Eskiden bir tek ‘Türkiye Cumhuriyeti Resmi Gazete’miz vardı; Logosunda T.C. Resmi Gazete yazılı...
“Devlet”in aldığı her bir kararı bize bildirmekti yaptığı; “devlet”in kendisiyle ilgili haberleri veren yayın organıydı...
Eeee “devlet” AKP’lileştiğine, NTV de sağolsun, varolsun AKP’yle ilgili her bir haberi sektirmeden topluma yaydığına göre... Şimdi artık bir adet de ‘Adalet ve Kalkınma Partisi Resmi Televizyonu’muz oldu demek ki...
NTV logosunu kaldır yerine AKP Resmi Kanalı yaz mesela... Yadırgayan, garipseyen, “ne alaka” diyen bir Allah’ın kulu çıkar mı?
***
Dün AKP Genel Başkanı Tayyip Erdoğan partisinin İl Başkanları Toplantısı’nda konuştu... Erdoğan daha selamlama faslındayken büyük bir telaşla, merak uyandıran ses efektleri, heyecan verici görüntü efektleri ile naklen yayına geçildi... Sanırsın “kıyamet”i etkisiz hale getirecek formül filan bulundu!
Yayının ne zaman biteceğine, NTV rejisi değil Erdoğan karar verdi.. O sustu, yayın durdu!
Çok değil iki gün önce aynı toplantıyı MHP de yaptı. MHP Genel Başkanı da tıpkı AKP Genel Başkanı gibi İl Başkanları’nı topladı. MHP Genel Başkanı da, tıpkı AKP Genel Başkanı gibi “gündem”e dair değerledirmelerini paylaştı... Peki Bahçeli’nin NTV ekranında tutulma süresi takriben kaç dakikaydı?
Bir, iki... Hadi bir de benden olsun üç mü?
Keza CHP Genel Başkanı yarın İl Başkanları’nı toplasa, yayını kesip naklen Kılıçdaroğlu’na bağlanacak mı bu haber kanalı? Başlanıp baştan sona, kesmeden, yayın akışını esneterek aktaracak mı ana muhalefet partisi liderinin açıklamalarını?
Dilerim utanırım ama ben tahminimi söyleyeyim... Suya sabuna dokunmadan yapılan girizgahı verecek, tam konuşmanın tansiyonunun yükseldiği yerde, güzel yüzlü bir spiker kız “Konuyla ilgili gelişmeleri aktarmaya devam edeceğiz” diye araya girecek ve olay bitecek...
Zaten hükümet faaliyetlerini, propagandist bir üslupla aktarıyordu...
Zaten hükümete dönük en küçük eleştiride dahi ekranını AKP’li bakanlara, milletvekillerine açan bir tür “imaj düzeltme” zemini işlevine bürünmüştü...
Zaten muhalefet “a” derken lafını kesip, sazı iktidarın eline veriyordu, “b’den z’ye kadarı” nı çalsın da alkışı kapsın diye...
Bunlara “parti içi faaliyetler”in anında ve yerinde bildirimi de eklenince tam oldu... Nurtopu gibi bir ‘A.K.P. Resmi Televizyonu’muz doğdu...
Bay ve Bayan Telekulak’la hasbihal
Sedat Ergin’in odatv iddianamesinin eklerinde yer alan 22 numaralı klasörden yaptığı ve “en renkli kayıt” notuyla yayımladığı alıntı şöyle:
“(Nedim Şener) 6 Haziran 2009 tarihinde arkadaşı Çetin Alkan ile Bodrum Akyarlar’da birlikte tatil yapma planlarını konuştukları görüşmeye ait. Şener telefonu kaparken “Konuşalım hatunlarla” deyince, Alkan “Tamam tamam” diye karşılık veriyor.
Bir sonraki tutanak Şener’in telefonu kapar kapamaz yeniden Alkan’ı aradığını gösteriyor ve şu diyalogu aktarıyor:
“Çetin Alkan: ... (anlaşılmadı)
Nedim Şener: Telefonu dinleyenler için arıyordum, ha hatunlar dedim yanlış anlamasınlar, yani eşlerimiz...
Çetin: Tamam, bay bay... “Ergin’in de dediği gibi” bütün kayıtların en çarpıcı gerçeği, Şener’in aslında kendisinin de dinlendiğini bilerek telefonda konuşuyor olması...
***
Hangimiz bilmiyoruz ki...
Hangimiz yapmıyoruz Şener’in yaptığı düzeltmeleri...
