Korku, Kuşku, Hoşgörü(süzlük)


Cumhuriyet Türkiyesi’nin bize sağladığı olgunluk ve özgüveni içselleştirebilmiş olsaydık ya da gelen geçen iktidarlar buna izin vermiş olsalardı bugün bu korkuyu, kuşkuyu yaşamaz, insanlarımız birbirlerine karşı hoşgörülü davranırlardı.
Konu başlığı oldukça zor. Yazı yazarken yaşanmışlıktan kalkarak yazmak daha kolaydır bence. Gerçekle bire bir hesaplaşmanın farklı bir tadı vardır ayrıca. Düşe dayalı yaşamak tatlı olmasına tatlıdır, ama kurmaca dünyada gezinmenin zorlukları vardır. Aslında kurmaca dünyada çokça gerçeklik de vardır. Ne ki öylesi bir dünyada gerçeği somut değerlerinden soyutlamak ve soyut bir dünyanın içeriği ile anlatmak zorunluluğunu unutmamak gerekir.
Toplumumuz somut düşünmeyi sevdiği, soyutu anlamakta zorlandığı için soyut konuşmak ya da yazmak daha da zordur. Korku, kuşku, hoşgörü soyut kavramlardır, ancak özellikle 12 Eylül’den başlayarak toplumumuz bu olguyla o kadar içselleştirilmiştir ki artık soyut olmaktan çıkmış somut, elle tutulur kavramlar olmuşlardır. Bugün Türkiye’de öyle ya da böyle, korkuyu, kuşkuyu ve hoşgörüsüzlüğü yaşamayan yoktur.
Hoşgörü anlayışı
Hoşgörü denilince günümüzde, özellikle ülkemizde, artık çok uzakta kalan ve ancak düşlerimizle varabileceğimiz bir kavram gibi algılamamız gerektiğini düşünüyorum. İçimizdeki hoşgörü anlayışını günlük gerçeğin ötesinde ve yaşanmışlığın uzağında bir yerlere koyduğumuzu ya da saklamış olduğumuzu sanıyorum.
Yoksa hiç kimsenin hoşgörüsüz doğabileceği ve hoşgörüyü tanımadan ölebileceği aklımın ucundan bile geçmez.
Hoşgörünün karşılıklı saygı ve sevgiye dayalı bir olgu olduğunu; karşılıklı saygı ve sevginin olmadığı yerde hoşgörüden söz edilemeyeceğini; ayrıca hoşgörüyü gerektiren etmenlerin, duygusal düzlemde yanlışlardan kaynaklandığını ve yanlışları örtbas etmenin ya da görmezden gelmenin ancak hoşgörüyle olabileceğini sanıyorum. Bu bağlamda unutulmaması gereken, doğal olarak yanlışların da bir ölçüsünün, sınırının olması gerektiği; her türlü yanlışa hoşgörü göstermenin olanaklı olmadığı gerçeğidir.
Sanıyorum ülkemizde özellikle son otuz yılda insanların birbirlerine duydukları karşılıklı sevgi ve saygı giderek azalmış; insanın insana olan hoşgörüsü güç yitirmiştir. Özellikle askeri darbelerin yaratmış olduğu korku ve güvensizlik ortamının bunda çokça payı vardır.
Ardından nerdeyse yarım yüzyıldır yaşadığımız öyle ya da böyle terör belasının da yaratmış olduğu korku ve ardından kuşku, hoşgörüye yer bırakmayacak bir ortam hazırlamıştır. 12 Eylül’ün neler yaptığı (ya da yapmadığını) saymakla bitmez. Unutanlar için Işık Kansu’nun geçen günlerde Cumhuriyet’te yayımlanan yazı dizisini önermek istiyorum. İşkenceler, davalar, sorgulamalar ve en beteri de gencecik çocuklar için hazırlanmış darağaçları. Tıpkı 12 Mart gibi. Arkasında bıraktıları da korku, kuşku ve hoşgörüsüzlüktür.
Karabasan gibi bu üç olgu toplumun üstüne üşüşmüştür. Bugün herkes korkuyla yaşamaktadır. Arkasından birileri yumruk atıp kavgaya mı çekmek isteyecek ya da tabancayı dayayacak ya da birileri koluna girip alıp götürecek mi, düşüncesi herkeste vardır. Franz Kafka’nın Dava adlı yapıtındaki gibi herkes bir tutukluluk hali yaşamaktadır. 20. yüzyıl korku çağıdır, demişti Kafka. Korkarım 21. yüzyıl da öyle olacak. Korku egemendir belki tüm toplumlara ama özellikle iki üç darbe yemiş bizlere. Buna karşın daha askeri darbelerden medet umanları anlamakta zorlanıyorum.
