Rejimin koruma duvarlarını yıkmaya yönelik tartışma başlıkları ile gündemin
saptırılmasından toplum bıkkın ve bezgin. Zamana yayılan tartışmalar ve
tartıştırma taktikleri ile ilerleyen karşıdevrimin daha fazla ilerlemesini ne
toplum istiyor ne de bu yola taşları döşeyen dış güçler… Dış basında Türkiye
kaygısı giderek artıyor.
Siyasal İslamı referans alan bir siyasal görüşün iktidarı tek başına ele
geçirdiği ve Türkiye için çok uzun sayılabilecek bir süre iktidarda
kalabilmesinin sağlandığı bir düzenekte, radikal uçların filiz vermeye başlaması
hiç şaşırtıcı değil. Cumhuriyetin temel felsefesi olan laikliği aşındırma
çabaları giderek artarken gündeme bir tartışma konusu daha eklendi. Tekke ve
zaviyelerin(*) açılması ile ilgili söylem aynen şöyle:
“Hiçbiri yok olmadı hepsi varlığını devam ettiriyor. Peki devlet bunu
bilmiyor mu? Öyle ise niye biz birbirimize karşı muvazaa yapalım. Vatandaşların
ihtiyaçlarını karşılamak devletin birinci vazifesidir. Biz ihtiyaçları görüp onu
gidermekle mesulüz.Vatandaş bize bu noktada yetki veriyor sorunları göreceğiz ve
bu sorunlara beraber çözümler arayacağız. İnşallah diyorum önümüzdeki zaman
içerisinde bu noktalarda da önemli adımları birlikte atma imkânını yine beraber
yakalayacağız.”
Bunu söyleyen hem Başbakan yardımcısı hem de bakan. Yasanın açıkça suç
saydığı fiilleri onaylayan ve bu fiilleri işleyenleri cesaretlendiren bir söylem
birinci ağızdan dile getirilince suç olmaktan çıkıyor. (!)… Çünkü Türkiye’de
artık hukuki bir düzen yok, fiili bir düzen var. Anlaşılıyor ki yaratılan iklim
yasanın açıkça suç saydığı fiilleri yaşam pratiğinde çoğaltarak, hukuki olan
yerini fiili olana bırakıyor, hukukun dışına çıkan bu yolu bizzat iktidarda
bulunanlar açıyor. Hukuk ise buna karşı yaptırımsız kalıyor. Artık neyin suç
olup olmadığını hukuk değil, iktidardaki anlayış belirliyor. Hukuk iktidarı
sınırlayan bir güç olmaktan çıkınca, yasa yapma keyfiyetine sahip olan iktidar
fiili olanı hukuktan boşalan yere yerleştirebiliyor. Hukuk devleti yerini, yasa
devletine bırakıyor.
İktidarda bulunan partiyi durdurabilecek örgütlü tek güç parlamento içine
kıstırılmış muhalefet. Bunun toplumsal ayağı ise felç edilmiş durumda. Kamuoyunu
etkileyecek kanaat önderlerinin tutukluluk hallerinin toplumsal muhalefet
üzerinde yaptığı etki ile toplum sindirilmiş durumda. Korkutma, yıldırma,
caydırma gibi baskı yöntemlerinin dolaylı ve sürekli olması etkinin gücünü
artıran önemli bir ayrıntı. Tüm bu sindirilmiş haline ve Atatürk ilke ve
devrimlerini yok sayan anlayışlara karşın, TESEV’in Konda araştırma şirketine
yaptırıp, yayımladığı anket sonuçlarına göre, toplumun yüzde 82’si Atatürk ilke
ve devrimlerine dokunulmasını istemiyor. Yurttaşın ezici çoğunluğu anayasadan
“Türk milleti” kavramının çıkarılmasına ve Türkçeden başka resmi dil
belirlenmesine de karşı çıkıyor.
Tüm baskı politikalarına karşın toplumsal bilinç çarpıtılamamışsa ve toplumun
sağduyusu akılda birleşmişse, yok edilmek istenen Atatürk ve devrimlerinin
mayasının ne kadar güçlü olduğu bir kez daha ortaya konulmuştur. Atatürk, bilimi
ve akılı önceliyordu. Toplumun yolunu açacak olan da akıldır, bilimdir; tekkeler
ve takkeliler değildir.
İslam cumhuriyeti olarak dünyaya pazarlanan Türkiye’nin radikal uçları
cesaretlendiren açılımlarla radikalizme savrulması, yalnız Türkiye için değil,
Türkiye’yi İslam kıskacına sıkıştırarak Ortadoğu’yu şekillendirmek isteyen
güçler için de bir tehdittir. Toplum, cumhuriyeti İslamlaştırma politikalarının
sınırına geldiğimiz uyarısını vermiş; 29 Ekim kutlama ve 10 Kasım anma
törenlerinde tepkisini tüm sindirme politikalarına karşın açıkça ortaya
koymuştur. Egemen olanın iktidar üzerinde söz sahibi olduğu, iktidar olmanın
egemen olmak anlamına gelmediği, egemenliğin asıl sahibinin millet olduğu mesajı
toplumsal refleksle anlatılmıştır.
Türkiye’nin cumhuriyetin niteliklerinin dönüştürülmesi üzerinden yürütülen
rejim karşıtlığına destek çıkan “ikinci cumhuriyetçiler” ile halkoylaması
aracılığıyla hukuk yolunun kapatılmasına katkı koyan “yetmez ama evetçiler” bu
radikal çıkışlar karşısında ne gibi bir tavır takınacaklar? Başlarını kuma
gömerek, “radikal İslam Türkiye’ye uğramaz” rehaveti ile iktidara destek vererek
sağladıkları refahları için de bir tehdit olduğunu görebilecekler mi?
Bir millet uyanıyorken, aydın geçinen bu kişiler hâlâ uyumaktalar… Millet,
Atatürk devrimlerine dayalı cumhuriyetin kazanımlarından daha fazla ödün vermek
ve cumhuriyete tekke ve takke ile ipotek konulmasını istemiyor. Rejimin koruma
duvarlarını yıkmaya yönelik tartışma başlıkları ile gündemin saptırılmasından
toplum bıkkın ve bezgin. Zamana yayılan tartışmalar ve tartıştırma taktikleri
ile ilerleyen karşıdevrimin daha fazla ilerlemesini ne toplum istiyor ne de bu
yola taşları döşeyen dış güçler… Dış basında Türkiye kaygısı giderek
artıyor.
(*) Kaldırılması önerilen, Atatürk devrimleri içinde yer alan 677 sayılı
“Tekke ve Zaviyeler ile Türbelerin Seddine ve Türbedarlar ile Bazı Unvanların
Men ve İlgasına Dair Kanun”; 30 Kasım 1925 tarihinde kabul edilmiş, 13 Aralık
1925 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. Bu yasa ile tüm
tarikatlarla birlikte şeyhlik, dervişlik, müritlik, dedelik seyitlik, çelebilik,
babalık, emirlik, halifelik, falcılık, büyücülük, üfürükçülük, gaipten haber
vermek ve muskacılık gibi eylem, unvan ve sıfatların kullanılması, bunlara ait
hizmetlerin yapılması ve bu unvanlarla ilgili elbise giyilmesi yasaklanmıştır.
Türkiye Cumhuriyeti içinde padişahlara ait ya da bir tarikata çıkar sağlamaya
yönelik tüm türbeler kapatılmış, türbedarlıklar kaldırılmış; yasaya aykırı
davrananlara hapis ve para cezası getirilmiştir.
Prof. Dr. Tülay Özüerman
Yorum Gönder