Konuşurken ses tonundaki dalgalanmalar, imalar, alay ettiğini, sululuk yaptığını ortaya koyan tonlamalar filan “tape”ye yansımaz endişesiyle “burada gülüyoruz”, “bu şakaydı”, “tamamen geyik” gibi parantez içi bilgileri sözlü ifade edenler olduğuna bile şahidim...
Keza şahsım...
Özellikle kandilleri, bayramlari filan hiç atlamıyorum son iki üç yıldan bu yana. Zor şartlar altında görevlerini yapan “kulak bekçisi” arkadaşları ihmal etmemeye azami özen gösteriyorum. İlla “şu anda görevi başındaki arkadaşları da...” deyip, kutluyorum onların bayramlarını da...
Bir de niye, başkalarının bana sormadan, benimle ilgili zaten vermeyi kafa koydukları hükümlerin (malum böyle işliyor artık sistem) korkusuyla hayatımı kabusa çevireyim ki... Özel hayatınızı gözetleyenlerin kabusu olmak inanın daha eğlenceli...
Son iki üç yıldır on, hadi abartmayayım en az yedi sekiz ayrı insanla “aşkım” diye konuşuyorum ben mesela; ki dizi müptelası olduğuna değsin milletimin, işin içinden çıkmak için biraz çaba sarf etsin...
En itici bulduğum hitap şekilleri olmasına karşım hanidir “canımlar, şekerim”ler gırla gidiyor konuşmalarımda... “Aşkım”lardan bir kaçı kız mesela; iyice çetrefilli olsun... En çok konuştuğum, en büyük aşkım “4 yaşında” ... “Tape”lensek; Ahmet Altan’a ayar veriyordu kendi sapık çıktı bile diyen olur, o derece sevişiyoruz yani telefonda...
Düşünün artık annem bile buldu işin kolayını... Baktı aile meclisinde sözünü geçiremiyor; hiç olmadık zamanda durup dururken telefonda açıyor mevzuyu; kamuya mal olursa “hain evlat Ökkeş” konumuna düşmeyi göze alamam diye sonuç garanti tabii!
“Bir yerlere” selam / biat mesajı yollayan mı istersiniz... Hedef şaşırtmaya çalışan mı...
Ne ararsanız hepsi var...
Hepsinin tek ortak özelliği, Ergin’in de dikkat çektiği gibi “dinlendiklerini bilmeleri.”
***
Dolayısıyla Bay Telekulak,
Dinledikleriniz, dinledikleriniz değil aslında; çoğu kurmaca...
Hele son iki, üç yıldır bu derece ayyuka çıktıktan, dile düştükten sonra, telekulak artık “yakalanma” değil “kafa kırma” aracı aramızda...
Çünkü yakalamak istediğiniz herkesten önce siz yakayı ele verdiniz aslında...
Yazık onca çabaya, paraya...
BASINDAN SEÇMELER
Teşhircilik
Benim bir vatandaş olarak bir başka vatandaşın özel hayatına ait bir alana bu şekilde girebilmeye hakkım var mı?
TC Anayasası bu ülkenin vatandaşı Nedim Şener’in haberleşme hürriyetini ve özel hayatının dokunulmazlığını korumuyor mu?
Zaten yaklaşık 7 aydır özgürlüğünden yoksun bırakılmış olan bir insanın, bu yetmezmiş gibi bu kez de bütün hayatının teşhir edilmesinde -hukuktan vazgeçtik- en azından vicdanla ilgili bir sorun yok mu?
Sedat Ergin / Hürriyet
Köşe yazarlığı zor dostum zor!
... Ya Çiller’in, Mesut Yılmaz’ın bakanlarına çektiği fırçalar?
Taha Akyol, o günlerde hangi duygular içinde olduğunu anlatıyor:
“Ben Milli Selamet Partisi koalisyonu kurulmadan önce Anavatan Partisi ile Doğru Yol Partisi’nin Anayol ittifakı yapması fikrini çok savundum. Fakat bu ikisi birbirlerini yiyorlardı. O sırada görüştüğüm bazı arkadaşlarım vardı. Çiller’in bakanı diye değil, Veysel Atasoy yakın arkadaşım olduğu için, Mesut Yılmaz’ın bakanı olduğu için değil, Mustafa Taşar, ülkücülükten beri yakın arkadaşım olduğu için ’Ya böyle de rezalet olur mu? Siz birbirinizi yiyorsunuz’ diyerek köşemde yazdığım şeyi arkadaşlığım nedeniyle biraz sert ifade etmiş olabilirim. Yoksa ben hiçbir zaman bir bakanı arayıp da ‘Sen şu kararı niye aldın’ demedim.”
***
Kolay mı bir hükümetin kuruluşuna aracı olmak...
Zor dostum zor!
Hem her gün yazı yazacaksın, bir yandan da hükümet kurmaya çalışacaksın...
Zor dostum zor.
Lakin erbabı için kolay!
O kadar tecrübe bir işe yaramaz olur mu?
Bunun “dün varsa, bugünü de var, hele yarın”ı...
Ne demişler?
Terazi var, tartı var.
Her bir işin vakti var!
Hasan Pulur / Milliyet
Füze kalkanı İran’ı kışkırtıyor
Haber İran’ın yarı resmi Kayhan gazetesinden:
“İran, Rusya ve Çin arasında ‘ortak bir füze sistemi’nin kurulmasına ilişkin olarak ciddi görüşmeler yürütülüyor.”
İran sistemin kendilerine karşı kurulduğundan emin... Başka türlü düşünmeye olanak yok zira bunun böyle olduğunu ABD açıklıyor.
İran, Türkiye’ye yönelik uyarılar yapıyor. Ahmedinecat 9 Eylül’de konuştu: Bölge ülkelerinin hepsiyle “dostça” ilişkiler kurma arayışındayız ancak kimi ülkelerin dış etkilerle, düşmanların sözcüsü gibi davranabildiğini görüyoruz...
Bu hafta da İran Meclisi Ulusal Güvenlik Komisyonu üyesi Muhammed Kowsari, kalkanı “Büyük bir stratejik hata” olarak niteledi ve tehdit etti:
“Türkiye’nin İslami hükümeti için ciddi etkileri olacak”
Rusya, İran bahanesiyle ABD’nin kendilerini kuşattığı kanısında. Çin ise Kuzey Kore hedef gösterilerek Tayvan ve Güney Kore’ye füze yerleştirilmesini kendisine karşı tehdit olarak görüyor. Füze kalkanı cepheleşme yaratıyor. Türkiye bu cepheleşmenin göbeğinde... Model ortaklık adlı taşeronluğun sonucu tatsız...
Melih Aşık / Milliyet
Hödüklük yeter
Eskiden diktatörler halklarını “Üç F”yle; yani “fado (müzik)”, “futbol” ve “fiesta (eğlence)” ile uyuştururdu...
Bu operasyon bizim gibi az gelişmiş ülkelerde, “fiesta”nın içine sokulabilecek “diziler”le pekiştiriliyor...
Yayınlanan dizilere bakın; sadece türbanı değil... Hayatımızın tam da göbeğinde yer alan siyasetin “s” sini bile göremezsiniz...
Zengini-fakiri, yaşlısı-genci, iyisi-kötüsü, ağası-yanaşması, mafyası-dürüstü; binlerce karakter vardır; ama...
Ne ilginçtir ki; yoksulluk yoktur bu dizilerde, işsizlik yoktur... İşsiz oğluna iş bulmak için araya siyasetçi tanıdık koymaya çalışan babalar yoktur...
Ve istisnasız; bizim dizilerdeki herkes, hatta çok yoksul olanlar bile köşklerde oturur, lüks arabalara biner, en lüks lokantalarda yemek yer!
Hakkını arayan işçilere, ataması yapılmadığı için isyan eden öğretmenlere, polis dayağı yiyen öğrencilere, dergi satarken gözaltına alınıp işkencede ölen gençlere, haksız tutuklanan insanların yakınlarına yer yoktur bu dizilerde...
Neden?
Çünkü televizyon patronları, öcü gibi korkar bu karakterlerden!
“Biraz aksiyon, biraz erotizm, biraz duygusallık, biraz kötülük, biraz iyilik, biraz hödüklük” onlara yeter!
Mustafa Mutlu / Vatan
Savcıları sindirme hareketinin iktidara yönelik suçlamaları, toplum katında daha inanılır kıldığını hayat ispat edecek mi?
Bunun için özgür basın gerekiyor.
Sansür ve otosansür malülü bir medya AKP iktidarının en
büyük günahıdır.
Güngör Mengi / Vatan
Ajans icad oldu, muhabirlik bitti.
Hıncal Uluç / Sabah
Selcan Taşçı/YENİÇAĞ
29 Eylül 2011
Yorum Gönder