Dil Devrimi'nin 79. Yılındayız!

Türkiye yazısı, dili, eğitimi, hukuk düzeni, kılık kıyafeti, ölçüsü, takvimi, ulaşımı, iletişimi ve akla gelebilecek her alanda çağının gerisinde kalan, yayılmacıya borçlandıkça borçlanan bir imparatorluğun küllerinden doğdu.
Laik Cumhuriyetimizin 87. yılında, Türk Devrimi diyebileni fenerle arıyoruz! Bu ülkenin adı Türkiye Cumhuriyeti; Cumhuriyet kolay kurulmadı. Çağının gerisinde kalıp küçüldükçe küçülen; kurumlarını yenileştirme gereksinimi duydukça, örneğin okul/fakülte açarken hangi dille eğitim yapacağına karar veremeyen; ordusunu yabancı komutanların eline bırakan; gün gün yoksullaşan “ümmi ümmet kullar”ını yalnız vergisini almak ve askere çağırmak için anımsayan...
Yazısı, dili, eğitimi, hukuk düzeni, kılık kıyafeti, ölçüsü, takvimi, ulaşımı, iletişimi ve akla gelebilecek her alanda çağının gerisinde kalan, yayılmacıya borçlandıkça borçlanan bir imparatorluğun küllerinden doğdu.
Bugün birileri Osmanlı’nın çöküş dönemini ve çöküşün nedenlerini gizleyerek, günümüzün dili ve olanaklarıyla Kurtuluş Savaşı’nı yok sayarak geçmişe övgü düzüyor. Sanki Anadolu’ya yayılmacı (emperyalist) hiç gelmedi; sanki Anadolu yıllarca yayılmacıyla işbirlikçisi yobazın işgali altında onca acıyı yaşamadı! Ulusal savaşın kahramanlarını karalamak, hainlik yapanı aklamak bugünün modası… Oysa bu ulus, Mustafa Kemal’e inandı; savaştı; her alanda bağımsız olmalıydı. Oldu.
Dil Devrimi’nin açtığı kapı
Dil Devrimi, Arapçayı kutsayan; dili, “din”le ilişkilendiren anlayıştan kurtulmamızı sağlamıştır. Yüzyıllarca okuryazar bile olamayan halk, bir dilekçe yazamaz durumdaydı. Devlet kapısına gitti mi, eski yazı ve Osmanlıcayı yalan yanlış bilenin ağına düşüyor; her yazıya dinsel anlam yüklüyordu. Kendini “ulema”dan sayanların her safsatası, her muskası inci değerindeydi. Halk, bu kara incilere karşılık canını malını vere vere yoksullaşıyordu. Dedelerimiz ninelerimiz, halk okullarında yeni yazıyı öğrendiler; yüzyıllarca nasıl kandırıldıklarını anladılar. Hepimizin Cumhuriyet öncesini yaşayan dedesi ninesi var. Onlar padişahın “ümmi ümmet kullar”ıydı; yayılmacı topu tüfeğiyle gelince padişah onların değil, kendi başının derdine düşmüştü. Ne padişah ne yayılmacı… Ne yayılmacının yemini yutan yobaz kesebildi yollarını... Başardılar!
Cumhuriyet yurttaşları
Onlar Mustafa Kemal’lerin kulu değil, Cumhuriyetin onurlu yurttaşı oldular. Mustafa Kemal’in Türk Devrimi, her inanç ve kökenden kulu, yurttaş yaptı. Türkiye Cumhuriyeti ilk beş yılında, eski yazıyı kullandı. Arap abecesi, kullanılması zor bir dizgeydi. 1928’de kabul edilen yeni abecemizi, o gün yaşı ilerlemiş olanlar bile birkaç haftada öğrendi. Bugün çocuklar okulöncesinde öğrenebiliyor. Harf Devrimi’nden dört, cumhuriyet kurulduktan dokuz yıl sonra dilde devrim yapıldı. Özellikle bu iki devrim, “hilafet ve saltanat”tan çıkar umanları çok rahatsız etti. Dün olduğu gibi bugün de karşıdevrim çığırtkanları, bu iki devrimi, “halkı bir gecede cahilleştiren” dayatma diye karalıyorlar. Neyle, yeni yazı ve yenileşen dille... Ne ki bugün olup bitenlere yurttaşlık bilinciyle bakamıyoruz.
Tarih ve dil bilinci
Atatürk, ulusun tarih ve dil bilincini kökleştirmek için önce Türk Tarih Kurumu’nu, bir yıl sonra da Türk Dil Kurumu’nu kurdu. Türk Dil Kurumu’nun tüzüğünü, yönetim ve çalışma “şema”sını eliyle hazırlamıştı. 12 Temmuz 1932’de Samih Rıfat, Ruşen Eşref (Ünaydın), Celal Sahir (Erozan) ve Yakup Kadri (Karaosmanoğlu), İçişleri Bakanlığı’na kuruluş için başvurdular; “Türk Dili Tetkik Cemiyeti” 13 Temmuz’da, Ankara Halkevi’nin bir odasında çalışmaya başladı. İstanbul’da toplanacak ilk Türk Dili Kurultayı’nın hazırlıklarıyla uğraşan Ruşen Eşref, 1932 Ağustos’unda, “Gazi Hazretlerini eski, yeni yerli, yabancı kamuslardan (sözlüklerden) öz Türkçe sözler aramakla, filoloji ve lengüistleri ortaya koymakla meşgul” bulmuştu. Çünkü dil çalışmalarında farklı bir yol izlenmesini düşünüyordu; Harf Devrimi’ni yapan Dil Kurulu, MEB’e bağlı devlet dairesine dönüştürülmüş; ama bu dairenin çalışmalarına “uydurmacılık” diyenler Meclis’te kısır tartışmalara yol açmış; sonunda dairenin bütçesi kesilmişti. Atatürk olup biteni yalnızca izlemiş; dil işlerinin, iktidar baskısından uzak kalamayacağını görmüş; Türk Dil Kurumu’nu dernek yapısıyla kurmuştu. Derneğin bir kurultay toplamasını, Türkçenin özleşmesi, gelişmesi ve ulusal dil olması için evrim mi, devrim mi yapmak gerektiğinin burada tartışılmasını önermişti. Kurultaya yalnız uzmanların, öğretmenlerle yazarların değil, kamu görevlileriyle halkın da katılmasını sağlamıştı. Dokuz gün süren kurultayda katılımcılar düşüncesini özgürce söylemiş; devrimci ve evrimci görüşler çarpışmıştı.
