Müşrik yaklaşım, şirkin temel özelliklerinden biri olarak, geçmiş ecdat kabullerinin değişmez-dokunulmaz-kutsal bir yapı oluşturduğunu, bu kabullere dokunmanın zındıklık veya dinsizlik olacağını iddia etmektedir. Kur’an’ın en büyük kavgası işte bu iddia sahiplerine karşı veriliyor.
Kur’an din bahsinde, peygamberlerle onların karşısına dikilen şirk zümreleri arasında tarih boyunca sürüp giden kavganın esasını, ecdatperestlikle akıl ve bilginin mücadelesi olarak tescil etmektedir.
Temelde iki tez söz konusudur. 1. Şirkin tezi: Güvenilir, dokunulmaz ve kutsal olan, atalardan bize devredilen gelenek ve kabullerdir. İyinin, doğrunun ve güzelin ölçütü bu geleneksel değerlerdir. Bunların muhafaza edilmesi ise dinin ta kendisidir. 2. Tevhidin tezi: Güvenilir, dokunulmaz ve kutsal olan, aklın ve bilimin verileridir. İyinin, doğrunun ve güzelin ölçütü bu verilerdir. Din ise bu verilerle peygamberlere vahyedilenin kucaklaşmasıyla vücut bulur. Bu iki tezin kavgası çok zorludur. Birinci tezin temel söylemi şudur:
“Ayetlerimiz, karşılarında açık seçik beyyineler halinde okunduğunda, delilleri sadece şöyle demek olmuştur: ‘Doğru sözlüler iseniz atalarımızdan kanıt getirin.” (Câsiye, 25; Dühan, 36)
İkinci tez, yani peygamberler tezi ise şu söylemi öne çıkarmaktadır:
“Eğer doğru sözlü kişiler iseniz bundan önceki bir kitap yahut bir bilgi kalıntısı getirin bana!” (Ahkaf, 4)
“Eğer doğru sözlü iseniz bana ilimle haber verin.” (En’am, 143)
Ecdatperestliğin esası dikkate alındığında onu gelenekçilik veya muhafazakârlık olarak anmak mümkündür. Ve bu durumda şunu söylemek de mümkün olacaktır: Gelenekçilik veya muhafazakârlık, mutlak anlamda alındığında şirktir. Kur’an bu noktada çok sert bir tavır koymuştur:
AKIL VE BİLİM DENETLEMEDİKÇE…
Gelenekçilik veya muhafazakârlığın şirk başlığı altına girmemesi için tüm değerlerinin akıl ve bilim denetimine açılmasını kabul etmesi gerekir. Eğer bu anlamda bir gelenekçilik olabilirse onun şirk olmayacağını söylememiz mümkün olacaktır. Ne var ki, böyle bir muhafazakârlık tasavvuru eşyanın tabiatına aykırıdır ve insanlık tarihi boyunca da görülebilmiş değildir.Kur’an, gelenekçiliğin yani ecdatperestliğin karşısına akılcılık ve bilimciliği koymaktadır. Temel karşıt kavramlar bizzat Kur’an tarafından belirlenmiştir: Akıl ve ilim. Kur’an bu noktada, âdeta felsefî tanımlamalar getirmektedir. Yüzü aşkın ayet bu konuya el atar. Birkaç örnek verelim:
“Onlara, ‘Allah'ın indirdiğine uyun!’ dendiğinde: ‘Hayır! Biz, atalarımızı üzerinde bulduğumuz şeye uyarız’ derler. Peki, ataları bir şeyi akıl yoluyla kavrayamıyor, doğruya ve güzele ulaşamıyor idiyseler?!” (Bakara, 170; Mâide, 104; Lukman, 20-21; Zühruf, 21-23)
Müşrik mantık, atalara izafe ederek yaptığı her şeyin iyi ve güzel olduğunda, bunun için de ecdadı izlemeyle Allah’ı izlemenin aynı anlamı ifade ettiğinde ısrarlıdır. Bu yüzdendir ki, ecdatperestlik şirki, peygamberlere kin ve öfkesini, sürekli olarak ataların rahatsızlığı kaygısına dayandırır:
“Sen bize, atalarımızı üzerinde bulduğumuz şeyden bizi çeviresin de bu toprakta devlet ve ululuk ikinizin olsun diye mi geldin? Biz, ikinize de inanmıyoruz.” (Yunus, 78)
Yorum Gönder