• Akdeniz’deki doğalgaz arama krizi yıllar öncesinden geliyorum dedi. Rumlar Mısır, Lübnan ve İsrail ile ortak girişimleri, yaptıkları ikili anlaşmalarla 2003’ten beri yürütüyorlardı.
• 2004’te Kıbrıs Cumhuriyeti olarak adanın tümünü temsilen AB’ye katılan Rumlar Brüksel’i arkalarına aldılar ve Ankara-Brüksel görüşmelerinde patron olarak Türkiye’nin karşısına oturdular.
• Deniz dibi aramalarda ABD şirketleri ile anlaşmalar yaparak Washington’ı da arkalarına aldılar.
Kıbrıs adasının çevresi ve Doğu Akdeniz’de Ankara’nın karşısında AB, ABD, İsrail ve bazı Arap ülkeleri bulunmaktadır; buna karşılık, “yanında hiç kimse yoktur”.
İsrail ile yaratılan kriz bölgede, “İsrail, Rum ve Yunanistan işbirliğini Türkiye’ye karşı güçlendirdi. ABD’de yaklaşan başkanlık seçimleri Obama’nın İsrail, Yunan ve Rum lobilerine gereksinimini iyice arttırıyor. Dolayısıyla Ankara hükümeti bu bölgede yalnız kalmıştır.
• Suriye’deki iç kavga “sadece İran’a karşı ve Sünni iktidarı getirmek için değildir”; Kuzey Irak Kürdistanı’nın Akdeniz’e, Suriye üzerinden bağlanmasını sağlamak içindir. Ankara bu kavgada mutlak bir taraf olmuştur.
Dolayısıyla Ankara Doğu Akdeniz’de, yeni rakiplerle de karşı karşıya kalacaktır. Erbil’in Akdeniz’e bağlanması bugün mevcut olmayan farklı sorunları devreye sokacaktır. Barzani 23 Ekim 2011’de baklayı ağzından çıkardı: “Nihai hedef, birleşik Kürdistan” dedi.
• Yukarıdaki gelişmelere füze kalkanı (radar ağı) meselesini eklediğimiz zaman Türkiye, İran (ve Şii dünyası) ile de Ortadoğu’da karşı karşıya gelmiş olmaktadır.
AB süreci ve Kıbrıs
Türkiye’nin halen Brüksel ile yürütmekte olduğu süreç hiçbir aday ülkenin müzakere sürecine benzememektedir.Türkiye AB ile ilişkilerinde, fiilen ve hukuken “özel bir statü içine sokulmuştur”.
Anlaşmalar yapılırken, Ankara’ya karşı “Kıbrıs koşulu sürekli monte edilmiştir.” 6 Mart 1995’teki tek yanlı Gümrük Birliği anlaşmasından 10 gün önce AB Konsey Başkanlığı, “Biz Rumları Kıbrıs Cumhuriyeti olarak almak üzere derhal görüşmelere başlıyoruz” açıklamasını yaparak Ankara’ya politikasını bildirmiştir.
Dediğini yapmış ve 2004 yılında Rumları, adanın bütününü temsilen, Kıbrıs Cumhuriyeti olarak AB’ye almıştır.
AB’ye derinleşerek ve tek yanlı bağlanmakta olan Türkiye, “bütün kozlar Rumlara verilerek onların karşısına oturtuldu”.
Rumlar 2004’ten itibaren Ankara-Brüksel ilişkilerinde,Türkiye’ye istediklerini yaptıracak, görüşmeleri kesecek, “her türlü şantajı hukuken işletebilecek” bir konuma geldiler ve işlerini çok başarılı bir biçimde sürdürüyorlar.
Ankara Rumların ada çevresindeki faaliyetlerine siyasi veya askeri bir zarar verdiği takdirde Brüksel-Ankara ilişkilerini istedikleri gibi sabote edebilirler; mevcut ticari ilişkileri Türkiye aleyhine değiştirebilecek mekanizmaları kullanabilirler, bütün kozlar ellerinde bulunuyor.
AB içinde Fransa başta olmak üzere, Rumların bu tür girişimlerine gönüllü destek verecek ülke sayısı sanıldığından çok daha fazladır.
Bu gerçekler göz önüne alındığında Ankara hükümetinin Rum girişimlerine karşı önleyici ve caydırıcı siyasi ve askeri önlemler alması sadece bir koşulda söz konusudur; Ankara, Brüksel ile süreci (ve ilişkileri) gözden çıkarmalıdır.
Bu ise fiilen imkânsızdır; kurulu düzenin altüst edilmesi sonucunu doğurur. Bunu ne hükümet, ne iş çevreleri ve ne de diğer etkili çevreler ister. En başta, hükümet bunu göze alamaz; arkasındaki AB desteğinin kaybolması anlamına gelir.
ABD’ye verilen radar rüşveti bütün bu olumsuzlukları karşılayacak düzeyde değildir. Ayrıca AB ve İsrail faktörleri ABD’nin jestlerini engeller. Tayyip Erdoğan’ın 22 Eylül 2011’de BM’de yaptığı zehir zemberek konuşma, Ankara’nın çıtayı yükselttiğinin sinyallerini veriyor.
Akdeniz, doğusuyla ve batısıyla yeniden biçimlendirilmektedir. Fas’tan Körfez’e kadar geniş bir alanın, yeni aktörlerle sisteme entegrasyonu operasyonu yürütülmektedir. İşin patronları ABD ve AB’dir.
Türkiye şimdilik yardımcı aktörlerden birisi durumunda bulunuyor.
Erol Manisalı/Cumhuriyet
Yorum Gönder