BDP Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş “1 Ekim’de Meclis’te olacaklarını” açıklamış ve “20 yıl aradan sonra ‘Kürt sorunu’nun çözümü konusunda hükümetin müzakereye hazır olması önemlidir” demiş. Haydi Bismillah yeniden başa döndük, yine “Kürt sorunu” noktasındayız. Onlarca yıl “Kürt sorunu” lafı dillerden düşürülmedi, her “Kürt sorunu” dendiğinde bir karakol basıldı, bir yola mayın döşendi. Sonra “açılım” süreci başladı, “Kürt sorunu”nun ne olduğu “Öcalan’ın yol haritaları” ile, BDP’nin “tehditler eşliğinde yaptığı açıklamalarla, kongrelerde yaptıkları konuşma ve kararlarla” ortaya çıktı. Tariflerden bunun “kendi güvenlik gücü, kendi eğitim ve sağlık sistemi olan, Güneydoğu ile Doğu Anadolu’yu kapsayan ve oradaki kaynaklar dışında devlet yardımı da alacak (bir ara vergi vermeyeceği de söylenmişti) bir özerk bölge” olduğu anlaşıldı.
BDP milletvekillerinin konuşmalarında söyledikleri ne göre bu “özerk bölge”nin adı da “Kürdistan” olacak. Demek ki söz konusu müzakerede konu eğer yine aylarca oyalama olmaz ve o arada yüzlerce insan daha öldürülmezse- bu “özerklik meselesi” etrafında dönecek. Öyle olmasaydı “açılım” sürecinde söz edilen “kültürel haklar, dil, eğitim” gibi konularda siyasi tartışmalar yapılır ve aylardır onca masum insanın hayatını kanlı terör eylemlerinde kaybetmesine izin verilmezdi.
ÖLENİN VE ÖLDÜRENİN KİMLİĞİ
Selahattin Demirtaş teröristler tarafından taranan arabalarda ölen gencecik öğrencileri, hamile kadınları, bebekleri yine “onlara tuzak kuran ve acımasızca öldüren teröristler”le bir tutuyor (ki buna o tuzakları kuran teröristlerin kendisi bile inanamaz).. Anne karnından zor kurtarılan veya ölen bebekten söz eder ve üzüldüklerini söylerken “Ölenin kimliğine bakmadık, öldüreninkine de bakmadık. İnsan olmanın, insan erdemi taşımanın gereği budur dedik” diyor ve “anne karnında bebeklerin savaş mağduru olduğu bir ortamda..” diye devam ediyor. Keşke bunları samimi bir üzüntüyle söylediğine inanmak kolay olsaydı. Bırakın BDP’nin “en çok insanın katledildiği” terör saldırılarından sonra bile PKK’yı koruyarak suçu devlete, askere yüklemesini, PKK’nın karakol katliamlarının yıldönümünü kutladıkları haberlerde yer almıştır. Şimdi araçları tarayıp bebekleri, sivilleri de öldürmüş olmalarına mı üzülüyor Demirtaş?
“Türkiye cehenneme döner” dememişler miydi, işte cehennem bu.. Son günlerde sıkça söz ettikleri “insanlık ve erdem” ise ölenin masum bebekler ve insanlar, öldürenin de “onlara pusu kuran acımasız teröristler” olduğunu söyleyebilme dürüstlüğüdür. Ortada durup dururken “bu toprakların Kürdistan olmasına acilen izin verilsin” diyerek (kendi milletvekillerinin konuşmaları) yapılan terör katliamlarından başka bir savaş olmadığına göre dokunaklı sözlere de gerek yoktur.
Türkiye’de artık her kötü olay “parlak cümleler” arkasına gizlenebilir hale geldi ama “erdem”den söz ediliyorsa olayı artık “Kürt sorunu” tekerlemesi arkasına gizlememe, açıkça ortaya koyma erdemi gösterilmelidir.. Masum insanlar için büyük tehlike yaratan “zaman kaybı”na artık son verilsin, mesele dürüstçe tartışılsın. Örgüt silah bırakmadan, yine “terör tehdidi” altında başlatılacak bir müzakerenin ne kadar şansı vardır, onu da zaman gösterecek!
Polemik ‘evet’, hakaret ‘hayır’..
Başbakan Erdoğan “terör konusunda” doğru şeyler söylüyor, tepkisini belirtiyor, bölge halkına doğruyu göstermeye çalışıyor ve yardıma çağırıyor. Ama bu tepkiler sonucu değiştirmez, her geçen gün ve hatta saat son derece önemli. Artık diğer ülkelerin sorunlarından önce kendi sorunlarımıza eğilmemiz, teröre daha fazla kayıp vermemeye çalışmamız, BDP ile görüşmeler yürürken bir yandan da farklı stratejiler, önlemler üretmemiz şart.
Başbakan konuşmasında “Siyasette hakaret, polemik yok mudur? Ne yazık ki bugüne kadar hep olmuştur” dedikten sonra buna 2 şart koymuş; 1- Hakkaniyet 2- Eğer siyaset yapıyorsanız misyonunuzu ‘sadece hakaret ve polemikle’ sınırlamayacak, memleket meselelerine çareler önereceksiniz.”
Bu konuşma ile “hakaret” doğru bir tercih haline gelmiş oluyor, oysa siyasette hakaret son yıllarda hızla arttı, hatta dış politikayı bile içine aldı. Ve insanın ağzı alışınca istemediği zamanlarda da ağzından hakaret kaçırması çok daha kolay oluyor. Çok mu imkansız “hakaretsiz” polemik veya konuşma yapmak, misyonu buna göre düzenlemek?
Medya polemiklerinde de “hakaret”e yönelerek, küçümseme veya alay etme gibi yollara kaçarak “kestirmeden amaca ulaşma” kurnazlığı sık görülüyor da oradan biliyorum, oysa “hakaret etmeden de kazanmak mümkün”, medyada bunun da örnekleri görülmüştür. Bir deneseler “zaten şiddetin her türlüsünden başını alamayan” topluma daha iyi örnek olmaz mı?
Bakanlık hemen açıklamalı!
Her gün yeni bir dehşet verici “eski koca, eski nişanlı, eski sevgili” cinayeti duymaya devam ediyoruz. İki gün önce yine haber şuydu; “Gözü dönmüş eski koca mutfak penceresinden girdi, 4 çocuğunun gözü önünde eski eşini 17 bıçak darbesiyle öldürdü.” Zavallı kadıncağız ölmüş ama bu felaketi yaşayan ve annesiz de kalan dört çocuğu hayatlarının her gününü “ölmekten beter” yaşayacaklar. (Devlet derhal el uzatmalı, psikolojik destek vermeli, korumaya almalı.)
TKDF Başkanı Canan Güllü benim de davetli olduğum ama seyahatte olduğum için katılamadığım “Kadın ve Aile Bakanlığı ile STK’ların istişare toplantısı” raporunu göndermiş (teşekkürler). Bakan Fatma Şahin’in konuşması ve rapor “kadına karşı şiddet”le ilgili önlemlerin arttırılacağı yasanın en kısa zamanda çıkarılabileceğini gösteriyor.
Bu toplantıda Bakan Şahin’in HSYK’da konuşulan “kadın ve çocuk tecavüzleri” ile ilgili önerileri sert şekilde eleştirmesi de takdir edilecek bir tutumdur. Kadın cinayetlerini önleyecek yasa hemen çıkmalı ama bu arada TV’lerde “benzer şiddetle karşı karşıya olan kadınlara” ne yapmaları gerektiğini, başvuracakları yerleri filan anlatacak programlar gerekiyor. Veya kadın programları içinde bu bilgilerin verilmesi (tecavüz tehlikesi yaşayan çocuklara da).. Keşke Bakan’ın kendisinin yaptığı, ağır cezalardan da söz eden kısa bir konuşma yayınlansa..
Bunları Ekim’de yapılacak toplantıda konuşacağımızı umuyorum!
Ruhat Mengi/VATAN
Yorum Gönder