Evrimciler, Türkçeleşmiş yabancı sözcüklerin korunmasını; Türkçenin yapısına uymayan dilbilgisi kurallarının, halkın kullanamadığı yabancı sözcüklerin atılmasını; ama eski Türkçeden, Türk lehçelerinden sözcük alınmamasını uygun buluyorlardı. Sözcüleri gazeteci Hüseyin Cahit Yalçın, adı ne olursa olsun, hiçbir örgütün dile karışmamasını savlamış; onu destekleyen de olmuştu. Sadri Ethem Erdem, Halit Ziya Uşaklıgil, Fuad Köprülü, Ali Canip Yöntem ve Hasan Âli Yücel gibi aydınlar ve onları onaylayan çoğunluksa dilde devrimin kaçınılmaz olduğunu savunmuştu.
Aydınlanma dönekleri
Atatürk yaşarken devrimci olanların, 1950’de Demokrat Parti’nin milletvekili ya da yandaşı olduktan sonra “ulusal rönesansımız” saydıkları Dil Devrimi’nden, hatta “büyük bir bütün oluşturan Türk Devrimi”nden vazgeçtiklerini, devrimleri silmek için türlü oyunlar sergilediklerini görüyoruz. Nihat Sami Banarlı, Türkçenin Sırları adlı yapıtında, “…Türk ilminin yetiştirdiği en büyük dil ve edebiyat tarihi âlimi Fuad Köprülü, konuşulan dile müdahale fikrine daha Atatürk zamanında razı değildi” diyerek Köprülü’nün, 1932’deki sözlerini yalanlıyor. Banarlı’ya göre, “(…) Türkiye’de dil politikacılarının dilde hiçbir milli ve ciddi endişeleri olmadığını bu delalet açıkça belli eder: Onların bütün maksadı dilimizde, müşterek İslam medeniyetinden Türkçeleşmiş kelimelerin imhasıdır. Bu imha bizi, bir zamanlar sahibi ve hâkimi olduğumuz Yakınşark medeniyeti asırlarındaki zafer ve şeref sahifelerimizden uzaklaştıracak, Türk çocuklarının o büyük günleri hattâ kelimelerde bile hatırlanmasına bile engel olacaktır.”
Gençlerimiz kendilerine, “100 Temel Eser” arasında kaynak diye dayatılan, bilimsel temeli ve kaynakçası bile bulunmayan; önyargı ve öfkeyle yazıldığı için dili de bozuk olan ‘Türkçenin Sırları’ gibi yapıtlarla devrim karşıtlığına yönlendiriliyor; sözde aydınlar da siyasal erkten aldıkları güçle Dil Devrimi’nin dinle bağları kopardığını açıkça söylüyorlar.
28 yıl önce Atatürk’ün vasiyetnamesinin çiğnenmesi, kalıtından pay ayırdığı Türk Tarih ve Dil kurumlarının kapatılması sıradan işler değildi. Dilin yenileşmesinin düşüncenin yenileşmesi olduğunu gerici takımı iyi biliyordu. Dil Devrimi’ni salt sözcük türetmekmiş gibi göstermeleri, komünistlikle ilişkilendirmeleri, sırasıyla sahnelenecek kirli bir oyunun parçalarıydı. Özellikle eğitim kurumlarını ele geçirmek, devrimcileri sindirmek için her yolu kullandılar. Dilde devrime komünistlik diyenler, bugün dinsel kavramlar ve İngilizceyle süsledikleri bir tür uydurukça kullanıyorlar. Bu keskin ve gülünç uydurukçayla Türk Devrimi’ni dilim dilim ediyor; kurum ve kavramların içini boşaltıyorlar… Cumhuriyet yurttaşları “Türkiye, Türk, Türk Devrimi, Türkçe” demeye çekiniyor; ulusalcılık suç, ulusalcılar suçlu… Dil Devrimi’nin 79. yılında Türk Dil Kurumu yok; Ata’nın vasiyetnamesindeki hukuk lekesi duruyor... Adı Türkçe bir şey kalmadı; yabancı dille öğretim yetmedi; anadili İngilizce olan 40 bin “misyoner” öğretmen kimliğiyle okullara; yani koynumuza girecek… Yabancıya Türkçe öğretmekle övünenler, Arap’ın dilinin yanına yayılmacınınkini de katıyor, ortak dilimiz Türkçeyi öğretememekten utanç duymuyor… Dilimiz, içimiz dışımız örtülüyor… Halk olup bitenin ayrımında mı? Adam, “internet cafe”sine “Chatlak” diye ad koymuş; bu durumdayız işte! Bu koşullarda 79. Dil Bayramı’nı kutluyoruz; kutlu olsun!

Sevgi Özel
Etiketler:

Yorum Gönder

[blogger][facebook][disqus]

Kemalın Askeri

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget