Konu, Abdullah Gül’ün “Bu helikopterin beynini keçiler sökmedi ya” çıkışından sonra yeniden gündeme gelen Muhsin Yazıcıoğlu’nun vefatıyla ilgili olarak yürütülen soruşturma.
“Bazı gazeteler, Ergenekon davası başladığından beri, devlet içindeki derin yapıların ortaya çıkarılmasıyla ilgili belgeleri, itirafları ısrarla ya görmüyor, ya küçültüyor ya da sulandırıp bulandırıyor” diyen Hüseyin Gülerce soruyor:
“Mesela önceki gün 5 ilde yapılan operasyon haberini hiç görmeyen, birinci sayfadan vermeyen yayın yöneticilerinin gazetecilik ölçüsü acaba nedir?
Malatya’daki 2. Ordu Karargâhı ve askerî lojmanlarının, İzmir Buca Şirinyer’deki Merkez Komutanlığı’nın ve Ankara’da Sivil Havacılık Genel Müdürlüğü’nün polis tarafından aranmasının haber değeri hiç mi yoktur?”
İyi de Sayın Gülerce, madem medyanın Yazıcıoğlu’nun trajik biçimde can verdiği olayla ilgili hiçbir “karanlık” nokta kalmaması, bütün kuşkuların giderilmesi, varsa eğer ihmali yahut kastı olanların cezalandırılması konusunda üzerine düşeni yapmadığını, tarafgir bir tutum içinde olduğunu düşünüyorsunuz... Madem bu olaya dair “sansür, karartma, saptırma, sulandırma, bulandırma” türünden “dezenformasyon” yöntemlerinin karşısındasınız...
Madem bu denli hassassınız bu konuda, benzer bir soruyu da kendi gazetenize sormanız gerekmez miydi:
Dönemin TBMM Araştırma Komisyonu Başkanı, AKP’nin eski Kahramanmaraş Milletvekili Veysi Kaymaz’ın “Kahramanmaraş Emniyet Müdürlüğü enkazın yerinin yaklaşık olarak belirlendiği haritayı validen bile sakladı” iddiasının hiç mi haber değeri yoktu?
Haber değeri varsa, kendisini olayın aydınlatılmasından sorumlu medya savcısı gibi konumlandıran gazeteniz neden bu iddiayı görmezden geldi?
Eğer dediğiniz gibiyse... Soruşturma kapsamındaki gelişmeleri “karartan” gazeteler “bazı derin yapıları korumak” gibi bir misyona sahipse... Bir sonraki yazınızda, bu denli “hayati” bir gelişmeyi yok sayan gazetenizin misyonunu da sorgularsınız herhalde...
Ha bir de, çok dikkatimi çekti şu ifade: “Rahmetli Yazıcıoğlu’nu bilenler biliyor ki, Muhsin Başkan’ın sahip olduğu tarlayı kimse süremez...”
Şahidi olduğum, kulaklarımla duyduğum için bu düzeltmeyi yapmayı Merhuma karşı borç sayıyorum:
“Sahip olduğu tarlanın sürülmüş olduğunu” en iyi Muhsin Yazıcıoğlu biliyordu; o tarlayı kimlerin sürdüğünü de tabii... Ölümüyle “tarlayı sürenler” arasında bağ olduğunu düşünüyorsanız, bilginiz olsun...
Bir yemin ettim ki dönemem!..
Aşağıdaki satırları okuduğunuzda utancınızdan yerin dibine gireceksiniz... Yüzünüz kızaracak... Başınızı hangi duvara vuracağınızı bilemeyeceksiniz...
Hele siz yok mu siz; gazeteci taifesi... Gördüğünüz ilk aynanın karşısına geçip Bülent Arınç tonunda tüküreceksiniz yansımanıza:
Tüüühhh!
Siz misiniz “Köşk için 1.5 yılda 34 trilyon para harcandı” diye yazıp çizen!
Siz misiniz “Dolmabahçe’deki değerli eşyaları taşıyıp köşkü saraya çevirecek” diye iftira atan!
Vazgeçti işte... Elini eteğini çekti...
Daha fenası “Bir yemin etti ki...”
Artık gidip kapısında “Biz ettik, siz etmeyin, Pembe Köşk’ü öksüz koymayın” diye yalvarıp yakarsanız da nafile...
Bakın ne dedi “First Lady”miz gazetecilere Ordu gezisinde:
“Restorasyona kalktığımızda yazılanlara o kadar içerledim ki... Köşk yıkılmak üzere, içim de gidiyor ama yemin ettim dokunmayacağım.”
Elçiye zeval olmaz, merak eden arkadaşlar var aramızda. Sohbet sırasında fonda Kayahan da çalıyor muydu acaba:
“Cehennemde yansın bu dilim
Bir yemin ettim ki dönemem...”
***
Durun, daha bitmedi.
Buyrun sizi vicdan azabından kıvrım kıvrım kıvrandıracak bir başka “First Lady gerçeği!”
