Obama tüm İslam âleminin bayramını kutlamış…
İyi de etmiş.
***
ABD bir dünya imparatorluğu:
Dünya politikası ve askeri stratejisi Washington’dan yönetiliyor…
New York dünyanın kültürel başkenti…
Hollywood dünya sinemasının merkezi…
İngilizce çoktan dünya dili oldu.
***
“Barack Obama” bu dünya imparatorluğunun seçilmiş başkanı.
Bu sütunun okurları, benim Obama’nın başkan seçilmesi üzerine ihtiyatlı bir dille sevindiğimi bilir.
Bunun nedeni sadece, benim de 1960’lı yıllarda bizzat katıldığım ABD’deki medeni haklar mücadelesinin zaferini, siyah bir başkan olarak simgeliyor olması değildi…
İkimiz de Sosyal Çalışma (Social Work) mesleğine mensuptuk ve yirmi-otuz yıl arayla da olsa ben Detroit’te, o Chicago’da yoksul siyahlarla, benzer projelerde çalışmıştık.
Ama asıl değerlendirdiğim öğe, uluslararası politikada “tek yönlü”, (unileteral) yaklaşımdan “çok yönlü” (multiliteral) yaklaşıma geçeceğini ilan etmesiydi.
***
10.11.2008 tarihinde şöyle yazmıştım:
“Barack Obama’nın neler yapabileceğini anlayabilmek için, önce nasıl seçildiğine yakından bakmak gerekir.
Nasıl seçildiğini anlayabilmek için de Amerikan sistemini doğru anlamalıyız:
Amerika’yı esas olarak, siyasal ve hukuksal yapıyla birlikte Pentagon ve onun ardındaki çokuluslu şirketler yönetir.
Amerikan sisteminin esas öğeleri şunlardır:
Başkanlık.
Senato ve Temsilciler Meclisi olarak Kongre.
Anayasa ve onun koruyucusu olan Yüksek Mahkeme.
Stratejik ve askeri gerekliliklerin belirlendiği Pentagon.
Bu gereklilikleri hem etkileyen hem de bunlardan kâr eden uluslararası şirketler, bu şirketlerin uzantıları olan lobiler ve medya.
Bütün bu öğelerin etkileşimi sonunda genel siyasal işleyiş, stratejik gerekliliklere, paraya, güce ve medyadaki popülariteye dayalı olarak biçimlenir.
Tabii bu biçimlenmede, medyanın ve onu kontrol edenlerin rolü büyüktür.
Obama, hem bu yapının temel öğeleriyle uzlaşarak hem de yüksek bir popülarite ile kamuoyunun desteğini alarak seçilmiştir.
Önünde üç ayrı grubun beklentileri vardır:
1) Mevcut yapının yukarda saydığım temel güçlerinin, yani Amerikan yerleşik devletinin (siz isterseniz buna ‘derin devlet’ de diyebilirsiniz) beklentileri.
2) Amerikan kamuoyunun beklentileri.
3) Dünya kamuoyunun beklentileri.
İşte Amerika’nın siyah derili ilk başkanı, bu üç grubun beklentilerini uzlaştırabildiği veya bu beklentilerin ortak noktalarını belirleyip onları gerçekleştirebildiği oranda başarılı olacaktır.
Acaba bu üç grubun beklentileri ne ölçüde uzlaşabilir?
Önce bilmeliyiz ki, dünya kamuoyunun beklentileri ile mevcut Amerikan devlet yapısının beklentileri, ülke menfaatları açısından çelişen niteliktedir.
Obama bu konuda ancak, ‘Tek taraflı dış politikadan’ ‘Çok taraflı dış politika’ çizgisine doğru marjinal bir değişiklik çabasında bulunabilir.
Bu çabanın dünya kamuoyunu rahatlatması doğaldır ama ne derece tatmin edeceği kuşkuludur.
Ayrıca, ‘müttefiklerinin de menfaatlarını dikkate almanın’, Amerikan yerleşik yapısının stratejik beklentileri ve kâr hedefleri ile ne ölçüde uzlaştırılabileceği belli değildir.
İkinci olarak, Amerikan halkının, daha yaygın ve etkin sosyal refah önlemlerine ilişkin beklentileri, yine yerleşik yapının en önemli öğesi olan uluslararası şirketlerin beklentileriyle pek uyuşmuyor:
Zaten mevcut krizi aşabilmek için önümüzdeki bir yıl içinde, bu yerleşik şirket yapısına aktarılması gereken fonlar 1.5-2 trilyon dolar olarak hesaplanmaktadır. Mevcut bütçe ve dış ödeme açıkları ile birlikte düşünüldüğünde bu zorunluluk, Obama’nın halkın sosyal güvenliği ve refahı için kullanabileceği kaynaklara büyük bir sınırlama getirmektedir.
Dolayısıyla bu alanda da başarı gösterebilmesi için fazla bir şansa sahip olduğu söylenemez.
Türkiye konusuna gelince:
Kıbrıs, PKK, Kürt sorunu, Ermeni soykırımı iddiası gibi konularda Amerika’nın tavrını, Ortadoğu’daki, Kafkasya’daki ve Balkanlar’daki dengeler belirleyecektir.
Türkiye’nin çıkarlarına uygun kararlar alması için, bu dengelerin dışında herhangi bir özel neden yoktur.
Bu dengelerin ise Amerika’nın önüne bugün için ‘Türkiye’nin çıkarlarına uygun’ çözüm seçenekleri koyduğunu iddia etmek büyük bir iyimserlik olacaktır.”
***
Bugün geldiğimiz noktada aynen yukardaki yazıda yaklaşık dört yıl önce belirttiğim gibi, Obama dış politika açısından, “ABD’nin derin devletine” teslim olmuş görünüyor…
Genişletilmiş Ortadoğu Projesi’nin bir parçası olarak sahneye konulan Arap Baharı senaryosu, ABD’nin yeni bir büyük stratejik yanlışını vurguluyor…
Devamı Cumartesiye!
Emre Kongar/Cumhuriyet
Yorum Gönder