“60’lı yılların sonu.
Çetin’le
(Altan) benim en hızlı dönemimiz. Her akşam içki
sofrasında devrim yapıyoruz. Sadece devrim yapmakla kalmıyor, devrimden
sonrasının politikalarını da belirliyoruz sözüm ona. Bir akşam,
Moda’da bir meyhanedeyiz, masa kalabalık. Biz
gelecekte, yani devrimden sonra Türkiye’nin tarım
politikası üzerine beyin fırtınası yapıyoruz.
Gecenin ilerleyen saatleri, ikimiz de hayli içmişiz.
Çetin’le bu konuda aramızda görüş ayrılığı çıktı ve
tartışmaya başladık. Çetin, alkolün de etkisiyle hırçınlaştı ve bana tarizde
bulundu. Ben Çetin’le tartışırken birden bizim
Handan atmaca gibi atılıp tartışmaya katılmasın mı?
Hoppala!.. Al başına belayı. Çetin bağırıyor, Handan bağırıyor. Ben ikisini de
mümkünü yok, susturamıyorum. Çetin, tartışmada
Handan’ın yaşını da katarak bel altı vuruşu yapmaz
mı?
Handan çok üzüldü tabii. Baktım olacak gibi değil, ben
Handan’ı alıp ayrıldım mekândan. O zamanlar Boğaz
Köprüsü henüz yapılmamış. Arabalı vapurla Sirkeci’ye
geçip eve vardık. Maçka’da oturuyoruz o zamanlar.
***
Eve girince ben Handan’a,
‘Sen ne diye bizim tartışmamıza müdahil oldun ki, ben
kendimi savunmaktan âciz bir adam mıyım, aklım mı yok, dilim mi?’
diye çıkıştım. Zaten hayli üzgün olan Handan ağlamaya başladı. Bu
kez de ben çok üzüldüm. Üstümü giyinip arabaya atladım, yallah
Moda’ya. Biliyorum, Çetin henüz kalkmamıştır nasılsa.
Aklımca Çetin’i yakalayacak, yaptığı kabalığın
hesabını soracaktım. Hatta belki de yumruk yumruğa birbirimize gireceğiz.
Niyetim bu!
Meyhaneden içeri girdiğimde, Çetin hâlâ masada konuşuyordu. Beni
görünce ayağa kalkıp kollarını açtı ve ‘İşte geldi
benim canım arkadaşım, biliyordum beni burada yalnız
bırakmayacağını!’ diye boynuma sarıldı.
İşte Çetin bu; buyur kavga et, edebilirsen.
‘Ulan seninle adam gibi kavga bile
edilmiyor’ deyip oturdum. Çetin hemen bana rakı
söyledi. Yeniden içmeye başladık.
***
Sabah gün ışırken meyhaneden çıktık. Aynı arabayla
Sirkeci’ye geçtik. İkimiz de zurna vaziyetteyiz. Araba
zikzak çiziyor. Bir sağ kaldırıma vuruyoruz, bir sol kaldırıma. Çetin tutturdu,
‘İlle bize gideceğiz’ diye.
Ben o saatte Kerime’yi ve çocukları
uyandırmaya kıyamıyorum. ‘Olmaz’
diyorum, dinlemiyor. Çaresiz gittik
Basınköy’e. Sabahın altısında kapıyı çaldık. Zavallı
Kerime, gözlerini ovalayarak açtı kapıyı. Bizim Çetin,
‘Kerime bak en sevdiğim arkadaşımı
getirdim’ dedi. Sanki Kerime beni tanımıyormuş gibi.
Üstüne bir de biftek kızartmasını istemesin mi?
Sabahın köründe Kerime’ye verdiğimiz eziyete
mi, yaptığımız gürültüye uyanan Mehmet ile
Ahmet’e mi üzüleyim, şaşırdım kaldım.
Özür dilemek için mutfağa, Kerime’nin yanına gittim.
Kerime, tavada biftekleri kızartırken, ‘Sana da senin
en sevdiğin arkadaşına da..’ diye söyleniyordu. Beni
görünce pek utandı. Zavallı kadın ne yapsın? Ben olsam kapıyı açmam, kovardım
vallahi...”(*)
***
Miyase İlknur, uzun zamandır üstünde çalıştığı ve
yukarda “tadımlık” satırlar
okuduğunuz belgeseline ilişkin, “Gelecekte Türk basın
tarihi yazıldığı zaman, İlhan Selçuk’tan önce ve İlhan
Selçuk’tan sonra, diye kalın çizgilerle ayrılacaktır.
Bu durum, Cumhuriyet gazetesinin tarihi için de geçerlidir”
saptamasını yapıyor.
Doğrudur.
Hiçbir yazarın onun kadar arı, duru ve vurucu bir dili olmadı Türk
basınında.
Hiç kimse, onun gibi sesini yükseltmeden kükreyemedi.
Hiç kimsenin iradesi, onun iradesiyle başa çıkamadı.
Hiçbir kırılganlık, onunki kadar dayanıklı
çıkmadı.
Hiçbir zarafet, onunki gibi muktedir olmadı.
Hiçbirimiz, hayallerimizi gerçekleştiremedik onun başardığı kadar.
“İlhan Abi”, narin bir gövdeyi
peşinden sürükleyen zekâ cevherinin, kızgın yaşam örsünde vurula dövüle kırılmaz
bir çelik haline gelişinin ve hayallerini gerçekleştirirken bedelini de adam
gibi ödeyişin öyküsü. Sevgili Miyase’yi, ortak
mesleğimizin anıtı İlhan
Selçuk’un yaşamını anlattığı bu güzel kitap için
kutluyorum.
(*) Miyase İlknur, “İlhan
Abi”/Cumhuriyet Kitapları, 2012
‘G’ NOKTASI
Kış Akşamları
Hatırlatır
yaşanmış yaşanmamış
geç sevdaları
en erken terk edilen
akşamlardır
kış akşamları
yolların, hasretlerin
uzun yalnızlığı
çöker dumanlara
dağılır giderler
boşluğa
küçük, kırık pırıltılı
buzdan iğnelerle
binlerce yıldız olur
çam dalları
kuşların gördüğü
rüyalar
bitirir uykuları
bu kadar soğukta artık
ortalıkta ne varsa hepsi
karların çocukları
hatırlatır
yaşanmış yaşanmamış
umutsuz
geç sevdaları
en erken terk edilen
akşamlardır
kış akşamları.
A. Kadri ERGİN
“Centilmen, iki ayrı yaşta bir kadınla
karşılaştığı zaman, en gerçekdışı olanı
kabullenir.”
DAVID NIVEN
Yorum Gönder