Entelektüel ve ahlaki çürüme - Merdan Yanardağ

Ülkede büyük bir sahtekârlık hüküm sürüyor. Çürüme, siyasi ahlaksızlık, ikiyüzlülük, yalancılık adeta kol geziyor. Bu duruma büyük bir akıl tutulması eşlik ediyor. Ülkede yaşanan süreç, bütün göstergeleri ve fiilleriyle yeni tipte bir darbeye, faşizan polis devletine ve tarihsel bakımdan gericileşmeye işaret ederken, yaşananlar büyük bir utanmazlıkla "demokratikleşme" ve "darbecilerden hesap sormak" şeklinde sunuluyor.Tarihi boyunca Kontrgerilla, darbeciler, gericiler ve işkencecilerle mücadele ederek özgürlük ve adalet mücadelesini sürdüren aydınlar, gazeteciler, akademisyenler ve politikacılar "Ergenekon Terör Örgütü" üyesi olmak suçlamasıyla tutuklandı, Türkiye'nin liberal demokratlarından çıt çıkmadı.
Darbelere karşı mücadele ettiklerini söyleyenler, ABD'nin desteğiyle yürütülen yeni tipte darbenin kirli birer aracı haline geldi.
Özelleştirme yağmasına karşı Tekel işçilerinin yürüttüğü direnişe bile saldıracak kadar kendilerini kaybedip, küstahlaştılar. İnanılır gibi değil ama Tekel işçilerini, "AKP'ye karşı mücadele yürüterek askeri vesayet rejimine hizmet" etmekle suçladılar. Hatta Tekel işçilerini özelleştirmelere karşı mücadele ettikleri için "gerici" ilan ettiler.
***
Kendi hayatlarına ihanet eden, iktidar ve servetten pay almaya çalışan, zihinleri liberalizm ve gericilikle lekelenmiş bu çevrelere göre sicilli darbeciler, katiller, kontrgerilla mensupları, özel harpçiler ve onların operasyon ve sokak güçleri olan faşizan İslamcılar “demokrasi cephesini” oluşturuyor. Buna karşılık gerici ve faşist darbelere karşı hayatları boyunca direnenler, emperyalizme ve faşizme karşı mücadele edenler ise darbeci, olmadı, askeri vesayetçi ilan ediliyor.
Ahlaksızlık öyle bir boyuta ulaşmış durumda ki, 12 Mart 1971 ve 12 Eylül 1980 darbelerini açıkça ve hiçbir yorumu gerektirmeyecek şekilde destekleyen, askeri faşist diktatörlüklerle "mutabakat içinde olduğunu" ilan eden, Nazlı Ilıcak gibi isimler bugün “demokrat” diye kanal kanal geziyor.
ABD'nin Irak'ı işgaline destek veren, Türkiye'nin dış borçlarını çevirebilmesi için ABD ile birlikte savaşa girmesi gerektiğini savunan ve bu tutumunu günümüzde de Suriye ve Esad rejimine karşı sürdüren, savaş kışkırtıcısı ve Amerikancı Hasan Cemal, büyük bir utanmazlıkla önüne geleni "postal yalamakla" suçlayabiliyor. Dahası, kendisinin nasıl bir takunya yalayıcısı olduğunu gözlerden saklamaya çalışıyor.
ABD'nin Ortadoğu'da radikal İslam’ı ezerek demokratikleşmenin önünü açacağını, Vahabiliği tasfiye ederek laiklikle uyumlu ılımlı İslam’ı güçlendireceğini ve bu nedenle Türkiye'nin ABD'nin yanında Irak'ta savaşa girmesini köşe yazılarında açıkça savunan ve bütün bu yazdıkları gazete arşivlerinde duran Mehmet Altan bizim yeni rol modelimiz oluyor. Çok demokratik gerekçelerle AKP-Cemaat diktatörlüğüne destek veren, Cumhuriyetçi toplum kesimlerinin direniş refleksinin kırılmasında önemli bir rol oynayan Mehmet Altan, işi bitince gazete ve televizyonlarından kovulmasına karşın yüzü kızarmadan bu tutumunu sürdürüyor.
