Başbakan Erdoğan New York’tan döner dönmez açıklama yaptı. Çok veciz bir cümle sarfetti: “Çok açık söylüyorum, biz terörle mücadele ederiz, siyasi iradeyle de müzakere ederiz. Siyasete gelen bizimle konuşur, ama gelmeyen konuşamaz.”
Kulağa çok hoş gelen ve yandaşları da heyecanlandıracak bir cümle.
Peki ama ne anlama geliyor?
Terörü biliyoruz, mücadele yöntemlerini de.
Ancak Başbakan’ın sözünü ettiği “siyasi irade”nin ne olduğu pek açık değil.
Siyasetle ilgilenenlerle konuştum, birkaçı “Cümlenin sonuna da bak, orada hedef ortada değil mi?” diye sordular.
Evet cümlenin ikinci bölümünde “Siyaseten gelen bizimle konuşur ama gelmeyen konuşmaz” diyor.
Zorlanırsa burada kastedilenin BDP olduğu söylenebilir. Ki zaten siyasetle ilgili dostlarım buna dikkat çekiyorlar.
Oysa bu da günün gerçeklerine uymuyor. Başbakan bu cümlesiyle sanki BDP’yi kastediyor ve “hele bir gelin bakalım Meclis’e” diyor.
Öyle demesine diyor da, BDP gökten inmedi ki, zaten bu parlamentonun içinde vardı ve Başbakan çok uzun bir süre BDP’lilerin elini bile sıkmadı. Ahmet Türk ve BDP heyetiyle toplantısını da “Başbakan olarak değil partisinin Genel Başkanı” sıfatıyla yaptığını özellikle vurguladı.
Demek ki henüz Meclis’e yemin etmeye bile gelmemiş olan BDP’nin Başbakan gözünde siyasi muhatap olarak algılandığı kesin değil.
Buna karşılık Başbakan’ın cümlesinin ikinci bölümü yoruma ve hatta ağır eleştiriye de çok açık.
Çünkü Başbakan Kürt hareketinin siyasi temsilcilerini bir kenara bırakın bu kesimin aydınlarıyla, önde gelenleriyle bile konuşmuyor ama İmralı’da ömür boyu ağırlaştırılmış hapis cezasını çekmekte olan terör örgütü PKK’nın lideri Abdullah Öcalan’a “özel temsilcisi”ni göndermekte bir sakınca görmüyor.
Eğer Başbakan’ın kastettiği “siyaset temsilcisi” İmralı’daki kişiyse durum vahim demektir. Yani Başbakan aynı kişi ile hem terörle mücadele hem de siyasetle görüşme stratejisini sürdürüyordur ki, içinden çıkılmaz bir şey bu.
Yine aynı konuşma üzerinden gidersek, Başbakan “devlet gerekli görürse görüşmelerini yapar” diyor, ki bu da artık o popülist ve kafa karıştırıcı anlamını yitirdi. Milletin kafasına “Hükümet değil devlet görüşüyor” mantığını yerleştirmeye çalıştı Başbakan ve bir süre bunda başarılı da oldu ama, artık en yandaşlar bile bu lafın bir anlamı kalmadığını itiraf etmek zorunda kaldılar. Bu popülizme ilk başlarda prim veren halkın çoğunluğu da artık kıs kıs gülüyor.
Başbakan Erdoğan’ın Kürt politikasını yeniden gözden geçirmesinde ve ne yapacağını daha açık, daha anlaşılır ve daha az karmaşık biçimde halka anlatmasında yarar var.
Terör durmuyor ve her gün can almaya devam ediyor çünkü. Türkiye’nin “O tülbentleri nereye sereceksiniz?” türü doğru ama sonuç vermeyen cümlelerle yitireceği zamanı yok artık.
Onur Öymen’den
CHP’nin eski milletvekillerinden Onur Öymen, belki artık milletvekili değil ama aktif siyaseti de bırakmış değil. Öymen özellikle dış gelişmeler konusundaki fikir ve görüşlerini çok kısa cümleler halinde özetleyerek gönderiyor sık sık.
İşte Öymen’den Başbakan Erdoğan’ın New York seferini özetleyen iki cümlelik yorumu:
Sayın Başbakan’ın Obama ile görüşmesinde beklentilerimiz şunlardı: PKK’nın Kuzey Irak’tan tasfiyesine ABD’nin desteği. Füze radarının bilgilerinin İsrail’e verilmeyeceğinin teminatı. Gazze’ye ablukanın kaldırılması. Filistin devletinin tanınması, İsrail’in özür dilemesi, Rumların Akdeniz’deki sondajlarının durdurulması.
Bu taleplerimizin hiçbiri karşılanmadı. Sokakta alkış almayı başaranlar ne yazık ki, diplomasi masasında sonuç alamıyor. Hazin bir durum.