Şu kadar bin dolarlık çantasına, bu kadar bin dolarlık mücevherine bakıp hasedimizden çatladığımızdan “Takıp-takıştırıyor, yan gelip yatıyor, dünya ona güzel” diye çamur atıyoruz ama baksanıza şu ağır çalışma temposuna:
“Köşk’teki tempo çok yoğun. Herkesten önce kalkarım, notlarıma bakarım, evraklarımı gözden geçiririm. Yurt gezileri var, restorasyon çalışmaları, sanat eserlerinin tamiri, cumhurbaşkanlığı faaliyetleri, kurumsal kimlik çalışmaları... Örneğin bayrakların dikilmesi, armaların zemini, zarfların üzerindeki forsun aynı büyüklükte olması lazım. Halılarla bile bir ay uğraştık. Günlerim depolarda geçti. Konuttaki resimlerden masa düzenine ve menülere kadar her şey emek istiyor.”
O derece ki, “Yemek yapacak vakit yok” diyor Hanımefendi. Hoş ailecek maşallahları var ama, demek ki bünyeleri kuvvetli, yoksa anlattığı koşullarda zafiyet geçirir insan mazallah. Baksanıza, artık son çare “geçen gün beyefendi girmiş mutfağa da bir salata, bir menemen yapmış...”
İçim parçalandı içim...
Hani Ankara’da olsam, “Sevaptır” deyip, çorbasını, pilavını yapmak için beş dakika uğrayıvereceğim konutun mutfağına...
***
Zor zanaatmiş netekim “First Lady” olmak yahu... Allah düşmanımın başına vermesin dememe ramak kaldı!
“Yemek mi önemli ülkeye hizmet mi?” diyor mesela Hanımefendi...
Haklı tabii, forsların büyüklükleri aynı mı değil mi kim ölçecek değil mi?
***
Bu arada Amberin Zaman gibi, Aslı Aydıntaşbaş gibi her daim gündemin nabzını tutan köşe yazarlarını da ihmal etmemeli, “Hayrünisa Gül’ün Emine Erdoğan’la arasında hiçbir küslük olmadığı” bilgisini verip, milletçe hepimizin yüreğine su serptikleri içinde ayrıca tebrik etmeli her birini...
Yalnız konu gazetecilere gelmişken... Karşısındaki gazetecilerin zihni menşeinden mi etkilendi neyse artık şöyle bir laf etmiş Hanımefendi:
“Oğlumun Standford’da mezuniyet töreni seçimden bir gün önceydi. Gidemedim. Biliyorsunuz Amerika’da aileler için çok önemlidir...”
Tabii kiminin ruhu, kiminin eşi, kiminin kalemi Amerikalı olunca hiçbiri teselli etmeyi akıl edemedi:
“Efendim üzülmeyin siz bir Amerikan ailesi değilsiniz ki... Mürüvvetinde yanında olursunuz inşallah!”
***
Velhasıl bir Lady’nin topuk seslerinden mahrum kalan Dolmabahçe Sarayı, bir ben...
Bilmiyorum ki nasıl uyku girecek gözümüze bu gece...
BASINDAN SEÇMELER
Yetiş Doktor...
Ne yapacağı belli olmuyor...
Diyelim ki Amerika’dan tam “Eli boş döndü” denildiğinde, uçağının bagajında bir heykel... Herakles’in (Herkül) heykeli... Herakles yarı tanrı... Üstün gücü var... Ama çatlak...
*
Mesela Obama’ya “Başkanlık seçimine gidiyorsunuz, sizin seçim mitinglerinizi ben düzenleyeyim” diyebiliyor...
Kafasını Amerika’ya götürmüşler...
Alt tarafını bizim Antalya’daki müzede sergilediler, vatandaşlarımız uzun süre takım taklavatına baktı... Kafası yoktu... Herakles’i diyorum...
*
Miken Kralı ona 12 görev verdi... Mitolojide bu “Herakles’in 12 zor görevi” diye geçer...
Çift başlı Kyrenaia geyiğini yakalamak, altın elmayı bulmak, Amazon Kraliçesi Hippolyta’nın kemerini getirmek, dokuz canavarı öldürmek... Mısır’da Mübarek’i göndermek, Libya’da Kaddafi’yi sepetlemek, Tunus’ta Zeynel Abidin bin Ali’yi halletmek, Suriye’de Esad’ı pataklamak, İran’a kalkan... Kaç etti?..
“12 zor görevin” içinde kendi işgüzarlığı da var tabii ki...
Ölüler ülkesini Kerberos kurtlarından kurtarmak...
Gidiyor...
Yanında Ajda...
Ölüler ülkesinin aç çocukları somun beklerken bir anda “Yakar geçerim” parçasıyla göbek atarak uçaktan inen bu yardım heyeti tarafından kurtarıldılar...
*
PKK’nin kaçırdığı öğretmenlerden haber yok... Mühendisleri de vurmaya başladılar...
5 terör kurbanı daha toprağa verildi...
Kan gövdeyi götürüyor... Bu heykeli bırakıp Makedonya’ya gitti... Bakacak sorun var mı?..
Sonunda çıldırdı zaten...
“Herakles’in 12 zor görevinden” birisiydi; üç başlı canavarı yakalıyorum diye komşunun ineğini sırtlayıp krala götürünce... Heykelini yaptılar...
