Batı Hıristiyanlığı, dünyayı sömürmek için müthiş mücadeleler verdi. Bunu da kamuoyuna kabul ettirmek için değişik taktikler denedi.
1096 yılında Haçlı ordusu Anadolu’ya girdiğinde; bu sömürgeciler; ‘İsa Mesih’i sahtekâr Müslümanların (!) elinden kurtarmak’ için savaştıklarını söylüyorlardı.
Halbuki yaptıkları iş, zengin İslam dünyasını yağmalamak idi.
Burada kader karşılarına Türkleri çıkardı. Bu millet onları işgal ettiği yerlerden söktü attı; yetmedi peşlerine düştü Avrupa’nın içlerine kadar girdi.
BATI BİLİME SARILINCA
Türklerin, Haçlı ordularını yendiği dönemlerde; İslam dünyası bilimde batılılardan önde idi. Avrupalılar bunu yenile yenile anladılar ve bilime sarıldılar. Bunların kiliselerinde bile bilimsel çalışmalar yapıldı.
Ne acıdır ki tam bu süreçte İslam dünyasının lideri konumundaki Osmanlı yönetimi; 1548’de bilimi, dinin düşmanı ilan etti. İstanbul’da Padişah Süleyman’ın (Muhteşem!) başkanlığında toplanan din adamları; medreselerden (dönemin üniversiteleri) akli ilimlerin (maddeci/pozitif bilim) atılmasını; yerine nakli ilimlerin (dinsel bilgiler:Hadis, kelam, fıkıh, tefsir) konulmasını kararlaştırdılar.
Ve bu kararla da Osmanlının hatta bütün İslam dünyasının çöküşü başladı.
Önceleri teknoloji ürünü son sistem silahlarla (tüfenk ve toplar gibi) donatılmış Osmanlı ordularının karşısında duramayan Batı; silah teknolojisinde ve askeri eğitimde atılımlar yaptı. Bunu; tıp, coğrafya, kimya, metalürji gibi alanlarda geliştirdi. Geriledikçe dine sarılan Türklerin karşısına, ilerledikçe daha çok bilime ve akılcı eğitime sarılan bir Avrupa çıkmıştı.
Şimdi Osmanlı’nın üzerine karadan de gidebilirlerdi.
UYGARLIK GÖTÜRECEKLERMİŞ
Hedef elbette ki Doğu dünyasını yağmalamaktı. Bunun başarılabilmesi için hem iç kamuoyunun tek vücut haline getirilmesi gerekiyordu hem de saldırı alanlarındaki halkların direncinin kırılması... İç kamuoyu; yağmaya can atıyordu. Yağma alanlarının zayıflatılması için ise oralarda psikolojik propaganda çalışmaları şarttı.
İşte Batılılar; bu sömürge politikalarını, ‘Doğuya medeniyet götürmek’ olarak satmaya başladılar. Yani; onların Osmanlı İmparatorluğu ile savaşmaları; Osmanlı topraklarına medeniyet götürmek için yapılmış bir ‘insanlık vazifesi’ idi.
Bunun en açık örneğini; Napolyon’un 1798’deki Mısır’a saldırısında görmekteyiz. Fransa’yı Avrupa’nın en güçlü ve en büyük devleti yapmak hayalindeki Napolyon; Osmanlı yönetimindeki Mısır’ı ele geçirerek buranın muazzam zenginliğini; kendi saldırı politikasını besleyen bir güç haline getirmek istiyordu. Lakin; orada başarılı olabilmek için Mısır halkını da kendi yanına çekmesi lazımdı. Bakın; Napolyon’un bu sömürgeleştirme saldırısını, onun akıl hocası konumundaki Fransız yazar Volney, nasıl takdim ediyor:
‘Fransız ordusu, eski Arap İmparatorluğu’nun gücünü diriltmek ve Arapları Osmanlı barbarlarının boyunduruğundan kurtarmak;cahiller ve kâfirler tarafından bozulan Peygamber’in (Hz. Muhammed) şeriatını saflığına kavuşturmak ve Asya’yı yeni bir büyüklük, bilim ve zafer yüzyılına açmak isteyen Allah’ın mucizevi bir aracıdır.’
(Kaynak: 3. Selim ve Dönemi, s. 347) Bu uzun yazının özünü gösteren yukarıdaki alıntı; Fransa’nın ve diğer sömürgeci devletlerin
Osmanlı İmparatorluğu’nu parçalamak adına nasıl yalanlar uydurduklarını gösteriyor. Haçlı emperyalizmi; çıkarı için İslam dininin koruyucusu pozuna bile girebiliyor.
Batılı devletlerin ikide bir İslam’ı korumak gibi görüntü vermesinin sonraki yüzyıllarda da devam ettiğini biliyoruz. Almanlar da Osmanlılarla işbirliğini bu temelde organize etmeyi pek sevmişlerdi. 2. Abdülhamit’in dostu gözüken Alman İmparatoru 2. Wilhelm, 1898’de İstanbul’a geldiğinde onun gizli Müslüman olduğu dedikodusu yayılmış; halk da buna inandırılmıştı. Batılılar; Müslümanların büyük bölümünün Müslümanlığı bilmediklerinden emin idiler ve onları kolayca kandırabileceklerini sanıyorlardı.
***
Batı dünyası, Fransa özelinde 1798’de; doğuyu, ‘ticari ilişkiler ağı içinde Fransa’nın çıkarlarına uygun biçimde yeniden örgütlemek’ politikasını başlatmıştı bile.
Bu politikaya paralel olarak denilen şuydu: Doğulular Kuran yüzünden geri kaldılar. Bunların yönetme ve yasa yapma yetenekleri zayıftır. Bu yüzden sağlıklı bir toplum düzeni kuramazlar. Bu noktada görev, uygar Batılılara düşmektedir.
Yani; Batılılar gerekirse top ve tüfek kullanarak medeniyeti Doğululara kabul ettirmeliler; onları kurtarmalılar.
Bu; Batının doğuyu uygarlaştırma (!) politikası halen bütün şiddetiyle devam ediyor. Yalnız adı biraz değiştirildi. Bu yeni adı da yarın açıklayacağız.
Rıza Zelyut/GÜNEŞ
Yorum Gönder