Kimimiz sadece bakıyoruz, kimimiz sadece görüyoruz.
Tarihi ve dünyada yaşanan benzer olayları inceleyenler ise hem bakıyor, hem de görüyorlar.
Geçmişte yaşanan sosyal ve siyasal olaylar ile bugün yaşananların temelinde pek farklılık yoktur. Zamana ve mekana bağlı olarak “şekil ve tarz” açısından değişiklikler olabilir ama bu, işin özünü değiştirmez. Geçmişte ülkelerin kaynaklarına, ucuz iş gücüne, diline,dinine,kültürüne yani ekonomik, siyasal ve sosyal zenginliklerine el koymanın adı “Sömürgecilik” idi, bugünkü adı ise “Emperyalizm’dir…”
Bu yüzden, özellikle genç arkadaşlarımızı bu konuda bilgilendirmek amacıyla bu insanlık ayıbının kısa tarihçesini anlatmaya çalışacağız…
Sömürgecilik, çeşitli Avrupa Devletlerinin 15. Yüzyılın sonlarından itibaren, bazen keşif, bazen fetih, bazen de iskan diye dünyanın geniş alanlarını istila etmeleri ile başlayan süreçtir.
Batı Avrupa ülkelerinin 14. ve 15. Yüzyıllarda ticarette gösterdikleri başarı Avrupa’da sermaye birikimini hızlandırmış, bu zenginlik uzak ülkelerde Hıristiyanlığı yaymak amacıyla kurulan kolonilerle birleşince, Avrupa’nın dünya üzerindeki doğal zenginliklere, hazır servetlere ve ucuz emeğe göz dikmesine sebep olmuştur.
Bu süreçte, sömürgelerdeki yerel kaynak ve kültürlere, tarih, din, dil ve örgütlenme çabalarına büyük zararlar verilerek, bu halkların uzun süre yoksulluğuna, geri kalmalarına, ölümlerine, kendi sanayi devrimlerini ve ilerleme süreçlerini özgürce yaşayamamalarına neden olunmuştur.
Sömürgeciliğin ilk çağı 15. Ve 16. Yüzyılda Portekiz ve İspanya’nın Amerika ve Hindistan’a yönelmeleri ile başlamıştır. 17. Ve 18. Yüzyıllar ise, sömürgecilik sahnesine Hollanda, Fransa ve İngiltere’nin çıkmasıdır. Bu dönem Amerika’ya yayılım, Hindistan’ın tamamen ele geçirilmesi, Güney Asya, Endonezya adaları ve Avustralya’nın sömürgeleştirilmesi yıllarıdır.
1870’lerden itibaren sanayi geliştikçe üretim çeşitlenerek artmıştır. Üretim arttıkça sanayileşmiş ülkelerin nüfusları bu üretimi tüketemez olmuşlar ve bir üretim fazlası yaşanmaya başlanmıştır. Öte yandan bu büyük üretim, ham madde problemini beraberinde getirmiş, Avrupa’nın sınırlı hammadde kaynakları yetersiz kalmıştır. 1913 yılında Almanya’nın ithalatının %87’sini, Fransa ve İngiltere’nin ithalatlarının %80’ini hammadde ithalatı oluşturmaktaydı. Sömürgeciler için bu hammadde ihtiyacı, yeni sömürgeler aranması, hem hammadde kaynaklarına doğrudan ulaşmaları, hem de yeni pazarlar oluşturmaları için gerekli görülüyordu.
Bu sömürgecilik yarışı sonunda 1890-1913 yılları arasında yani 23 yılda Avrupa Devletlerinin kazandıkları toprak ve nüfus rakamları şöyledir:
Kazanılan Toprak(Mil kare) | Kazanılan Nüfus | |
İngiltere | 4.250.000 | 66.000.000 |
Fransa | 3.500.000 | 26.000.000 |
Rusya(Asya) | 500.000 | 6.500.000 |
Almanya | 1.000.000 | 13.000.000 |
Belçika(Kongo) | 900.000 | 8.500.000 |
İtalya | 185.000 | 750.000 |
Bu dönemde demiryolu, sömürgeciliğin en etkin aracı olmuştur. 1890 yılında dünyadaki demiryollarının uzunluğu 617.000 kilometre iken, 1913’de %80 artarak 1.104.00 km olmuştur.
Bu artış oranı Asya’da %127, Afrika’da ise %270 olmuştur.
18. Yüzyılın sonlarına doğru, doymak bilmeyen sömürgecilik hırsı, Avrupa Devletlerinin birbirlerinin sömürgelerini ele geçirmek için yapılan siyasi ve askeri mücadelelerle geçmiştir.
1870’lerde Alman ve İtalyan birliklerinin kurulmasından 1.Dünya Savaşına kadar geçen süreç Avrupa için tam anlamıyla yeni dengelerin, yeni birlikteliklerin gerçekleşmesi dönemi olmuştur. 1900’ lerin başında Avrupa; bir tarafta İngiltere-Fransa- Rusya, diğer tarafta ise Almanya-Avusturya-İtalya olmak üzere ikiye bölünmüştü.
İzninizle burada bir nokta koyalım ve tüm bunlar olurken Osmanlı İmparatorluğu ne yapıyordu, sömürgeci devletlerin Osmanlı üzerindeki hesaplarını başka bir yazıya bırakıp, Sömürgeciliğin ve Emperyalizmin günümüz versiyonu olan Büyük Ortadoğu Projesine gelelim. Hiçbir şeyin değişmediğini, her şeyin başının ekonomik ve siyasal çıkarlar olduğunu, güçlü devletlerin kendi çıkarları için hiç acımadan, “Öldürmek” dahil her şeyi yapabileceklerini bir kez daha görelim…
Irak’ta yaşananları beraberce izledik. Önce Saddam teşvik edildi, Kuveyt’e saldırması için bizzat ABD Büyükelçisi tarafından kışkırtıldı. Sonra iki aşamalı olarak Irak işgal edildi ve Irak’ın tüm petrol-doğal gaz zenginliklerine önümüzdeki 50 yıl için el konuldu.
Bu arada 1 Milyona yakın insan ölmüş, milyonlarcası yaralanmış, kadınlar tecavüze uğramış, Irak’ın tüm kültür değerleri ganimet olarak alınmış hem ABD’nin hem de bu projede onun “Eşbaşkanlık” görevini kabul eden “taşeronlarının” umurlarında bile olmadı.
Kuzey Afrika’ya gelince; Bu ülkelerdeki diktatörler, yıllardır ABD şirketleri ile çalışırlardı. Ne oldu da bunları devirip, yerine yeni diktatörler getirmek gerekti?..
Çünkü ABD-İngiltere- Fransa’nın; Afrika’nın yer altı zenginliklerinin tamamına, su kaynaklarına, tarım arazisi haline getirilebilecek topraklarına, geleceğin bedava enerjisi olacak “Afrika’nın Güneşine” göz koyma zamanı gelmişti. Canavar yine acıkmıştı.
Bizim açımızdan en acıklı durum ise şudur;
İnsanların öldürülmelerine, yerlerinden-yurtlarından sürülmelerine, ülkelerin kaynaklarının çalınmasına neden olacak bu projeye Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı “Eşbaşkan” olarak hizmet ediyor, taşeronluğunu yapıyor !…
Başbakan Erdoğan, Çarşamba günü AKP İl Başkanlarına hitap ederken, Güneydoğu’da yaşayan Kürt kökenli vatandaşlarımıza; “Mabetlerimize roketatar ile, bombalar ile saldıran bu teröristlere nasıl destek verirsiniz ” diye soruyordu.
Gayet haklı bu soruya, iki soruyla karşılık verip, Başbakan Erdoğan’dan yanıt bekleyelim;
*Ya siz Sayın Başbakan, siz nasıl Irak’ta Camileri bombalayan, Müslümanları öldüren, on binlerce Müslüman kadının ırzına geçen, yüz binlerce Müslüman çocuğu öksüz ve yetim bırakan emperyalistlere “Eşbaşkanlık” yapıyorsunuz ?…
*Ya siz Sayın Başbakan, siz nasıl Irak’taki tek Türk varlığı olan Türkmen kardeşlerimizi katleden, onlara işkence eden, onları vatanlarında vatansız bırakan, ellerinde binlerce şehidimizin kanı bulunan Barzani ile karşılıklı saz çalıp, türkü söylersiniz ?…
Sevgili gençler, bunlar maalesef dünyanın gerçekleridir. Bunları bilerek, Ülkemizin yararlarını koruyarak, dünya ile dostluklar kuracaksınız. Bunun için sizler de devletiniz de güçlü olmak zorundasınız. Bunun yolu da “Ulus Devlet” , Üniter Yapı” , “Lâik-demokratik-sosyal-hukuk devletinden” geçer. Bu böyle bilinmelidir ve bu ilkelerden asla taviz verilmemelidir. Biliniz ki, kim bu ilkeleri törpülemeye, aşındırmaya çalışırsa sizlerin ve Türkiye’nin dostu değildir…
Sağlık ve başarı dileklerimle
Rifat Serdaroğlu
Yorum Gönder