Bir insan; dikkat ediniz “adam” demiyorum, yalnızca yüz nakliyle değil, karakter nakliyle de karşınıza çıkarılabilir!..
“Dürüst”
ve “aslan” diye pazarlanır ama gerçekte hiç tanıyamazsınız onu...
Karakter nakli, suratsızlığında parende attığı için mimikleri de yoktur
onun!..
Gözlerini kırpmaz, ineğin trene baktığı gibi yüzünüze bakar,
elinden gelse nefes almadan bir robot gibi sizi dinlediğini tasvir
etmeye çalışır!..
Siz anlattıkça anlatın... Ellerinizle,
kollarınızla, mimiklerinizle, insanlığın gereği heyecanınızla anlatın...
Gülün, ağlamaklı olun, terleyin, tekleyin, duraksayın, hızlanın,
öfkelenin, sakinleşin!..
İyi ya da kötü, güzel ya da çirkin, yüceltici ya da alçaltıcı anlatın da anlatın...
Ufkunu
açmaya çalışın onun... Bir vizyon getirmeye çalışın ölü balık gibi
alnınızın ortasına odaklanan, feri gitmiş gözlerinin önüne!..
Provoke edin onu, kızdırmaya çalışın ya da heyecanlandırmaya... Bekleyin ki, her insan gibi en küçük bir tepki versin!..
Öyle şeyler söyleyin ki; her normal insan ya da nesli tükenmiş her adam gibi hop edip yerinden zıplasın!..
Reddetsin söylediklerinizi ya da onaylasın!.. Tartışsın sizinle heyecanla...
Çürütmeye çalışsın tezlerinizi, karşı çıksın ideallerinize ve iddialarınıza...
Kendi ayağına kurşun sıkmak!..
Siz, her donanımlı adam gibi onu da kendinizden sanın... İşte bu beklentiyle anlatımınızı sürdürün...
Doğudan girip Batıdan çıkın... Ekonomiden girip, terörden çıkın...
Ülkenizin
en büyük sorunlarını tüm uzmanlığınızla, gözlerinin içine baka baka,
hatta belgeleri ve çarpıcı bilgileriyle önüne dökün...
Başkalarına
anlattığınızda, belki de yaşayacağı şokla şaşkınlığa döndürecek
bilgileri onun pin kodu kırılmış beynine nakşetmeye çalışırken, varınızı
yoğunuzu dökün ortaya!..
Önüne belgeler serin, krokiler gösterin, haritalar açın ve dosyaları çarşaf çarşaf getirin masasının üzerine...
Tüm bu çabanız yarım saat ya da bir saat sürsün... Hiç fark etmez, yorulmayın, anlatın, mücadele edin...
Eğer ona, belki de yaşamı boyu ilk kez duyabileceği bilgileri de tüm içtenliğiniz ve dostluğunuzla anlattıysanız!..
Yapacağı en küçük hatanın, çevresindeki tüm ideallerin ayağına kurşun sıkacağını kanıtlarsanız!..
Birlikte yürüdüğünüz yolda, teklemeden ilerlemesini en nazik biçimde aktarabildiyseniz...
Hatta, tüm insanlığınızla ondan olduğunuzu, onunla olduğunuzu, arkasında durduğunuzu, yanında yürüdüğünüzü kanıtladıysanız...
Ve onu kendine getiremediyseniz, girdiği yanlış yoldan döndüremediyseniz; artık yapacak pek fazla bir şey kalmamıştır...
Pohpohlanan yıkım taşeronu!
Tüm bu içten, dostane ve sıcak iletişiminize, ilişkinize rağmen karşınızdaki halen konuşmanızın başında olduğu gibiyse!..
Vadide dolaşan ineği seyreder gibi bakmaya devam ediyorsa, yalnız sizin değil ülkenin de vay haline!..
Belki de bir saat sürecek o görüşmeniz sırasında;
O, nefes aldığını bile hissettirmemişse!..
Sanki karşısında, hiç kimse olmamış gibi davranmaya devam etmişse!..