Korku beraberinde kuşkuyu getiriyor. Herkes bugün Türkiye’de birbirinden kuşku duyuyor. Kim kimi dinliyor acaba? Güvenilirlik kalmadı. Babanın oğula, oğlun babaya. En küçük toplum birimi olan ailede korku, kuşku ve hoşgörüsüzlük varsa gelin koca bir toplumu düşünün! YDD (Yeni Dünya Düzeni) inanıldığının tam tersine yarattığı geniş çaplı toplumsal sınıf farklılığından ötürü insanlar ve toplumlar arasında iletişimsizlik yarattı.
Ancak iletişimle insanlar ya da toplumlar birbirlerini anlamak olanağını bulurlar ve birbirlerine daha hoşgörülü olmak zorunda kalırlar. Ardından kuşkuya yer bırakmayan bir ilişkiler dizgesi başlar ve kuşku yok olduğu için korkular da yaşanmaz.
Özgüveni içselleştirmek
İnsan komşusundan kendisine zarar gelmeyeceğini bilir. Kanımca, insan korku içinde, kuşku içinde yaşamaz ve her gittiği yerde hoşgörünün olabileceğini düşünürse özgüvenini sağlar. Özgüven birey olabilmek için çok önemlidir. Ancak özgüveni süsleyen insanın yaratıcılığıdır. Ne ki nerede korku, kuşku ve hoşgörüsüzlük varsa orada yaratıcılıktan söz edilemez.
Batı, ortaçağın korkulu, kuşkulu, hoşgörüsüz gerçeğini hümanizma ve ardından Aydınlanma uyanışıyla söküp attı. Ardından yirmi yıl faşizmi yaşadı. Tüm bu deneyimler olgunlaşmasını sağladı. Bugün kesinlikle bize göre çok çok ötede olgunluğa ve özgüvene sahip birey toplumları oldukları yadsınamaz.
Bunun adına uygarlık demek kaçınılmazdır. Biliyorum kendi ülkelerinin dışında yarattıkları korku, kuşku ve hoşgörüsüzlüğe ne demeli, diyen okurları görür gibiyim. Bu da gene YDD’nin insanların başına bağladığı bir çıkmazdır.
İnsanlık bunu da yine ancak uygarlıkla yenebilir. Bir başka deyişle okuryazar olmakla. Bugün işgal edilen topraklar ne yazık ki hep Müslüman ülkelerdir. Hiçbir Hıristiyan toplum işgalle karşı karşıya değildir. Bunu salt petrole bağlamak yanlıştır bence. Bu işin özünde bir altyapı meselesi vardır.
Eğer söz konusu ülkeler sağlam bir altyapıya sahip olsalardı, yani korku, kuşku ve hoşgörüsüzlük üstüne oluşturulmuş bir toplum olacaklarına, aydınıyla halkıyla özgüveni tam bireylerden oluşmuş bir toplum olsalardı acaba bugün emperyal güçler o topraklara girmek cesaretini gösterebiler miydi ya da buna gerek kalır mıydı?
Özelde Türkiye’ye bakıldığında yalnız askeri darbeler değil, sözde demokrasi adına yapılmak istenen sivil darbeler de insanları sindirmeye yöneliktir.
Ülkemizde dün olduğu gibi bugün de insanlar korku, kuşku ve hoşgörüsüzlükle karşı karşıyadır. İnsanlar özgüvenlerini yitirmişlerdir.
Cumhuriyet Türkiyesi’nin bize sağladığı olgunluk ve özgüveni içselleştirebilmiş olsaydık ya da gelen geçen iktidarlar buna izin vermiş olsalardı bugün bu korkuyu, kuşkuyu yaşamaz ve insanlarımız birbirlerine karşı hoşgörülü davranırlardı. Bir yandan özdeksel sıkıntılar öte yandan tinsel açmazlar, korku, kuşku ve hoşgörüsüzlükle boğuşan ve çıkış yolu bulamayan toplumumuz kapalı toplum olarak kaldığı sürece korku ve kuşkuyu yok edemeyecek, ardından hoşgörüyü yaşayamayacaktır. Bugün ülkemizin yaşadığı budur.

Prof. Dr. Necdet Adabağ
Etiketler:

Yorum Gönder

[blogger][facebook][disqus]

Kemalın Askeri

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget