Cumhuriyet’in dünkü manşeti olmasaydı
kaçımızın “Hayata Dönüş katliamını protesto amacıyla 2
yıl önce Galata Kulesi’ne pankart açtıkları
için” Baran Kuzey Yıldırım, Aygün Kumru
ve Cihan Bilgin adlı delikanlıların F
tipi hücrelerde “tutuklu”
olarak unutulmuş olduğundan haberi olacaktı ki?..
Üyesi oldukları söylenilen DHKP-C
“Devrimci Halk Kurtuluş Partisi-Cephesi”
adlı örgütün, şiddete yönelik eylemleriyle 12 Eylül 1980 öncesinin
olaylarında etkili olduğu biliniyor. O terör olaylarına karışanların içinde
yargılanıp suçlarını cezaevlerinde çekenlerin önemli bir bölümünün bu gençlik
heveslerinden pişmanlık duydukları; günümüze aralarında boy vermiş işadamlarının
olduğu da çoğumuzun anılarındadır.
Özellikle 2006’dan bu yana PKK dışında hiçbir
örgütün şiddet eylemi yapmak için alanlara çıktığını görmüyoruz.
Yazının başında sözünü ettiğim ve DHKP-C’li
oldukları söylenilen gençlerin eylem için kullandıkları araç; silah hatta
molotofkokteyli bile değildir.
Kentin birçok yerinden görünebilsin diye çıktıkları Galata
Kulesi’nden sarkıtılan protesto
pankartları şiddet içermeyen, saldırı amaçlamayan tam
anlamı ile görsel bir ifade özgürlüğü aracıdır.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin
Türk yargıcı Işıl
Karakaş geçen hafta sonunda
İstanbul’da bir otelde
Fredrich Ebert adlı
Alman Vakfı’nca düzenlenen
panelde yaptığı konuşmada ülkemizde, terör suçlaması ile kişilerin ifade
özgürlüğü haklarını ayıramayan savcı ve hâkimlerimize umarım yararlanacakları
dersler vermiş...
Ne yazık ki izleyemediğim bu panelden alıntılar değerli arkadaşım
Sedat Ergin’in dünkü yazısında yer
almıştı.
Sayın Karakaş, konuşmasında AİHM’nin
“İfade şiddet kullanmaya, silahlı direnişe teşvik
etmiyorsa ceza hukuku ile kısıtlanmamalıdır”
içtihadını hatırlatmış ve hemen ardından
“işlenmiş olan bir suçu ya da işlemiş olduğu suçtan
dolayı bir kişiyi alenen öven kimsenin, iki yıla kadar hapis cezası ile
cezalandırılmasını öngören TCK’nin
255’inci maddesinin çok muğlak”
olduğundan söz etmiş.
Adalet Bakanlığı’nın bir süreden beri
numaralayarak kamuoyuna açıkladığı yargı paketlerinde
255’inci maddenin yerini muhafaza etmekte olduğunu
öğrenmek, dikkat çekici olmalıdır. Böylesine karmaşa içinde bir madde yerini
korurken yargıçların verecekleri karar sadece sanıkları değil, tarihi bir
yargılamada karar sahibi olan hâkimleri de meslek sicilleri açısından
etkileyecektir.
Bazıları, bir AİHM yargıcı Türk yurttaşının, uzak diyarlardan
içişlerimize bu kadar yakınlık duymasına anlam vermekte zorluk
çekebilirler.
Şayet önüne geleni Terörle Mücadele Kanunu kapsamına dahil ederek
“hadlerini bildirme”
alışkanlığımızın AB dünyasında ne kadar ayıplanmakta olduğunu
bilerek kendimize çekidüzen vermek istiyorsak, Işıl Karakaş ve benzeri
uyarıcıları can kulağı ile dinlemek Adalet
Bakanlığı’nın birincil görevleri arasında
olmalıdır.
Değerli AİHM yargıcımız görev yaptığı
“...Sonuçta bir gazeteciyi, üçüncü kişinin
söylediklerinden dolayı mahkûm ederek toplumda tartışmayı engellemiş
oluyorsunuz. Bu da ifade özgürlüğü bakımından kabul edilemez”
şeklindeki 2010 Türkiye kararını
hatırlatıyor.
Olanların özeti yine Bayan Karakaş’ın
“sol örgütler” için verilmiş
olan yargı kararları için yapmış olduğu değerlendirmeden
“...sert tonlar taşısa da bunlar basmakalıp sol
sloganlar. Ceza ağır, orantılılık ilkesi yok”
şeklindeki alıntılardır.
Silivri’de
Ergenekon davasına bakan savcıların davayı
sonuçlandırmak için hızlandırma gerekçesi ile sanıkların soruşturmanın
genişletilmesi yolundaki isteklerinin topluca reddi yolunda harekete geçmiş
olmalarının altında ne var?
Bunu çözmek kolay, dahası olası da değil. Zira bu doğrultuda Basın
Konseyi heyetleri olarak cezaevi ziyaretlerinde kendileri ile görüştüğüm
Balbay ve
Özkan’ın politik olan bu dava için çoktan
karar verildi şeklindeki önyargılarını gidermek hâkimlerin görevidir.
Önümüzdeki ilk duruşma cumhuriyet savcılarının esas hakkındaki
görüşleri ile nasıl bir aşamaya girecektir. Şüpheliler arasındaki gazeteciler,
hatta bugünkü hükümet kadroları ile omuz omuza çalışmış bir eski
Genelkurmay Başkanı’nın nerede, ne zaman
ve hangi şiddet olaylarında parmağı bulundukları çok inandırıcı
kanıtlar ile ortaya konmaz ise, söz konusu dava da nihayetinde AİHM
yargıçlarının önüne gelecektir.
Bu nedenle Ergenekon davasını yürüten hâkimlerin
AİHM’nin Türk yargıcının hatırlatmalarını dikkatle
izlemiş olmaları, kendi mesleki sicilleri açısından da önemli
olmalıdır.
Yorum Gönder