Söylediklerinizin belki dehşeti, şoku ve şaşırtıcılığına rağmen bir kere öksürmeyi bile sakınmışsa!..
Başını bile çevirmemişse bir saniyeliğine...
“Evet”,
“hayır”, “olmaz”, “yanlış” ve “doğru” da dahil, her insanın günde en az
50 kez tekrar ettiği sıradan sözcüklerden birini bir kez bile
seslendirmemişse!..
Ve de, anlattığınız o kadar olayı onayladığını ya da reddettiğini bir küçücük mimikle bile ifade etmemişse...
Durmayın arkadaş o insanın etrafında!.. Yürümeyin arkadaş onun yanında!..
Güvenmeyin ona, olmayın yanı başında... Destek vermeyin safsatalarına!.. Vazgeçin artık ondan!..
Bırakın o kartonluğunun içinde, eşeğe ters binmiş zavallılar gibi tepinip dursun yanlış yollarında!..
Bırakın yapsın görevini, yıkım ekiplerinin taşeronluğunda!..
Bırakın; birbirini tutmayan sözleri, yalana bulaşmış karakteri, yaşamın namusu içinde çark eden zavallılığıyla kalsın!..
Pohpohlamaktan vazgeçin onu!.. Bir robot sanın onu ve kimin nerede, niçin, hangi amaçla programladığını çözmeye çalışın!..
Ve boşuna kafanızı, yüreğinizi, bünyenizi, zekanızı, bedeninizi ve adamlığınızı yormayın!..
Çark eden sinsilik!..
Çünkü bizim Urfa’da, en azından bana “Doğru dur, doğru duvar yıkılmaz” diyen babamın...
“İtle çuvala girme “diyen anamın!..
Ve “El hain meyifleh...” (hainler iflah olmaz) diyen büyüklerimin toz konmamış yüreklerinden...
Öfkeyi notasız savuran hançerelerinden!..
Ve gerçeğe ihanet etmeyen dillerinden düşürmedikleri müthiş mesajlar taşıyan bir deyim vardı:
Yani, rüyalarında göremeyecekleri koltuklara kavuşanları!..
Sinsilikleriyle 9 dağın yalancısını kıskandıranları!.
Çark etmekten, ihanet etmekten, kandırmaktan, arkadan vurmaktan başı dönenleri!..
Dönekliğin
sarhoşluğuyla, darbeyi nereden vuracağı belli olmayanları!.. Ve,
bıçağını nereden çekip, ne zaman savuracağı saptanamayanları!..
İşte
onları... Yani yukarıda tasvir etmeye çalıştığımız yılanların gerçek
yüzünü anlatmak için Urfa’daki büyüklerim tek bir deyimi kullanırlardı:
“Hançeri karnında!..”
Devekuşlarından, at gözlüğüyle dolaşanlardan ve duygusallıktan kurtulamayanlardan vazgeçtim artık!..
En
azından umutlarını canlı tutan ve tehlikenin farkında olan ülkemizin
gerçek yurtseverleri, hançeri karnında olanları iyi tanısınlar!..
En çok düşman saydıklarımız değil, bunlar vuruyor bizi, bunlar hırpalıyor geleceğimiz...
Ders Notu: Bu yazı ilk kez 7 Nisan 2012’de Aydınlık’ta yayımlanmıştı...
ÖĞRETMENLERE: Cumhuriyet kuşatma altında...
İşbirlikçi medyanın yanı sıra, gaflet içindeki siyasi kurumlar da ne
yazık ki bu tuzağı dağıtmak yerine kuşatmaya katkı sunuyorlar... Büyük
Atatürk, geleceği sizin ellerinize bırakmıştı... Bağnazlık ve bölücülük
tuzağına düşürülmeye çalışan çocuklarımız geleceğe sizlerle
hazırlanacak... Onları Cumhuriyete yakışır bireyler gibi yetiştirmek
sizin başlıca göreviniz... Öğretmenler Gününüz Kutlu olsun...
Yorum Gönder