‘Cezaevi İmajı’ İçin Mektup Yasaklamak

Adalet Bakanı Sadullah Ergin son dönemde cezaevi fiziki koşullarının iyileştirildiğiyle övünürken tutuklu ve hükümlülere yönelik uygulamalar bu açıklamalarla çelişki yaratıyor. Bunun son örneğinin tanığı biz olduk. Kırıkkale F-Tipi Cezaevi’nde müebbet hapis cezasına çarptırılan hükümlü Talet Şanlı’nın cezaevinin koşullarına ilişkin gazetemize gönderdiği mektup, cezaevi idaresini aşamadı. Şanlı’nın gönderilmesine izin verilmeyen mektubunda, cezaevinde sohbet ve aile görüşmesi gibi bazı haklarının kısıtlandığını anlattığı öğrenildi.
Bu, Şanlı’nın sakıncalı bulunduğu için yasaklanan ikinci mektubu. Daha önce aralarında bizim de yer aldığımız bir grup gazeteciye göndermek istediği ilk mektup da benzer gerekçelerle cezaevi yönetimince engellenmişti. Bunun üzerine kendisine, cezaevi koşullarında bir değişiklik olup olmadığını soran bir mektup gönderdik. Mektubumuza vermek istediği yanıtın yine aynı şekilde yönetim tarafından yasaklandığını Şanlı’nın avukatından öğrendim. Cezaevi Disiplin Kurulu Başkanlığı’nın 9 Kasım tarihli ‘Sakıncalı Mektup Değerlendirme Kararı’nda mektubun yasaklanma gerekçesi şöyle izah edilmiş:
“Ceza infaz kurumunu işleyiş ve koşullarını yanıltıcı ifadeler kullanarak kamuoyunda kuruma dair kötü bir imaj oluşturma amacı ile kurumu hedef göstermeye çalıştığı anlaşıldığından mektubun ve eklerin tamamı sakıncalı bulunmuştur.”
Mektup cezaevlerindekiler için dışarıyla olan hayati bir bağ. Belki de bizim bilmediğimiz böyle onlarca engellenen hükümlü ya da tutuklu mektubu vardır. Cezaevi koşullarının iyileştirilmesini binadan ibaret sayıp içindeki insanların sorunlarını ‘imaj meselesi’ olarak gören anlayışın bir an önce değişmesi gerekir.

5 İŞÇİYİ KİM EZDİ?

Geçen haftanın acı haberi Eti Bakır Samsun İşletmesi’nden geldi. 300 tonluk amonyak tankı kapağının altında kalan işçiler Fatih Açıkel, Sadık Kuruçay, Hüsamettin Taşsümer, Hüseyin Bayrak ve Güven Demirer hayatlarını kaybederken 14 işçi ağır yaralandı. Kazadan yaralı kurtulan işçilerden biriyle isminin yazılmaması koşuluyla yaptığımız görüşmede anlattıkları şöyle:
“Kontrolsüz iş yapıldığı ve iş güvenliği önlemleri alınmadığı için bu kaza yaşandı. O direklerin o ağır sacları taşımayacağı hesap edilmeliydi. İşyerimizde sendika olsa bu ihmal yaşanmazdı. Gerçi bu iş taşerona verilmişti. Ama yine de işletmede bir sendika olsa, iş güvenliği orada da ön planda tutulurdu.”
Eti Bakır’da sendikal örgütlenme mücadelesi veren Türk Metal Sendikası Başkanı Pevrül Kavlak’ın anlattıkları, işin çerçevesini daha net anlamamıza yardımcı olacak nitelikte:
“Kazanın olduğu işletmede 8 ay önce örgütlendik ve yetki için gerekli çoğunluğa ulaştık. Bakanlığa müracaatımızın yanıtı gelene kadar, Eti Bakır kendi kadrolu işçileri olan üyelerimizin bir bölümünü işten çıkardı, bir bölümünü de sendikadan istifa ettirdi. Bununla da yetinmeyerek dışarıdan taşeron hizmet alımına yöneldi. Son kazada taşeronun da taşeronu şirketin işçileri öldü. Son 6 ayda aynı işyerinde bu ikinci ölümlü kaza. Aynı şirketin Kastamonu’daki işletmelerinde de bir ölümlü kaza yaşandı. Sendika olsa bu kadar kaza olmaz. Çünkü örgütlü olduğumuz yerlerde iş sağlığı ve güvenliği kurullarımız var. Gerekli önlemleri alıyoruz, aldırıyoruz. 5 işçinin öldüğü kazadan bir saat önce yetkimize yine itiraz etmişler. Oysa ki Eti Bakır özelleştirilmeden önce tüm işçiler örgütlüydü. Özelleştirme sonrasında kısa yoldan sendikayı atmanın sonuçları böyle ortada. Yaptıkları ihracatla, Türkiye’ye kazandırdıkları dolarlarla övünürler ama heba edilen insan hayatını gözleri görmüyor.”
Bu durumda, ayda 740 lira maaşla çalışan o 5 işçinin ölümünün faturası kime çıkarılmalı?
Düşen amonyak tankının kapağına mı?
Yoksa...
İşletmesine sendika sokmamak için taşeronlaşmayı seçen patronlara mı?

Yorum Gönder

[blogger][facebook][disqus]

Kemalın Askeri

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget