Oysa şehitlerimizin hepsi elbette Türk Silahlı Kuvvetleri mensubu ama büyük çoğunluğu jandarma. Türk Silahlı Kuvvetleri’nin jandarma dışındaki birimleri terörle mücadele kapsamında görev yapmıyor. Helikopterler bile jandarmaya ait. Sadece Hava Kuvvetleri gerektiğinde sınır ötesi operasyonlara katılıyor ya da zorda olan jandarma birliklerine hava desteği sağlıyor.
Jandarma her türlü desteğini Türk Silahlı Kuvvetleri’nden almasına karşın İçişleri Bakanlığı’na bağlı. Polisin olmadığı yerlerde “kolluk kuvveti” yani polis görevi görüyor jandarma.
Kız kaçırmadan trafik kazasına,
hırsızlıktan yolsuzluğa, cinayetten teröre kadar çok geniş bir çalışma alanı var jandarmanın.
Terörle mücadelede canını veren jandarmanın diğer bazı alanlardaki çalışmalarında takındığı tavrı anlamakta zorlanıyorum son zamanlarda.
Örneğin Karadeniz Bölgesi’nde halk doğaya sahip çıkarak dereler üzerine kurulmak istenen hidroelektrik santrallerinin yapımına engel olmaya çalışıyor.
Üstelik her şey yasalara ve hukuka uygun.
Hükümetin “yoksa elektriksiz kalacağız” diyerek yol verdiği HES’ler için yöre halklarından yoğun tepki var. Vatandaş bu nedenle mahkemelere başvuruyor ve HES’lerin yapımını durdurmaya çalışıyor.
Birçok mahkeme halkın bu haklı talebine olumlu cevap vererek durdurma kararları aldı. Gerçi durdurma kararlarını alan mahkemelerin üyeleri iktidar tarafından sürgüne gönderiliyor, hâkimler tenzil-i rütbeye uğruyor, o da başka konu.
Bazı şirketler, belli ki iktidardan aldıkları güçle, mahkeme kararı olmasına rağmen iş makinelerini ormanların içine, dere yataklarına sokarak çalışma başlatıyor.
Halk da bu hukuksuzluğa karşı iş makinelerinin önüne geçerek inşaatı başlatmamak için direniyor.
Ne gariptir ki işte tam burada jandarma devreye giriyor. Protestocu halkı dayaktan geçirdiği yetmezmiş gibi üzerine gaz sıkıyor, daha da zorlanırsa insanları kayaların üzerinden aşağıya atıyor.
Oysa jandarmanın protestocu halkın önüne geçmesi değil, mahkeme kararına rağmen çalışmaya başlayan iş makinelerini durdurması gerek.
Jandarma, hukuku korumak yerine iktidar yandaşı kimi şirketlerin malının derdine düşmüş.
Bir taraftan gencecik askerlerini şehit veren jandarmanın, öte taraftan halka, hakka, hukuka karşı bu kadar acımasız olmasını anlamak mümkün değil.
*****
Anayasa yapmama turları başladı
Sorarsanız herkes “yeni anayasa” istiyor. Ama “Nasıl bir anayasa” sorusuna cevap pek yok. Bunun yerine “Müzakere edelim, katılımcı olalım” türü laf salatası bol maşallah.
AKP yeni anayasa konusundaki startı dün verdi ve ilk görüşme MHP ile yapıldı. Bugün sıra CHP’de. Meclis’e gelirse BDP de sıraya girecekmiş.
İktidar Kürt Açılımı ile birlikte yeni anayasayı telaffuz etmeye başladı. Ama neredeyse 4 yıldır içerikle ilgili tek satır yok. Söylenen hep aynı “Muhalefetle görüşeceğiz.” Güzel de muhalefete en azından bir taslak vermedikçe görüşmenin ne anlamı var?
Muhalefetin önerilerini beklemek de ayrı bir yanlış. Meclis çoğunluğu iktidarda, anayasayı yeniden yazma arzusu da iktidarda. Ama “öneriler ille muhalefetten gelsin.”
Göreceksiniz, uzunca bir süre anayasa ile ilgili bir adım bile yürünemeyecek.
Öğretmenler sıkı dursun
PKK bağıra bağıra ilan etti ki yeni hedefleri arasında okullar ve öğretmenler var. Nitekim dediğini de yaptı. Okullara saldırdı, yurtlara molotof attı, okulları ve öğretmenleri kalkan gibi kullandı, bununla da yetinmedi şimdi öğretmenleri kaçırıyor. Dünkü sayı 8’di.
Milli Eğitim Bakanı Ömer Dinçer ise öğretmenlere sesleniyor ve “Siz sakın endişe etmeyin, görevinize devam edin, terör akıttığı kanda boğulacaktır.”
Ankara’dan doğudaki bir köyde tek başına fedakârca çalışan öğretmene bu tür nasihatler vermek kolay tabii. Önemli olan onları gerçekten korumak.
Doğan Yurdakul’a da yapmışlardı
Söz jandarmadan açılınca, içimde kalan bir konuyu daha yazmak istiyorum. Hangi sebepten tutuklu olduğunu hâlâ bilemediğimiz gazeteci Doğan Yurdakul geçtiğimiz günlerde eşini kaybetmişti.
Binbir rica (Kendisinin değil, dostlarının) ile hiç olmazsa eşinin cenazesine gitmesi için üç gün izin verilmişti gazeteci dostumuza.
Yine jandarma çıkmıştı karşımıza. Ergenekon savcıları bile insafa gelip “evinde kalabilir” demişlerdi de jandarma tutturmuştu “hayır cezaevinde kalacak” diye.
Adalet Bakanlığı devreye girdi de “Bırakın evinde kalsın, taziyeleri kabul etsin” dedi.
Belli ki bu tavır jandarmanın kimyasını bozdu. İntikamlarını en acımasız biçimde almışlardı. Doğan Yurdakul’a nefes aldırmamış, cezaevi arabasını mezarlığın neredeyse içine kadar soktuktan sonra Doğan Yurdakul’u dışarı çıkararak eşinin üzerine iki kürek toprak atmasına izin vermişlerdi.
Etrafında etten duvar örmüş, kimseyle de konuşturmamışlardı.
O manzara da yürekler acısıydı. Hem insani açıdan hem de jandarmanın gösterdiği kin, nefret ve öfke açısından.
Yoksulluk sınırı üç bin liraya yaklaşmış. Bizimkisi “sürdürülebilir ekonomi”den çok “süründürebilir ekonomi” gibi! (Gani Yıldız)
Can Ataklı/VATAN
Yorum Gönder