***
Türkiye'de karşı devrim sürecinin en önemli kilometre taşını oluşturan 1950 Demokrat Parti (DP) iktidarından başlamak üzere tarih yeniden yazılmaya çalışılıyor. Yeni bir resmi ideoloji inşa edilmek isteniyor. Bu yeni tarih kurgusunun ilk taslakları da açılan davaların iddianamelerde yer alıyor.
Son 60 yıldır bu ülkede bırakın sol bir iktidarı, Kemalist bir hükümetin bile kesintisiz üç yıl sürmediği açık bir gerçek olduğu halde, bütün kötülüklerden sorumlu tutulduğu, buna karşılık faşizan Türk sağı ve İslamcıların mazlum ve mağdur ilan edildiği bu yeni tarih kurgusu Türkiye’yi akıl ve bilim dünyasından koparıyor. Bir önceki çağın değerler dünyasına iade ediyor.
Gerici, İslamcı ve faşist partilerin 60 yıl boyunca bu ülkeyi yönettikleri, bu süre boyunca sağcı Kemalistlerin yönetimindeki TSK ile son derece uyumlu çalıştıkları ve bütün bu tarih boyunca sola karşı vahşi bir saldırı yürüttükleri gerçeği ise unutturulmaya çalışılıyor.
Bütün bu tarih boyunca DP-Adalet Partisi-Milliyetçi Cephe-12 Eylül-ANAP-DYP-AKP çizgisindeki sağ, muhafazakâr ve İslamcı hükümetlerin ülkeye, halka ve insanlığa karşı işledikleri suçlar örtbas ediliyor. Bize hayatlarımıza dair yeni bir hikâye anlatılıyor.
***
Öyle ki, 12 Eylül diktatörlüğünün başbakan yardımcısı, darbeyi hazırlayan 24 Ocak neo-liberal yağma politikalarının mimarı, cuntaya katılan üç "sivil" den biri olduğu darbeciler tarafından ifşa edilen bir Turgut Özal, bile bu ülkenin yakın tarihindeki en büyük demokratlarından biri sayılıyor.
Ancak, mızrak çuvala öyle sığmaz bir büyüklükte ki, Meclis Darbeleri Araştırma Komisyonu bile Turgut Özal’ın 12 Eylül 1980’de müsteşarı olduğu sivil hükümete (Demirel Hükümeti) ihanet ederek darbecilerin safına katıldığını kayıtlara geçirmek zorunda kaldı.
Oysa o Turgut Özal, sağlı sollu liberaller, Türkiye sağı ve İslamcılar tarafından neredeyse “demokrasi kahramanı” ilan edilmedi mi? Tayyip Erdoğan seçim kampanyası sırasında astırdığı afişlerde Menderes-Özal çizgisinin mirasçısı olduğunu ilan etmemiş miydi? Neydi bu afişlerin sloganları; “Demokrasinin yıldızları.” İyi mi!
İşte bunun adı çürüme oluyor. Türkiye aydınlarının bir bölümü büyük bir ihanetin içinden geçiyor. Tarihe, insanlığa, halka, ülkeye ve kendi hayatlarına karşı bir ihanet...
İhanet ve alçaklık ne kadar derinleşirse, ona karşı isyan da o ölçüde büyüyecektir. Ve bu çürüme ne kadar yayılırsa, ona karşı direniş refleksi de o ölçüde şiddetlenecektir. Nitekim 29 Ekim Cumhuriyet yürüyüşleri ve emekçilerin eylemlerindeki yükseliş, Kürt muhalefetinin tutumu bunu gösteriyor.

Yorum Gönder

[blogger][facebook][disqus]

Kemalın Askeri

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget