Amerika ile birlikte hazırlanan “Türkiye Federatif Devleti” planı nihayet PKK-MİT buluşması ile ortaya çıktı. Neyi içeriyor bu plan? Kürt kimliğinin tanınması, demokratik özerklik, Kürtçenin resmi dil olması, Apo’nun ‘siyasal lider konumuna getirilmesi…
Bundan böyle artık, İmralı’daki terörist başı, yüce Türkiye Cumhuriyetine “yol haritası” çizecek. Yön verecek…
Yani Başbakanın deyişi ile “PKK görevini yapacak, AKP de görevini yapacak…”
Nasıl görev yapmaksa bu?
Şehit analarının yüreği yanıyor. Şehit anaları bu ihanet tablosu karşısında feryat ediyor.
Öcalan’ın “muhatap kabul edilip”, TBMM’den önce “Anayasa Taslağı”nın PKK ile görüşülmesi, terörist kimliğinin kaldırılarak ona “siyasal bir kimlik” kazandırılması konusunun pek de yabancısı değiliz.
Bunun böyle olacağını, açılımların, saçılımların bu işi buraya getireceğini durmadan vurguladık. Bu gidişin “Türk- Kürt Federe Devleti”ne varacağını dilimiz döndüğünce anlatmaya çalıştık. Yıllardan beri bu konuya dikkat çektik. Uyardık. Önlem alınmasını, karşı çıkılmasını istedik. Yazdık, çizdik. Kalemlerimizin mürekkebi kurudu, ama biz derdimizi anlatamadık, dinletemedik.
İşte şimdi o gün gelip çattı…
Kapalı kapılar arkasında ABD, AKP ve PKK ile hazırlanan çalışmalar gün ışığına çıktı. Taraflar artık zamanın geldiğini, koşulların olgunlaştığını düşünmektedirler. Gerçekten de onlar için ortam iyi! Elverişli. ABD karşıtı komutanlar, yurtseverler içeride, bölücüler, tarikatçılar dışarıda. Ordu ve yargı yoğun ateş altında. Dinci, bölücü, liboş takımı saldırıya geçmiş. Ordu ve yargı savunmada…
Şunun bilinmesi gerekir. Liberal solcuların ve siyasal İslamcıların sözlüğünde emperyalizm yoktur. Bayrak, vatan, ulus devlet, milliyetçilik kavramları da yoktur. Peki, ne vardır? İşbirlikçilik vardır. Çıkarcılık vardır. İhanet vardır. Tarihin her evresinde ve döneminde bunu görmek mümkündür. Tarihin her evresinde ve döneminde bu ihanet çeteleri Türk ulusunu sırtından bıçaklamıştır. Bu, Kurtuluş Savaşında da böyle oldu, bugün de böyle olmakta…
Küresel solcular, nam-ı diğer “liboşlar” kozmopolit, yozlaşmış kültürün; siyasal İslamcılar feodal, Ortaçağ kültürünün temsilcileridirler. Birisi ümmetçi, ötekisi neoliberaldir. Batıcıdır. Ama her ikisi de uluslar arası sermayeden, emperyalizmden yanadır. Her ikisi de Allah’ın ipine sarılır gibi, ABD’ye sarılmıştır. Uygarlığın, demokrasinin Batı’dan geleceğine inanırlar. Batı’yı bir kurtarıcı gibi görürler.
Günümüzün emperyalizm şakşakçıları bakın geçmişte neyi savunuyorlardı, okuyalım:
“…Burjuvazinin, halkın ve dünyanın istekleri tarihte belki de ilk defa üst üste çakışıyor… Bundan 20 yıl önce ‘kahrolsun’ diye bağırdığımız Amerika şimdi ‘Türkiye demokrasi’ye geçsin’ diye baskı yapıyor. Şimdi Amerika’ya neden karşı olacağım… Bağımsızlık kavramının tümüyle ortadan kalkması gerektiğine inanıyorum. Bu dünyanın en tehlikeli kavramlarından biri…” (Aktüel, 1 Şubat 1996, Ahmet Altan)
Halil Berktay da onunla aynı görüşte:
“…Sol, herhangi bir yaratıcı yanıt getirecekse, öncelikle kendisini, globalleşmeye 19. Yüzyılın sonu ve 20. Yüzyılın başlarının sistemleştirilmiş antiemperyalizminin optiğinden bakmaktan kurtarmak zorundadır…” (Küyerel Düşünce Grubu s. 82 Halil Berktay)
Yoruma gerek yok. Her şey açık ve net. Onlara göre artık sol,19. ve 20. yüzyılın antiemperyalist bakış açısını terk etmeli, olaylara küreselcilerin penceresinden bakmalı. Kendisini sömürgecilerin koruyucu, kollayıcı kollarına bırakmalıdır. Çünkü emperyalizm günümüzde nitelik değiştirmiştir. Daha insancıl olmuştur. Şimdi o, demokrasi yanlısı, insan hakları savunucusudur.
Saldırgan emperyalizm gerilerde, 19.uncu, 20.yüzyılda kalmıştır. Günümüzün sorunu değildir. Onun için, emperyalizm ne diyorsa yapılmalıdır. “Kürdistan” diyorsa Kürdistan, Kürt kimliği diyorsa Kürt kimliği kabul edilmelidir. Çünkü bunlar demokratik gelişimlerdir…
Bir yeni liberal solcu da şunları söylüyordu o zamanlar:
“Türkiye’ye küresel bir rol önermekle kalmadı ABD Başkanı… “Biz değiştik, değişiyoruz. Siz de değişmeye devam etmelisiniz” demekle, Türkiye’nin bu küresel rolün hakkını verebilmesinin koşulunu da gösterdi…” (Taraf gazetesi, 20.05.2009)
Peki, bu “küresel rolün hakkı” nasıl verilir? Bunun için hangi “optik”ten bakma zorunluluğu vardır? Ulusal optikten mi, emperyalizmin optiğinden mi?
Emperyalizmin optiğinden bakınca, işte o zaman Yasemin Çongar’lar ortaya çıkmakta ve şöyle demektedir:
“Lâfı dolandırmadan söyleyeyim; devlet barışçı çözüm için Öcalan’ı muhatap alması gerektiğinin farkında. Ve bu, dün de bu sütunda yazdığım gibi, ‘resmen” değil, fiilen’ gerçekleşecek.(23.07.2009, Taraf gazetesi)
Elbette, “emperyalizmin” optiğinden.
Öcalan 1999’da yakalanıp Türkiye’ye getirildiğinden beri, devletin ‘resmî’ olmasa da ‘fiili’ muhatabıdır ve şimdi bu karşılıklı ilişki, yine fiilen, barışçı çözüm arayışının en önemli vektörlerinden biri haline gelmiştir.”
TDK nasıl açıklıyor bu ”vektör” sözcüğünü, bir de onu görelim şimdi: Büyüklüğü ile yönü olan nicelik. Yazarın ne demek istediği belli… “Büyüklüğü ile niceliği olan Öcalan…”
Kırk bine yakın insanın ölümünden ve binlerce gazinin varlığından sorumlu Öcalan, büyüklüğü ile niceliğe sahip olan Öcalan, “yol haritası” çizecek, barışçı (!) çözümü sağlayacak!…
Halkın, ulusun, vatanın zor koşullar içerisinde bulunduğu dönemlerde kahramanlar da çıkar, hainler de… Bugün sevgili vatanımız dıştan ve içten bir kuşatma altındadır… İçerideki hainlerin desteği ile ülkemiz emperyalizm tarafından parça parça, lime lime edilmek istenmektedir. İhanet açık seçik ortadadır.
Batı, Atatürk zamanında gerçekleştiremediği “Sevr Anlaşması”nı şimdi hayata geçirmeye çalışıyor.
İşin özeti budur…
Uyanma ve direnme zamanı gelmiştir, geçmektedir… Bir kez daha anımsatalım…
Ali Eralp
Yorum Gönder