Kendine güvenen, işi-gücü,
emeği ve kişiliğiyle övünen kadınlar için “merhamet ayrımcılığını”
değil, fırsat eşitliğini savunuyorum. Yoksa Nâzım Hikmet gibi,
“Kadınların yüzü acılarımızın kitabıdır; ayıplarımız ve dökülen kanlar,
karabasanlar gibi çizer kadınların yüzünü” demeye devam edeceğiz.
Kadının “adı var” görüşüyle yola çıktığımız tartışmalarda, “sonsöz”e değil, “söz sonu”na
geldik. İzlediğimiz ilişkilerde; sorunların tümüyle egemen erkeklerden
kaynaklanmadığını; töre cinayeti, cinsel tecavüz, kadın ticareti, seks
emekçiliği, çocuk evliliği, kadına şiddet ve kürtaj yasağı vb medyatik
olaylarla da sınırlı olmadığını gördük. Kadınlar, kültür tarihi
boyunca yöneticiler ve tektanrılı dinler tarafından sömürülmüş, kurban
edilmiş, yazarlar ve filozoflarca dışlanmış, cadı olmakla suçlanmış,
yargılanmıştır. Tarihi sömürü, günümüzde tüketim ekonomisi ve güzellik
endüstrileriyle sürüyor. Piyasa kadını, kadın da malı pazarlıyor. Kadın
soyunarak her şeyi satarken sıranın kendisine geldiğini görüyor. Öyle
etkili bir pazar ki, kadını kadına karşı kullanıyor; kadını, tüketim
ekonomisinin bir reklam ve pazarlama aracına dönüştürüyor.
Varlığı ve saygınlığı için güzel (zayıf, genç ve seksi) görünmesi;
seks ve aşk simgesi olması gerekiyor. Modern sonrası dönemde
giyim-kuşam ve kozmetik-makyaj endüstrisi, genç gösteren ürünleriyle
yaşa, yaşlanmaya direnen kadını da kullanıyor. Acımasız ve sürekli
rekabet, kadın kişiliğinde yorgunluk/bıkkınlık yaratıyor; varlık ve
dayanışma bilincini uyuşturuyor. Erkek egemenler her yerde boy
gösterirken, kadının en büyük rakibi yine kadınlar oluyor. Cinsel
sömürüye karşı ortak bir kader birliği yapacaklarına, erkek egemenliğini
sürdüren uluslararası yarışmalara aday oluyorlar. Kadın erkek
eşitliğini savunan feminist hareketlerin bu davaya ne ölçüde hizmet
ettikleri kendi aralarında bile tartışılıyor.
Endüstri
devrimiyle ivme kazanan kültürel değişimlerin yarattığı bölünmeler,
dünya görüşleri ve kişilikler arasında dayanışma nasıl sağlanacak? “Birlik içinde çeşitlilik veya çeşitlilik içinde birlik!” Uzakdoğu
kültürlerinin binlerce yıldır uyguladığı, aydınlanma çağı öncülerinin
yeniden keşfedip dünyaya miras bıraktığı bir barış/huzur ilkesidir:
Fransız Devrimi, kardeşlik, eşitlik ve özgürlük sloganlarıyla yola çıktı ama toplumsal barışı ve sürekliliği –eşitlikte değil–
çeşitliliğin korunmasında buldu. Çeşitlilik kavramında eşitlik yok,
çeşniler ve farklar var. Sıra kadın erkek eşitliğine gelince “yaşasın farklar” diyoruz. Çözüm, cinslerin değil, yurttaşlık haklarının ve özgürlüklerin eşitliği olabilir.
Özgür
olmayan varlıkların sorumluluğu da yoktur. Kölelerin efendisi özgür
değildi. Kadının özgür olmadığı toplumda erkek nasıl özgür ya da mutlu
olabilir ki? Kadın sorunları, güzellik simgesi süs eşyaları, takılar,
divalar, “prima donna”larla, kanunla değil, eşit hakları talep edebilen eşit eğitim görmüş kadınlarla, yani “eğitimde fırsat eşitliği” ile
çözülebilir. Fırsat eşitliğinin sağlandığı toplumda kadınlar,
eğitimde, tıpta, hukukta, uzmanlık isteyen mesleklerde, sanatta, sporda
ve yönetimde eşit olduklarını gösterdiler. Bugün belki de insanlığın
giriştiği en büyük devrim gerçekleşiyor. Bu küresel süreçte çoğu ülkeden
geri olmadığımız gibi, bazılarından daha ileri düzeyde bulunduğumuzu
sanıyor; kadınlarımızı çarşafa sokup kafes ardına kapatmayalım diyorum. Kendine güvenen, işi-gücü, emeği ve kişiliğiyle övünen kadınlar için “merhamet ayrımcılığını” değil, fırsat eşitliğini savunuyorum. Yoksa Nâzım Hikmet gibi, “Kadınların yüzü acılarımızın kitabıdır; ayıplarımız ve dökülen kanlar, karabasanlar gibi çizer kadınların yüzünü” demeye devam edeceğiz.
Kadınlar
güzel görünmek sevdasından kurtulabildikleri ölçüde varlık ve
kişilikleriyle güzel olacak, insanlık ailesindeki saygın yerlerini
alacaktır.
Bozkurt Güvenç/Cumhuriyet
Yorum Gönder