Tayyip Erdoğan, gerek Birleşmiş Milletler’deki konuşmasında, gerekse Time dergisine yaptığı açıklamalarda çok önemli bir tavır sergiledi. Mesela, “Herkesin samimi olması lazım. BM’de bu noktada reform gerekli. Güvenlik Konseyi’ndeki daimi üye meselesi nedir? Bunun kaldırılması gerekir. Bütün dünya, kelimenin tam anlamıyla bu beş daimi üyenin kararlarının kölesi oldu” dedi.
***
Bu söylemi, yıllar önce Türkiye’de ilk olarak ifade edenlerden biriyim. Hatta 1993 yılında “Türklüğün Yeni Dünya Düzeni” eserimde “Hem merkeziyetçi, hem de yerel yönetimlere önem veren üniter devlet yapısı içinde, bütün kavimlere, dinlere, mezheplere hoşgörü ve adalet düşüncesiyle yaklaşmak, zekatın devlet tarafından toplanması ile servetin zenginler arasında dönüp dolaşan bir devlet olmaktan çıkarılmasını gerçekleştirmek; bunları yaparken Paris Şartı’nın yerine bir Ankara Şartı hazırlamak, Kopenhag kriterlerinin yerine İstanbul kriterleri oluşturmak, bunların sonucunda Birleşmiş Milletler ve Güvenlik Konseyi’nin yapısını demokratikleştirerek bütün insanlığa yön vermek mümkündür” gibi fikirler de öne sürmüştüm.
Fakat dikkat ettiniz mi, Güvenlik Konseyi’nin beş daimi üyesinden, yani ABD, Rusya, Çin, İngiltere ve Fransa’dan henüz Tayyip Erdoğan’a bir tepki gelmedi.
İsrail bile, Tayyip Erdoğan’ın “Orta Doğu Dörtlüsü, Filistin meselesini gerçekten çözmek istiyor olsaydı, İsrail’e karşı yaptırım uygulardı. BM Güvenlik Konseyi, İsrail’i 89 adet kararda, bu kararlara uymaması durumunda yaptırım uygulanacağı yolunda tehdit etti. İsrail bunları uygulamadığı halde yaptırım görmedi. Oysa İran ve Sudan gibi ülkelere hemen yaptırım getirildi” sözlerine cevap vermiyor.
“One minute” gösterisinden sonra da dönemin Başbakanı Ehud Olmert, bakanlarını uyarmış ve Tayyip Erdoğan’a cevap verilmemesini istemişti! Oysa Erdoğan, İsrail’in Cumhurbaşkanı Peres’in yüzüne karşı, “Siz adam öldürmeyi iyi bilirsiniz” demişti!
Şimdiki İsrail hükümeti de benzer bir karar aldı ama sadece Liberman, bu kararı dinlemiyor ve konuşuyor.
Bu suskunluğun sebebini kimse merak etmiyor mu?
Tayyip Erdoğan’ın İslam ülkelerinde yıldızının parlatılması gerekiyordu da ondan mı susuyorlar yoksa..
***
Çareyi Erdoğan’a biat etmekte bulan dostlarımızdan biri, Tayyip Bey’in Mısır, Tunus ve Libya’da giriştiği laiklik söylemlerini yere göğe sığdıramıyor. İyi de biz Erdoğan’ın laiklik söylemlerinin ne anlama geldiğini bilmiyor muyuz? Zaten orada da kendisi laikliği sadece “din ve vicdan hürriyeti” olarak algıladığını söyledi. Bir de Müslümanların da devlet yönetebileceğini bildirdi! Elbette Türkiye’de kimse din ve vicdan hürriyetine karşı değil, kimse “Müslümanlar devlet yönetemez” demiyor ama bu fikirlerin neresi laikliktir?
Laiklik, tarihi açıdan, kilise yobazlığına ve ruhban sınıfının bütün serveti, gücü ve ihtişamı ellerinde tutmasına karşı, toplumun diğer kesimlerinin bir isyanıdır. Ve haklı bir isyandır.
Laiklik, öncelikle ilmi rehber kabul etmektir.
Fakat Türkiye’de din artık Diyanet’in değil, cemaatlerin elindedir. Türkiye’de bir çeşit ruhban sınıfı doğmuştur. Oysa laiklik, dini kullanarak, insanlar üzerinde egemenlik kurmaya karşı geliştirilmişti. Bugün Türkiye’de dini kullanarak insanlar üzerinde siyasi ve ticari egemenlik kuran hatta kiminle evleneceğine bile karar veren “din baronları” yok mu?
Demek ki laiklik Türkiye’de sadece lafta vardır. Uygulamada rafa kaldırılmıştır.
***
Erdoğan “Siyasette eleştiri, polemik yok mudur? Vardır. Ama bunun da en az iki şartı vardır. Bir, söylediklerini hakkaniyet çerçevesinin dışına çıkmadan söyleyeceksin, haksızlık etmeyeceksin. İki, eğer siyaset yapıyorsan, misyonunu sadece eleştiri ve polemikle sınırlamayacak, memleket gündemindeki meselelere kendi doğrularınla çareler önereceksin” diyor.
Türkiye’de gerçekleri ortaya çıkaran gazeteciler, hapse atılıyor, bu korkuyu yaşayan muhalif yazarlar birer ikişer, Tayyip Erdoğan’a biat ediyor.. Bütün medya ele geçirilmiş, bir iki gazete dışında eleştiri yapabilecek zemin yok. Erdoğan, hâlâ demokrasiden bahsediyor.
Arslan BULUT/YENİÇAĞ
29 Eylül 2011
Yorum Gönder