AKP, İsrail ile ilişkiler konusunda da ikili oynuyor. Bir yandan oy 
hesabıyla izlediği iç politika gereği İsrail’e 
karşıymış gibi bir izlenim, görüntü yaratmaya çalışırken öte yandan 
İsrail’in çıkarlarına hizmet eden girişimlerde, hatta 
fiili uygulamalarda bulunuyor. Ancak bu ikili oyun, dış politikada da takıyye, 
olduğundan farklı görüntü verme, yalnız yurtiçinde değil, yurtdışında da 
algılanıyor, tepki topluyor. Yalaka sözcüğünün yetersiz kaldığı bazı yazar ve 
yorumcular, Sayın RTE’nin Arap 
ülkelerinde büyük itibarı, prestiji olduğu savında da olsalar, gerçeğin verilmek 
istenen izlenimden çok farklı olduğu da dikkate alınmalıdır.
Geçen ocak ayının son haftasında Lübnan’a, 
Beyrut’a gitmiştim. İzlenimlerimi daha önceki 
yazılarda da aktarmaya çalıştım. Konuştuğum birkaç kişi, Sayın 
RTE’yi Arap dünyasının, 
İslam dünyasının bir lideri olarak görmüyordu. Sayın RTE hakkındaki 
görüşlerini aynı sözcüklerle buraya aktarmaya kalkışsam aşağılama olarak 
yorumlanabilir. Bir iki kişiyle konuşup, genelleme yapıp, Arap-İslam dünyası, 
Sayın RTE’yi Amerika yanlısı olarak görüyor diye 
genelleme yapmak kuşkusuz haksızlık olur. Ancak Arap-İslam dünyasında Sayın RTE 
hakkında çok farklı görüşlerin olduğunu vurgulamak için bir gözlemimi 
aktarayım.
İsrail konusunda söylemle eylem arasındaki karşıtlığı yalnız 
Malatya’daki Kürecik kalkanı oluşturmuyor. İzlenen 
Suriye politikası, gizli tutulmaya özen gösterilen İsrail yandaşlığının daha 
önemli bir göstergesini oluşturuyor.
ABD’nin Ortadoğu’da 
hegemonyasını, egemenliğini kurmaya, bölgeyi ABD’nin 
arka bahçesi haline getirmeye yönelik büyük ya da 
“Genişletilmiş Ortadoğu (BOP ya da GOP) 
Projesi” bu bağlamdaki kuşkuları artırmaktadır. Arap 
Baharı, Özgür Suriye Ordusu gibi söylemler de, yaşananların belli odaklarca 
tezgâhlandığının, desteklendiğinin bir yerde kanıtı da olmaktadır. Emperyal 
güçlerin, esas amaçlarını saklamak için süslü, cilalı, kulağa hoş görünen 
sözcükler, sloganlar üretmekte usta olduğuna kuşku yoktur.
Beşşar Esad yönetiminde Şam, 
İsrail’in tehdit öğesi olarak gördüğü 
İran’a yakındır. İran, Suriye aracılığıyla Hizbullah 
örgütünü desteklemekte, Lübnan’a, İsrail sınırına 
kadar dayanmaktadır. Lübnan’a, 
Beyrut’a giden herkes İran etkisini gözlemler. Suriye 
köprüsü ortadan kalkar, Suriye bölünür ya da Şam emperyal güçlerin güdümünde bir 
yönetimin eline geçerse, İran’ın Ortadoğu, Hizbullah 
ve Lübnan’la ilişkileri de kopar. 
Lübnan’ın İsrail güdümüne girme olasılığı artar. 
Suriye ayrıca İsrail’e komşu askeri bir güçtür. Golan 
Tepeleri nedeniyle İsrail’le ihtilaflıdır. 
İsrail’in olası bir yayılmacılığına karşı bir 
engeldir. Suriye ordusunun askeri gücünün zayıflaması da sonuçta 
İsrail’in lehinedir. 
İsrail’e karşıt bir gücü devirmeye çalışmak, 
desteklemek, aslında İsrail’e hizmet demeyelim, ama en 
azından yardımdır. Suriye engelinin kaldırılması, projelenen 
“Büyük Kürdistan”-İsrail 
yakınlığını da güçlendirecektir.
Mülkiye (Siyasal Bilgiler Fakültesi) mezunu olmama, 
ABD’de Pittsburgh 
Üniversitesi’nden kamu yönetimi ve uluslararası 
ilişkiler alanında lisansüstü master (MPIA) derecem olmasına karşın kendimi dış 
politika konusunda yetkin görmem. Ancak uluslararası ilişkilerde de bazı 
kuralların, ilkelerin olması gerektiğini, adalet sözcüğünün sözde, yalnız bazı 
kurumların unvanında kalmaması gerektiğini de düşünürüm. Tutarlılık, 
tarafsızlık, nesnel davranış, adaletin sağlanması, dünya barışı, ülkeler 
arasındaki ilişkiler açısından da gereklidir. Adaletli bir barış sağlama amacına 
yönelik faaliyette bulunması gereken Birleşmiş 
Milletler’in bu görevini, işlevini yerine getirememesi 
ne yazık ki çatışmalara, kan dökülmesine, en azından huzursuzluğa yol 
açıyor.
İsrail’in varlığı bir haksa aynı hak 
Filistinlilere de tanınmalıdır. Filistinlilere de dış tehditlerden uzak, 
ambargolar kaldırılmış olarak bağımsız bir devlet kurma hakkı tanınmalıdır. 
İsrail’in işgal etmiş olduğu topraklarda Yahudi 
yerleşim merkezleri kurmaları önlenmeli, İsrail yayılmacılığı 
sınırlandırılmalıdır. Uluslararası örgütler İsrail’e 
karşı nasıl bir tutum içindeyseler, Filistinlilere karşı da benzer davranışı 
göstermeli, çifte standarttan kaçınmalıdırlar.
Tutum ve önlemlerle doğrudan ya da dolaylı bir şekilde İsrail 
desteklenirken İsrail karşıtlığı söylem inandırıcı olmuyor. 
Mevlana’nın “Ya 
olduğun gibi görün ya da göründüğün gibi ol” öğüdü dış 
politika için de geçerli olmalıdır. Vatandaşın da söyleme değil, eyleme bakması 
dış politikada da ikili oyunu bozabilir.
 

Yorum Gönder