İşte o zaten; kafasını Amerika’ya satmışlar, nahiyesi bize kalmıştı... İnsan çıldırır tabii...
Yetiş doktor...
Bekir Coşkun / Cumhuriyet
Birand muradına erdi
Son Amerika gezisine Başbakan’ın uçağıyla giden Mehmet Ali Birand, “Bunun daha lüksü yok mu” demişti ya... Radikal gazeteci dün müjdeyi verdi. Birand artık “kese kağıdı gibi buruşmadan” gidebilecek ABD’ye yeni Airbus A 330’un içinde!
De...
Necati Doğru, Birand’ın “Başbakan’a lüks uçak” talebine atfen yazdığı yazıda “Bu ülkenin 75 milyar dolar cari açık ve 132 milyar dolar vadesi gelen borcu olduğuna göre uçak alacak parası yoktur” demişti... Söyleseler de bilsek, bu değirmenin suyu nereden!
Neredeeen nereye
Anlaşılıyor ki şans bu günlerde Mehmet Ali Birand’la birlikte... Baksanıza eski Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ da, ekran tercihini ondan yana kullandı. 2009 yılında Genelkurmay karargahında yapılan Medya Bilgilendirme Toplantısında “Topraktan silah fışkırıyor” dediği için Başbuğ’un hışmına uğradığı, hatta sözünü geri aldığı anları hatırlayınca, insan “nereden nereye” demekten alamıyor kendisini...
Suç ortağı arıyorlar
“Türkiye’yi bölme anayasasına, CHP ve MHP’yi de katarak, yaptıkları işi meşrulaştırmaya çalışıyorlar.
CHP ve MHP’yi de kendi suçlarına ortak etmeye çalışıyorlar. (...) Anlaştığın yere kadar MHP ve CHP ile git... Geri kalanını BDP ile yaparsın stratejisi televizyonlarda dillendirilmeye başladı bile. BDP’nin Meclis’e gelmesi ısrarları da bundandır.
Erdoğan’ın ne Meclis’e, ne hükümete, ne de Anayasa’ya ihtiyacı var. Bunlar olmadan da işlerini yürütebiliyor. Ama sıra bölme ve bölünme işine gelince meşrulaştırmaya mecbur. Onun için suçlarına CHP’yi ortak etmek istiyor.
Milletvekili sayısı bakımından değil, meşruiyet açısından CHP’ye ihtiyacı var.
İnşallah Cumhuriyet’i kuran parti Cumhuriyet’in sonlandırılmasına onay veren olmaz.“ B.E.
Yalçın Bayer / Hürriyet
Uzlaş-ma Komisyonu
Anayasa günleri başlıyor. Hayırlı olsun... AKP heyetiyle görüşen MHP ve ardından CHP, Anayasa değişikliğini ele alacak Uzlaşma Komisyonu’na üye vereceğini açıkladı.
AKP sanırız aynı sözü BDP’den de alacaktır.
Gelelim zihin tırmalayan sorulara...
Diyelim her partiden iki üyenin yer alacağı komisyon, uzun görüşme ve temaslardan sonra yapılacak değişiklikler konusunda anlaştı. Ortaya ortak bir metin çıktı.
Peki, bu metin Anayasa gereği gideceği Meclis Anayasa Komisyonu’nda ve Genel Kurul’da aynen kabul edilecek mi? Edilmesinin bir garantisi var mı?
Geçen dönem Anayasa Komisyonu üyeliği yapmış CHP Konya Milletvekili Atilla Kart merakımızı gideriyor:
- Gerek Anayasa Komisyonu gerekse Genel Kurul önüne gelen metin üzerinde her türlü değişikliği yapabilir. Ancak partiler arasında bir centilmenlik anlaşması yapılır ve her parti bu anlaşmaya uyarsa o zaman Uzlaşma Komisyonu’nun kabul ettiği metin hiçbir değişikliğe uğramadan Meclis’ten geçer.
- Burada AKP’nin centilmenlik sorunu ön plana çıkıyor. Siz AKP’ye bu konuda güveniyor musunuz?
- Güvenmeyi çok isterim ama maalesef güvenemiyorum. Çünkü geçmişte pek çok örneğini yaşadık. Anlaşma sağlanmasına rağmen gece yarısı, son dakikada kendi işlerine gelen değişiklikler yaptılar. Bunu da bir marifetmiş gibi övünerek savundular. Aynı şeyi şimdi de yapmayacaklarının hiçbir garantisi yoktur...
***
Uzlaşma Komisyonu’na üye veren CHP ve MHP, üzerinde uzlaşılacak metnin Meclis’ten çarpıtılarak çıkması ihtimali karşısında ne düşünüyorlar? Hiç öyle bir kaygının varlığını duymadık...
Melih Aşık / Milliyet
Türklerin demokratik haklarını görmezden gelip, Kürtlerin demokratik haklarını tanımak
olabilecek çözüm değil.
Ali Sirmen / Cumhuriyet
Selcan Taşçı/YENİÇAĞ
1 Ekim 2011
Yorum Gönder