Bazı anlar vardır, kendinizi tutamazsınız. Karşılaştığınız seviyeye öyle şaşırırsınız ki, nezaketiniz, inceliğiniz ağır bir kayanın altında kalmış gibi ezilir, isyan edersiniz. “Oha artık” dersiniz.
Şu anda “Oha artık” diyorum ben de. Lütfen mazur görün.
Nedim Şener CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu ile konuşmuş bir tarihte. “Üstat” diye hitap etmiş. Kılıçdaroğlu “Eyüp’ten bir şikâyet aldım” demiş Şener’e. “Eyüp’te bir kızla bir erkek yan yana oturunca garson gelip uyarmış” diye devam etmiş. sonra da büyük bir suç işleyerek “Oraya bir kız bir erkek muhabir gönderseniz, yan yana otursalar, bakalım başlarına ne geliyor” diye öneride bulunmuş.
Bu konuşma bir gazetede mi yayınlanmış; taraflardan biri biri televizyonlarda mı anlatmış, yoksa bir kitapta geçen bir anı mıymış?
Hiçbiri değil.
Kemal Kılıçdaroğlu “dinlemeye takılmış.” Hesapta Nedim Şener dinleniyor ama olsun.
Savcılar bu konuşmayı “darbeye teşebbüs suçunun kanıtları” olarak dava dosyasına koymuşlar.
Gazetecilikten hiç nasibini almamış, gazeteciliği iktidar yalakalığı yaparak dünyalık oluşturmak sananlar için bu konuşma olmuş bir skandal.
“Vay efendim, Kılıçdaroğlu Nedim Şener’e taktik veriyor.”
Nedim Şener’in “darbe yapacağına” ilişkin belge bulamadık, bari bu yolla iyice karalayalım.
“Üretilmiş haber” diyor yandaş medya.
Ama gazetecilik konusunda hiçbir bilgisi, kültürü, eğitimi, aklı ve zekâsı olmadığı için “üretilmiş haberin” ne olduğundan da haberi yok.
Üretilmiş haber, “olmayan” bir haberin habermiş gibi sunulmasıdır.
Söz konusu haberden yola çıkarak anlatayım.
Bir kız bir erkek lokantaya gidersiniz. Oradaki bir garsona para verirsiniz. Siz yan yana oturunca garson gelir “Kalkın, burada kadın erkek yan yana oturamaz” der. Siz bu anı kayda alırsınız, sonra yayınlarsınız. Ardından yapılan açıklamaları, gönderilen tekzipleri de koymazsınız.
Bu üretilmiş haberdir. Kara propagandadır, beyin yıkama operasyonudur.
Gerçek habercilik şudur; bir lokantada kadın ve erkeğin yan yana oturmasına izin verilmediğini öğrenirsiniz. Ama kanıt gereklidir. Bu durumda bir kadın bir erkek o lokantaya gider ve yan yana oturursunuz. Eğer bir garson gelip de “Yan yana oturamazsınız” derse, o zaman çektiğiniz kayıtları yayınlayarak durumu kamuoyuna bildirirsiniz.
Yok eğer kimse gelip de “Ayrılın” demiyorsa, aldığınız duyum yanlış demektir, böyle bir haber de yapmazsınız.
Gazeteciliğin bu kadar basit ve temel kuralını bilmeyenlerin gazetecilik yaptığı bir dönem yaşıyoruz.
Ama ne yazık ki, yüksek propaganda gücüyle bu bilgisiz, eğitimsiz, kültürsüz, yandaş ve yalaka kesim medyada egemenlik günlerini yaşıyor.
Onların kuralları geçerli, onların fikirleri(!) önemli, onların hayatları cazip.
Binlerce gerçek gazeteci, “evini, ailesini, çoluğunu, çocuğunu düşündüğü için” hiç sesini çıkarmadan bir kenarda oturup bekliyor.
Eninde sonunda demokrasinin, hukukun, insan haklarının üstün sayıldığı bir Türkiye’nin geleceğine inanarak bekliyorlar.
Bu çocuklara kıymayın
Sevgili Can Ataklı. Dün, İzmit Kandıra Tipi Kapalı Cezaevi, oğlumun haftalık kapalı görüş ziyaretindeydim. İstanbul’a otobüs beklerken, hemen karşısında bulunan F tipi kapalı cezaevinin kimi tutuklu yakınlarıyla ayaküstü, sonra Harem’e kadar konuştuk. Konuya basından az da olsa vakıf olduğum ancak ayrıntılarını bilmediğim korkunç iddialar dinledim aynı kişilerden. Parasız eğitim isteyen pankart açtıkları için gözaltına alınıp, aylardır havasız, oksijensiz tutukluluk süresi devam eden gençlerin anne ve akrabalarının o çaresiz isyankârlıklarıyla anlattıkları, insan kanını dondurur eğer gerçekse… “‘Artık mektup, telefon, açık görüşlerimiz de kaldırıldı. Sebep, yetkili makam ve kuruluşlara haklı davamızı duyurma girişimidir. Oğlum, kaldığı hücrenin yakın sırasında bulunan aynı suçlamadan diğer arkadaşlarına yakın olmak istediğini dile getirince, infaz memurları tarafından, önce çirkin suçlamalara maruz bırakılıyor, sonra (sizler vebalısınız) gibi insan onurunu aşağılayıcı sözlerle, tahrik ediliyor. Tepki veren genç, sünger odası denilen bir yere alınıp, öldüresiye dövülüyor.” Üç kadınla konuştum, ifadeleri aşağı yukarı böyleydi. Anlıyorum ki çocuklarımızı, içeride potansiyel suçlu konumuna getirmek için, sanki gizli bir el dışarıdan emir veriyor. “12 Eylül yargılanacak” tantanalarıyla, halkın oyunu alan hükümet, aynı işkenceyi kendi uygulamaktadır. O kadınların “Adalete güvenimiz tamamen kalkmıştır ortadan. Feryatlarımız, basında onca yer almasına karşın, hem birileri tarafından yine iddialarla başka çarpıklıklara kaydırılmakta, hem de hükümet hâlâ avaz avaz bağırabilmektedir, demokrasiyi biz getirdik diye” demesini hiç unutamıyorum.. (N. T.)
Tatil günlüğü
Dev kaplumbağalarla oyun
Dalyan’da çamur banyosu yaptıktan sonra İztuzu Plajı’na doğru yola çıkacakken “Edincik Koyu’nu görmeden olmaz” dedi bana rehberlik eden Dalyan Belediyesi Basın Müdürü. Ama zaman kazanmak için karadan gitmemiz gerekliymiş. Açıkçası çok daha iyi oldu. Çünkü Edincik Koyu’na giden dağları aşmak, gökyüzünü zor gördüğünüz ormanın içinden geçmek büyük keyifti.
Edincik Koyu ise bir başka doğa harikası. Açık denizden geçerken böyle bir koy olduğunu görmüyorsunuz bile, öyle saklı, öyle gizemli bir yer.
My Marina adlı bir işletme var. Doğaya o kadar saygılı ki, ağaçlar altına yapılmış tesisler fark edilmiyor bile. Çok güzel bir yemek yedim. Yalnız şaşırmayın, kır lokantası gibi değil, İngiliz lordlar kulübü gibi bir yer, fiyat da ona göre tabii.
Edincik’ten bir motorla 20 dakikada İztuzu Plajı’na vardım. İnanılmaz bir yer. Uzun, göz alabildiğine bir plaj. Kumu incecik, üzerinize yapışmıyor.
Kumlara şemsiye saplamak, büyük havlu serip üzerine yatmak yasak. Çünkü tam altınızda bir Caretta caretta olabilir.
Dev kalumbağaları görebilecek miydim? “Evet” dediler. Yine motora bindik, Dalyan’a doğru akarsunun ağzından içeri girdik, göl gibi genişleyen bir yerde durduk. Kaptan bir ipe bağlanmış “mavi yengeci” suyun içine bıraktı. Bir iki dakika geçmişti ki dev bir kaplumbağa göründü derinliklerden, yengecin peşinde. Kaptan ipi çekiyor, kaplumbağa kovalıyor, iyice su yüzüne çıkıp bütün cüssesiyle önümüzden birkaç kere geçtikten sonra kaptan ipi çekmeyi bıraktı ve kaplumbağa mavi yengeci afiyetle yedi. Bir daha da görünmedi. Herhalde taa ki yeni bir mavi yengeç suya atılıncaya kadardır.
Yarın da biraz Ölü Deniz’den söz edeceğim.
Kamudaki araçlarda tasarrufa gidiliyormuş. Bizimkiler dayanamaz, tasarrufa bile pahalı araçlarla gider! Gani Yıldız)
Can Ataklı/VATAN
28 Eylül 2011
Yorum Gönder