Tatil günlüğü
Dalyan’da balçıkla sıvanmak
Yıllarca Köyceğiz’den, Dalyan’dan geçtim. Dalyan’a girip yemek de yedim, kral mezarlarını uzaktan seyrettim ama bir türlü tekneye binip Köyceğiz Gölü ile denizi birleştiren akarsuyu tekne ile gezemedim, çamur banyolarını ve ünlü Caretta caretta’ların yumurtlama alanı İztuzu kumluğunu görememiştim.
Ortaca’da Cumhuriyetçi Kadınlar Derneği’nin daveti üzerine sohbete gidince bu kez “fırsat bu fırsat” diyerek yılların özlemini de giderdim.
Ve hemen söyleyeyim ki, bunca yıl Dalyan’ı gezmemiş olmaktan dolayı da pişmanlık duydum.
Öncelikle bölgenin her yerinden tarih fışkırıyor. Sopayı yere batırın mutlaka bir tarihi esere dokunuyordur. Tarih konusu çok uzun, ben doğal olarak biraz turistik durumdan söz edeceğim.
Dalyan’ın orta yerinden günlük tur yapan teknelere biniyorsunuz. İki rota var. Biri Köyceğiz Gölü’ne doğru, diğeri İztuzu Plajı’na. İkisini de yaptım tabii. Birinci turun durağı “çamur banyosu.” Dalyan’ın altı sıcak su kaynıyor. Kükürtlü sıcak su, sadece o bölgeye özel bir toprağı balçık hale getiriyor.
Siz bu balçığa girip her tarafınızı sıvıyor ve sonra güneşe çıkıyorsunuz. 15 dakika sonra çamur kuruyor ve tüm vücudunuzu germeye başlıyor.
Sonra çamursuz sıcak suya giriyorsunuz ve temizleniyorsunuz, Cildiniz pamuk gibi oluyor.
Tabii bu bir günlük hatta bir saattlik operasyon. Ancak başta cilt sorunu olanlarla romatizma, bel ve mafsal ağrısı çekenler haftalık kürlere geliyormuş ve sanki yeniden doğmuş gibi dönüyorlarmış.
Çamur banyolarına yapılan turda elbette dev sazların arasında kıvrıla kıvrıla giden akarsu üzerinde birbirinden ilginç doğa manzaraları, inanılmaz renklerdeki kuşlar ve sizinle suda yarışan balıklarla karşılaşıyorsunuz.
Dalyan’da çok sayıda küçük ve butik otel var. Her gelir düzeyine de uyuyor. Yemekler ise genellikle balık üzerine ve tabii yine o bölgeye özgü “mavi yengeç” tadına doyum olmayan bir yemek.
Sizlere yarın Edincik Koyu ile İztuzu’nu anlatacağım.
Karajan, Bernstein, Mehta
Okurlarla sürekli ilişki içinde olmak, gelen mesajları yanıtlamak ve bunların yanıtlarını tekrar irdelemek hem bilgi, hem meslek, hem sosyal ilişki hem de düzeltmeler için çok yararlı oluyor.
Pazar günü ironik üslupla yazdığım “Menderes orduyu yedeksubaylarla yönetirim demişti” başlıklı yazıda Danny Kaye örneğini vererek “Danny Kaye New York Filarmani Orkestrası’nı Karajan’ın yerine yönetmişti” diye yazmıştım.
Yurt dışında yaşayan bir okurum o bir cümlelik bölümde iki hata yaptığım konusunda uyardı. Danny Kaye’i “Danie Kay” diye yazmıştım. Okurum Danyy Kaye’in şovu sırasında orkestra şefinin Leonard Bernstein olduğunu iddia ediyordu.
Karajan konusunda acele etmiş olabileceğimi ve hafızamın beni yanıltmış olabileceğini, ama Bernstein’ın da yanlış olacağını düşündüm. Aradım ve gerçek ismi buldum. Danny Kaye’in o ünlü şovu sırasında New York Filarmoni Orkestrası’nın şefi ne Karajan, ne Bernstein’dı. O şef Zubin Mehta idi.
Okuruma uyarısı için teşekkür ederken bir kere daha “hafızama o kadar da güvenmemem gerektiğini” zihnime kazıdım.
Okurla ilişkiler gerekten çok keyifli.
Yunanistan Başbakanı Papandreu’nun oğlu, Başbakan ile akrabalığı olup olmadığını soranlara “isim benzerliği” diyormuş. Ülke bu haldeyken, “Başbakan’ın oğluyum” demek cesaret ister! (Gani Yıldız)
Can Ataklı/VATAN
27 Eylül 2011
Yorum Gönder