Ankara haberlerine göre, dördüncü yargı paketinin içine
konacaklarla ilgili hazırlık çalışmaları tamamlandı. 2012 yılının
ilkyarısı üçüncü yargı
paketinin nasıl çıkacağı, ikinci yarısı da nasıl uygulanacağı tartışmalarıyla geçti. 2013’ün Adalet Bakanlığı gündemi belli oldu.
Türkiye’de hukuk, artık uyulması
gereken kurallar bütünü değil, dönemin siyasal gereksinimlerine göre
kullanılması gereken araçlar toplamı.
Belki de “hukukun üstünlüğü” kavramının yerine şunu söylemek daha uygun düşecek:
Hukukun kullanımı!
Bir ülkede her mevsim yargı paketi çıkıyorsa, bu o ülkede
işlerin iyi gittiği, reform yapıldığı anlamına gelmez. Tam tersine,
yargının, iktidarın siyasi çalışmalarının bir parçası haline geldiğini
gösterir.
Türkiye’deki tablonun özeti bu.
***
Bu tablonun yarattığı vahim sonuçlardan biri, hukukun istikrarsızlaşması.
Yeri geldikçe siyasi istikrardan söz ediliyor. Pek çok alandaki “başarıda” bunun büyük payı olduğu vurgulanıyor. Oysa gerçekte, Türkiye’nin bütün değerleri “siyasi istikrara” kurban ediliyor.
İktidarın mevsim normalleri temposunda devam eden paket çalışmaları tek başına fazla bir şey ifade etmiyor. Çünkü Meclis’ten geçen yasaların uygulanıp uygulanmayacağı kesin değil. Mahkemeler, kamuoyuna, “büyük yenilikler getirecek” diye duyurulan paket parçaları için rahatlıkla şöyle bir karar verebiliyorlar:
“Bu yenilik bize uymaz...”
Daha ötesi, mahkemeler çıkarılan yasaların bazı boşluklarından yararlanıp yasa niteliğinde yeni yöntemler üretebiliyorlar.
Bunun son örneklerinden biri, geçen hafta Ergenekon davasında
yaşandı. Üçüncü yargı paketine göre, özel yetkili mahkemeler (ÖYM) yeni
soruşturma yapamayacak, yeni dava açamayacak. Ellerindeki dosyaları
tamamladıktan sonra kapanacaklar. Bu mahkemelerin yerine bölge ağır ceza
mahkemeleri kurulacak. 20 Kasım’da 19 iddianameli davaya bir iddianame daha eklendi; 20 oldu. İstatistikler yine altüst.
Danıştay faillerine silah sattığı iddia edilen bir kişinin
davası Ergenekon kuyusuna atıldı. Bunun nasıl olduğunu araştırınca,
şöyle bir yöntemin uygulandığı anlaşıldı:
Yasa, ÖYM’lerde yeni dava açılmayacak diyor; ama açılmış, yürümekte olan bir dava ÖYM’ye getirilemeyecek diye bir hüküm içermiyor. Bu durumda başka yerde açılan bir dava, belli bir aşamadan sonra “bağlantılı” görünüp ÖYM’deki davaya eklenebilir.
Bugünkü iletişim olanaklarıyla bağlantı kurmaktan kolay ne var?
Bir davanın ötekine bağlanması ilk bakışta sıradan bir uygulama
olarak değerlendirilebilir. Ancak işin özü öyle değil. Demir, yumurta,
kömür, sebze, sıvı deterjan, ekmek ve odunun aynı çuvala konduğunu
düşünün... Davanın mantığına göre bütün bunların aynı çuvala konması şöyle açıklanıyor:
Bu malzemelerin tümü aynı evde kullanılmıştır, o nedenle birbiriyle bağlantılı özellikler göstermektedir.
Bütün samimiyetimle paylaşmak istiyorum, yukarıdaki anlatım, iddianameden daha mantıklı.
***
Böyle bir ortamda adaleti nasıl arayacağız? Hukukun üstünlüğüne nasıl inanacağız?
Biz de bu soruların yanıtını arıyoruz.
Elbette pes etmek yok.
Elbette yargının siyasal değil, hukuksal zeminde olması için her türlü çabayı harcamak gerekiyor. Türkiye’de
siyasetin geleneksel bir hastalığı var; iktidara gelen hiç
gitmeyecekmiş, gücü hiç bitmeyecekmiş gibi hareket ediyor. Oysa ne
olursa olsun, siyasetin doğası değişmez; iktidar dengeleri sürekli
değişime açıktır. Bir iktidarın en güçsüz anı, kendini en güçlü
hissettiği andır.
İşte bütün bu değişkenlerin toplum düzenini olumsuz etkilememesi için başlıca sigorta, hukuktur. Hükümet bu sigortayla oynuyor.
Tutuklu bir gazeteci ve milletvekili olarak, dördüncü yargı paketine ilişkin haberleri okurken gözlemlerimi paylaştım.
Bu paket çıktıktan sonra yapılacak ilk tartışmanın başlığını şimdiden söyleyebilirim:
“Sırada beşinci paket var.”
Siyasi partileri, baroları, tüm duyarlı kesimleri bu kısırdöngüye karşı ses yükseltmeye çağırıyoruz...
En azından yükselen sesleri duyun...
Yorum Gönder