve Aileden
Sorumlu eski Bakan Önay Alpago, Türk Kadınlar Birliği Başkanı Sema
Kendirci, KA-DER Başkanı Hülya Gülbahar, Mor Çatı Kadın Sığınma Evi
Kurucusu Canan Arın gibi Türkiye’nin en iyi kadın avukatlarının ve sivil
toplum örgütü başkanlarının bulunduğu kalabalık bir hukukçular ordusu
beni “gönüllü olarak savunacaklarını” açıkladılar. VATAN’ın hukuk
işlerini yürüten Avukat Müjdat Gültekin ve ona ait Hukuk Bürosu’nun
başarılı avukatlarının da katkılarıyla bu davalar yıllarca Ankara ve
İstanbul’da devam etti.
Sonunda bir istisna ile hepsi benim
lehime sonuçlandı. “Ruh hastası” yorumu için İstanbul’da Sulhi Dönmezer
“30 milyar”lık tazminatı yerel mahkemede kazandı ama Yargıtay bunu
“basın özgürlüğü sınırları içindedir” kararıyla reddetti. Ankara’da ise
Doğan Soyaslan’a “8 milyar TL” ödemem onandı.
KAYBETMEK VE KAZANMAK!
Böylece
25 yıllık meslek hayatımda “gazetecilik sınırları dışına çıkmamaya her
zaman özen göstermiş olmama” ve bu nedenle bana açılmış veya benim
açtığım tüm davaları kazanmış olmama rağmen ilk kez bir davayı
kaybederek toplam “15 milyar TL” civarında tazminat ödedim.
Bunu
köşemde ‘eğer ülkemin kadın ve çocuklarının hayatını kurtarmakta bir
yararı olacaksa bu yolda dava kaybetmek bile kazanmak sayılır’ diyerek
duyurdum ki sonunda değişen yasalara “o maddeler” konamadı. Yani ben
para kaybetmiştim ama dava kazanılmıştı .
BASIN VE İFADE ÖZGÜRLÜĞÜ
Ama..
Hem Türkiye’de “kadın ve çocuk tecavüzlerinde verilen haksız mahkeme
kararları”, hem ilerde “benzer yasa değişikliklerinin” önlenmesi, hem de
“basın ve ifade özgürlüğü” açısından haksız bir sonuç orada
bırakılamazdı. AİHM’ye müracaat ettik ve yıllarca kararı bekledik.
Dün
açıklanan ve VATAN sitesinden öğrendiğim haberde (avukatlardan bile
önce onlar haber almışlar) AİHM’nin benim şikayetimi haklı bularak ve
Türkiye’nin “Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin ifade ve düşünce
özgürlüğü ile ilgili 10’uncu maddesini ihlal ettiğine” hükmederek
Türkiye’nin bana “7 bin Euro ve ayrıca Türk mahkemesinin kararından
dolayı ödemek zorunda kaldığım para cezasını geri ödemesi”ne hükmettiği
bildiriliyordu.
GELECEK İÇİN İŞARET!
Bu karar
AİHM’nin “basın ve ifade özgürlüğü” konusunu nasıl doğru
değerlendirdiğini gösterirken aynı zamanda gelecekte “mağdur
gazetecilerin açacağı davalar”da da nasıl değerlendirme yapacağını
gösteriyor. Hiçbirimiz “kendi mahkemelerimiz, kendi devletimiz aleyhine”
dava açmak istemeyiz ama başka çare kalmayınca tek çözüm bu oluyor.
Onların hatasını devlet-millet ödüyor (hele artık “hakimler yasayla
iyice korumaya alındıktan sonra” hepsi milletin cebinden çıkacak.)
Ben
bundan sonra da yanlış karar veren mahkemeler için aynı şekilde yazmaya
ve “kadın-çocuk tecavüz ve cinayetlerini”, “çocuk tecavüzünde çocuğun
rızası var mı” gibi rezalet yöntemleri adım adım izlemeye devam
edeceğim.
TEŞEKKÜR VE BAĞIŞ!
Bu davalarda 2003 ve
sonrasında beni savunan tüm avukatlar ve kuruluşlara, AİHM’ye giden
davanın Ankara’da avukatlığını yapan TKB Başkanı Avukat Sema Kendirci’ye
ve AİHM sürecini yürüten Gültekin Hukuk Bürosu Avukatı Gökhan Ovat’a
bir kez daha içten teşekkürler. Onların kazandığı davalar benden çok bu
ülkenin kadın ve çocuklarının davasıdır.
Devletin ödeyeceği
parayı başta Türk Kadınlar Birliği ve Türkiye Kadın Dernekleri
Federasyonu olmak üzere kadın ve eğitim derneklerine, bir de sokak
hayvanlarının korunması için HAYTAP’a bağışlayacağım. Umarım yararlı
olur!
Yorum Gönder